Saadet Partili Bozan: Partimiz AKP-MHP sofrasına meze olmaz
Saadet Partisi Diyarbakır İl Başkanı Fesih Bozan, “AKP’nin MHP ile ittifakı sonrası bütün icraatlarında MHP’nin etki ettiğini görüyoruz. Bu anlayışın devam etmesine, Saadet Partisi baston olmaz, AKP ve MHP’nin sofrasına meze olmaz" dedi.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Oğuzhan Asiltürk ve yine Milli Görüş hareketinin önemli isimlerinden olan Nedim Urhan’ı ziyaret etmesi, siyasette ittifak tartışmalarının seyrini değiştirdi.
Bu girişimler başta 'eski yol arkadaşlarına nezaket ziyareti' olarak değerlendirilse asıl olarak Cumhur İttifakı’nı Saadet Partisi ile genişletme çabası olarak yorumlandı.
Siyasi liderlerin zaman zaman görüşmesi gerektiğini belirten Saadet Partisi Diyarbakır İl Başkanı Fesih Bozan da söz konusu ziyaretlerle ilgili olarak, “Sadece bir nezaket ziyaretinden ibaret olmadığının ve kaybetmek üzere olduğu iktidara destek amaçlı zemin arama çabası olduğunun farkındayız” dedi.
Gazete Duvar'dan Vecdi Erbay'a konuşan Bozan'ın açıklamaları şöyle:
'İKTİDARA DESTEK ARAYIŞI'
Cumhurbaşkanı Saadet Partisi’nin önemli isimleriyle görüştü. Önümüzdeki günlerde Recai Kutan’la da görüşeceği yönünde iddialar var. Bu görüşmeler 'ittifak arayışı' olarak değerlendiriliyor. Siz ne dersiniz? Saadet Partisi önümüzdeki seçimlere Cumhur İttifak ile girebilir mi?
Biz ülkeyi idare eden veya idare etmeye aday tüm siyasi partilerin zaman zaman bir araya gelip görüş alışverişinde bulunmasını önemli ve gerekli görüyoruz. Hatta birçok kere, Cumhurbaşkanı’nın bütün siyasi parti liderlerini saraya davet ederek, ülkemizde yaşanan iç ve dış sıkıntılar hakkında görüş alışverişinde bulunması gerektiğini ifade etmiştik. Bu anlamda Cumhurbaşkanı’nın YİK Başkanı sayın Oğuzhan Asiltürk’ü veya diğer ileri gelen büyüklerimizi ziyaret etmesini olumlu bir adım olarak değerlendiriyoruz.
18 yıl sonra ve bu süreçte yapılan birçok hakaret sonrası bu görüşmenin sadece bir nezaket ziyaretinden ibaret olmadığının ve kaybetmek üzere olduğu iktidarına destek aradığının farkındayız. Elbette siyasetçiler bir araya geldiklerinde, ittifaklar dahil ülkenin sorunlarını konuşurlar. Ancak biz ittifak görüşmelerinin seçim takvimi belli olduktan sonra görüşülmesinin daha doğru olduğuna inanıyoruz. Şu anda milletin gerçek sorunları olan iş, aş, adalet, liyakat, israf, savurganlık gibi konuların konuşulması gerektiğini söylüyoruz.
Seçim sathına girildiği zaman Saadet Partisi olarak dile getirdiğimiz ilke ve prensipler çerçevesinde tüm partilerle görüşürüz. Söz konusu görüşmeden Cumhur İttifakı’yla bir ittifak olacak sonucunu çıkartmak doğru değildir. Bunu Genel Başkanımız Sayın Temel Karamollaoğlu birçok konuşmasında da açıkladı.
'SAADET PARTİSİ, AKP-MHP’NİN SOFRASINA MEZE OLMAZ'
Cumhur İttifakı ile seçimlere katılma gibi bir ihtimale Saadet Partili Diyarbakırlıların yaklaşımı nedir? Böyle bir beklentileri var mı?
Bizim bugüne kadar ilkesel duruşumuzu halkımız hep takdir etmiştir. İktidarın mevcut durumuyla Cumhur İttifakı’na girmek elbette doğru görülmüyor. Ki böyle bir ittifak zaten yoktur. Mevcut icraatlarıyla da zaten olmayacaktır. Diyarbakırlı vatandaşlarımız buna sıcak bakmamaktadır.
'İCRAATLARDA MHP’NİN RENGİ VAR'
Saadet Partisi’nin Cumhur İttifakı’na katılmasının önündeki temel engel ne? Hükümetin uygulamaları mı, MHP mi ya da başka bir faktör mü?
Biz, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle oluşan tek adam rejimine, partili cumhurbaşkanlığına, denge, denetleme ve şeffaflığın olmayışına, yasama ve yargının yürütmenin emrine girmiş olmasına, özgürlükler, adalet, hak ve hukukun ortadan kaldırılmasına, devletin parti devleti haline getirilmesine, devlet kademelerine yapılan atamalarda, liyakat yerine partizanlık, rüşvet ve torpilin esas alınmasına, israf ve savurganlığın itibar sayılmasına, üretim yerine ithalatçı zihniyete, işçi, emekli, memur ve çiftçilerimizi borç ve faize mahkûm etmelerine, ırkçılık ve milliyetçiliği baş tacı etmelerine, dolayısıyla Kürt halkına yaklaşımlarının bundan etkilenmesine, kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve kendileriyle beraber olmayan herkesi hain ilan etme zihniyeti gibi hemen bütün politikalarına karşı olduğumuz için, Cumhur İttifakı’yla beraber olmadık. Bu politikalarını sürdürdükleri sürece de beraber olmamız mümkün değildir. Biz, ne AKP’ye ne de Erdoğan’a karşıyız. Biz, ülkemize ve milletimize zarar veren yaptıkları yanlış icraatlara karşıyız. Bunları eleştiriyor ve bu yanlışlarından vazgeçmeleri için uğraşıyoruz. AKP’nin MHP ile ittifakı sonrası bütün icraatlarında MHP’nin etki ettiğini ve kendi rengini verdiğini ve AKP’nin de daha çok milliyetçi ve ırkçı söylemlere sarıldığını görüyoruz. Bu anlayışın devam etmesine, Saadet Partisi baston olmaz, AKP ve MHP’nin sofrasına meze olmaz.
'MHP VARSA ÇÖZÜM SÜRECİ OLMAZ'
Çözüm sürecinden sonra çatışmalar da siyaset de sertleşti. “Bu böyle daha ne kadar devam edebilir” diye soruyor herkes. Sizce ne kadar devam edebilir? Çözümün önündeki engeller nelerdir ve bu engeller nasıl kaldırılabilir?
Çözüm sürecinde, bölgemizde olumlu bir hava esmeye başlamış ve barış için bazı umutlar doğmuştu. Ama hem iktidar hem de PKK’nın samimi olmayan yaklaşımları sonucu bu süreç, askıya alındı ve yerini baskı ve şiddete bıraktı. AKP iktidarı, çözüm sürecinde, PKK’nın şehirlere silah depolamasına ve hendek kazımasına bir süre göz yumdu. Sonra buna şiddetli bir şekilde karşılık verdi. Bu olayları mazeret göstererek bölgede OHAL uygulamaları, güvenlikçi politikaları, baskı ve tutuklama politikalarını rahat bir şekilde uygulamaya başladı. AKP iktidarı milliyetçi söylemler, güvenlikçi politikalarla, kaybettiği oyları toplamaya ve tabanını konsolide etmeye çalıştı ve bu metodunu artırarak halen devam ettiriyor. AKP’nin MHP ile olan ittifakı sürdüğü sürece, güvenlikçi politikaların devam edeceğine ve yeni bir çözüm süreci başlamayacağına inanıyorum.
'ÖNCE ZİHNİYET DEĞİŞMELİ'
Hükümet yeni bir sayfa açmaktan, reformlardan söz ediyor ama Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala’nın AİHM kararına rağmen serbest bırakılmamış olmasını nasıl yorumlarsınız?
AKP iktidarında, ekonomide, insan hakları ve özgürlüklerde, özellikle Başkanlık Sistemi sonrası yasama, yürütme ve yargının tekleşmesiyle ciddi sıkıntılar yaşanmaya başlandı. Yargıya güven ciddi anlamda azaldı. Hakim ve savcıların bağımsız karar veremedikleri görüldü. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarındaki tutum da bunu göstermektedir. Büyük Daire, Demirtaş’ın, hukuki olmaktan çok siyasi saiklere dayanan tutukluluk halinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin dört maddesini ihlal ettiği hükmüne varmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, iki yıl önceki karar üzerine söylediği Türkiye yargısına, “karşı hamle yapar işi bitiririz” gibi açıklamalar yargının ne kadar etki altında olduğunu gösteriyor. Kaldı ki, AİHM’nin kararı beraat değil, uzun süren tutukluluğun sona erdirilmesidir.
AKP iktidarı 18 yıllık bu yanlış uygulamaları nedeniyle ciddi oy kaybettiğini görmektedir. Bu nedenle, sanki yeni iktidara geliyormuş gibi ekonomi ve yargıda reformdan bahsetmektedir. Ciddi bir reform olacağına inanmıyorum. Çünkü adaletin sağlanması için zihniyetin değişmesi gerekir, iktidarda onu göremiyoruz. Kaldı ki doğru ve kapsamlı bir reformu kağıt üzerinde yaptıklarını varsayalım, uygulanmadıktan sonra ne değeri olacak? Verilen sözlere, atılan imzalara uyulmuyor ve uygulanmıyor. Kanun yazılı olarak kağıt üzerinde kalmış oluyor. Bundan dolayı reform söylemini de samimi görmüyorum. Türkiye’nin dış politikada içine düştüğü yalnızlıktan kurtulmak için Avrupa Birliği’ne karşı attıkları bir adım olarak değerlendiriyorum.
'SİYASET YAPMA ALANI GENİŞLETİLMELİ'
Parti başkanlığı, milletvekilliği, belediye başkanlığı, il yöneticiliği yapmış birçok Kürt siyasetçi tutuklu ya da sürgünde. Meclis başkanından yeni Anayasa çalışmalarına katkıda bulunsun diye davet alan DTK’de görev almış herkes yargılanıyor. Çözüm sürecinde hükümetin bilgisi dahilinde Kandil ve İmralı’da görüşmeler yapan siyasetçiler suçlanıyor. Bu tablo ile ilgili ne söylemek istersiniz?
AKP iktidarı zikzaklar ve çelişkiler iktidarı haline gelmiştir. Dün söylediklerinin bugün tersini yapar hale gelmişlerdir. “Dağdan inin ovada siyaset yapın” politikasından “Ovada siyaset yapanı da dağa gönderme” politikasına dönüştü anlayış. Barış sürecinde devletin izniyle Kandil'e gidenleri veya diğer aşamalarda görev alanları suçlamayı doğru kabul etmiyoruz. Ne olursa olsun siyaset yapma alanını genişletmek gerekir. Eğer bu süreçte görev alanlar suçlanıyorsa buna müsaade edenler de suçludur. Bu mantığın aynısını FETÖ terör örgütü suçlamalarında da görmek mümkün. Cumhurbaşkanı’ndan milletvekiline, belediye başkanlarından bürokratlara kadar devletin her kademesinde “hoca efendi” dediler, “hizmet hareketi” dediler. Bunu gören vatandaş da bu harekete yaklaştı, hizmetlerinde görev aldı, öğrencilerine burs verdi, sohbetlerine katıldı... 15 Temmuz darbe girişimi sonrası bir anda AKP iktidarı ve yetkilileri, 'biz yanlış yaptık', deyip kendilerini temize çıkartırken, on binlerce vatandaş, FETÖ terör örgütüne yardım ve üye olmaktan ihraç edildi veya tutuklanarak mağdur edildi. Elbette kim olursa olsun terör örgütlerine yardımcı oluyor ve şiddete başvuruyorsa hak ettiği cezayı alsın. Ama hiçbir şeyden haberi olmadığı halde sırf Cumhurbaşkanı’na, başbakan ve milletvekillerine güvenerek oralarda görev almış vatandaşın mağdur edilmesini kabul etmek mümkün değildir.