Kılıçdaroğlu: Ondan aldığımız ilhamla biz de başaracağız
Kemal Kılıçdaroğlu, Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak Milli Mücadele’yi başlatmasının yüzüncü yılı nedeniyle Cumhuriyet'e yazdı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Cumhuriyet Gazetesi'nde, "Cihatsever değil, barışseveriz" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak Milli Mücadele’yi başlatmasının yüzüncü yılını geride bıraktığımızı söyleyen Kılıçdaroğlu, 22 gün ve gece aralıksız süren Sakarya Meydan Muharebesi ile barış arayışını anlattı.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun yazısı şöyle:
Türkiye Cumhuriyeti’nin “Yüzüncü Yıl” dönemlerindeyiz. Ne mutlu bize!
Örneğin, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak Milli Mücadele’yi başlatmasının yüzüncü yılını geride bıraktık.
Nutuk’ta yazdığı şekliyle Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş ve şartları ağır bir anlaşma (Mondros)imzalamış, millet yorgun ve fakir... Bu şartlar altında yola çıkan Mustafa Kemal Atatürk’ün, 24 Nisan 1920 tarihli TBMM konuşmasını anımsayalım:
“Milli vicdanın büyük iradesine bağlı olarak, milleti bağımsız ve vatanımızı düşmanlardan arınmış görünceye kadar çalışmak andıyla 16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan ayrıldım. Samsun’da işe başladım.”
Nutuk ve 24 Nisan 1920 tarihli konuşma birlikte düşünüldüğünde, 19 Mayıs 2019’da sadece, Atatürk’ün Samsun’da işe başlayışının yüzüncü yılını kutlamış değiliz. Onun da ötesinde, bir dâhinin başladığı işin temel niteliklerini dünya sahnesine çıkarışının yüzüncü yılını kutladık. Bu nitelikler, milli vicdana bağlılık, yorgun ve fakir bir milletin bağımsızlığına, işgal altındaki vatanın kurtuluşuna duyulan sarsılmaz inançtır.
DEMOKRAT ATATÜRK VE TBMM’NİN 100. YILI
Malumunuz, Atatürk’ün Samsun’da başladığı iş, Erzurum ve Sivas kongreleriyle devam etti. Nihayetinde Milli Mücadele’nin ilk aşaması 23 Nisan 1920’de Ankara’da tamamladı.
Bir soruyla devam edelim: “2020 yılında, açılışının yüzüncü yılını kutladığımız TBMM’nin kuruluşundaki temel ilke neydi?” Bu sorunun yanıtı, Atatürk’ün TBMM’de 24 Nisan 1920 tarihli konuşmasında yer almaktadır:
“Hâkimiyet-i Milliye’nin her şeyden önce sağlanması amacıyla Büyük Meclisimiz, olağanüstü yetkilerle toplanmıştır. Büyük Meclisimizin kuruluş şekli ve esasları, milli iradeye içtenlikle ve büyük bir güçle dayandığını göstermektedir.”
Alıntıladığım bu bölüm, “Milli vicdanın büyük iradesine bağlı, milletin bağımsızlığı ve vatanın düşmandan kurtuluşu için yeminli” Mustafa Kemal’in bir başka özelliğini karşımıza çıkarıyor. Kurucusu olduğu TBMM’yi, ilk günden itibaren milletin hâkimiyetine teslim etmiş, demokrat bir Atatürk.
Mustafa Kemal liderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı mücadelemiz milletin iradesiyle gerçekleşen demokratik bir mücadeledir; bu mücadele, gücünü bağımsızlık ve demokrasi inancından almaktadır. Dolayısıyla 23 Nisan 2020’de kutladığımız, sadece TBMM’nin açılışının yüzüncü yılı değildir. 23 Nisan 2020 hepimiz için, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine bağlı demokrasimizin, Mustafa Kemal’in liderliğinde Anadolu’ya kök salışının da yüzüncü yılıdır.
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ’NİN 100. YILI
İçinde bulunduğumuz yıl da “Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının” ilk büyük zaferi Sakarya Meydan Muharebesi’nin yüzüncü yılıdır.
Sakarya Meydan Muharebesi, “sadece düşmanın değil, milletin makus talihinin de yenildiği” I. ve II. İnönü zaferleriyle başlayan dönemin, 1921 yılındaki şahikasıdır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yıl dönemlerinin, 2021 yılındaki sembol tarihi, Sakarya Meydan Muharebesi’dir.
Milli Mücadelemizin silahlı gücünü oluşturan milli ordumuza kuruluşundan itibaren “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları” adının verilmesi de Mustafa Kemal’in demokrasiye ve millet egemenliğine bağlılığının kanıtıdır.
Mustafa Kemal Atatürk, 23 Ağustos’ta Yunan ordusunun, Türk mevzilerine saldırısıyla başlayan ve 13 Eylül’de sona eren Sakarya Meydan Muharebesi süreciyle ilgili TBMM’de yaptığı 19 Eylül 1921 tarihli bilgilendirme konuşmasında şunu vurgular:
“Efendiler; Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusu’nun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan muharebesi pek büyük bir meydan muharebesidir. Harp tarihinde misli belki olmayan bir meydan muharebesidir... Binaenaleyh ordumuzun harp tarihine örnek olacak bu zaferi kazanmış olması itibariyle görkemli heyetinizi tebrik ederim. Bu parlak muzafferiyetin âmili olan zevatı huzur-u âlinizde ve bu kürsüden büyük hürmet ve takdirat ile yâdetmeyi bir vecibe-i vicdaniye addederim.”
Gördüğünüz üzere Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının harp tarihine geçecek büyüklükteki bu zaferi nedeniyle TBMM’yi kutlamaktadır. Milli Mücadele’nin 9 Eylül 1922’de sona ermesinin ardından Ankara’ya dönecek olan Atatürk, 4 Ekim 1922 tarihli TBMM konuşmasında da aynı kutlamayı yineleyecektir.
Atatürk, 19 Eylül 1921 tarihli konuşmasında dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa başta olmak üzere muharebenin komuta kademesini de öne çıkararak, kendisine yakışan bir nezaket gösterir; arkadaşlarının haklarını, milletvekillerinin ve tarihin huzurunda teslim eder.
Atatürk, Fevzi Paşa için “Erkan- ı Harbiye-i Umumiye Reisimiz (Genelkurmay Başkanımız) Fevzi Paşa Hazretlerinin bu meydan muharebesinde ifa ettiği hidemat (hizmetler) pek büyük sitayişlerle (övgülerle) yad edilmeye sezadır (değerdir)” der.
Atatürk, İnönü’yü de “Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretleri, derin bir zekâ, yorulmaz bir azim ve iman ve faaliyetiyle gece gündüz harekâtın en ufak noktalarına varıncaya kadar nafiz olmuş ve fevkalade bir nazarla ordusunu sevk ve idare ederek bu muvaffakiyet ve muzafferiyete ulaştırmıştır” sözleriyle över.
SAKARYA: BÜYÜK VE KANLI SAVAŞ
Peki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının kazandığı ve harp tarihinde örneği olmayan Sakarya Meydan Muharebesi’nin temel özelliği nedir?
Atatürk’ün Nutuk’ta da kullandığı Melhame-i Kübra, yani “büyük ve kanlı savaş”ın temel özelliği, kendisinin şu talimatındadır: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.” Atatürk yine Nutuk’ta sonucu şöyle özetler:
“Ordumuzun her ferdi, bu sistem dahilinde, her adımda azami fedakârlığını göstermek suretiyle düşmanın üstün kuvvetlerini imha ederek, yıpratarak, nihayet onu, taarruzuna devam kabiliyet ve kudretinden mahrum bir hale getirdi.”
Sakarya “melhame-i kübrasında”, TBMM Ordusu 277 subay ve 5 bin 436 erini şehit verdi; toplam yaralı sayısı, 17 bin 500 civarında. Yunan ordusundan da 208 subay, 3 bin 750 er, yaşamını kaybetti.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Vatan Yolunda” adlı eserinde Sakarya Meydan Muharebesi sonrasındaki tabloyu, “Mustafa Kemal Paşa’nın, Melhame-i Kübra adını verdiği bu büyük harp sahasını henüz kanları kurumadan evvel tavaf edip dolaşacaktım. Gerçi teneffüs ettiğimiz havada barut, duman ve kül kokuyor....” cümleleriyle betimler.
“Melhame-i Kübra” ifadesine Nâzım Hikmet’in, Kurtuluş Savaşı Destanı’nda da rastlarız:
“...Sonra 23 Ağustos: Sakarya melhame-i kübrâsı ki/ devamı 13 Eylül gününe kadardır/ Bizim kırk bin piyademiz/ dört bin beş yüz atlımız/düşmanın seksen sekiz bin piyadesi/ üç yüz topu vardır...”
Ve Nâzım, Sakarya Meydan Muharebesi’nin finalini de şöyle anlatır:
“Ve insana bıraktığı hiçbir şeye acımadan/ölmek arzusu veren/ Cihanbeyli ovası: çöl/ Bu çölün/ bu dağların/ bu nehrin ve bizim önümüzde/ yirmi iki gün ve gece fasılasız dövüşüp/ düşman ordusu ricata mecbur kaldı...”
Evet, düşman ordusu “ricata mecbur kaldı…”, yani bozguna uğrayarak geri çekildi.
Savaşın sonuçları arasında, Atatürk’e Mareşal rütbesiyle birlikte “Gazilik” unvanın verilmesi de vardır. Atatürk, TBMM’nin bu kararıyla ilgili duygularını Nutuk’ta, “Sakarya Muharebesi neticesine kadar bir askeri rütbeye sahip değildim. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisi’nce Müşir (mareşal) rütbesiyle Gazi unvanı verildi. Osmanlı Devleti’nin rütbesinin yine o devlet tarafından alınmış olduğu malumdur” cümleleriyle aktaracaktır.
ATATÜRK: BARIŞSEVER BİR KUMANDAN
22 gün ve gece aralıksız süren muharebenin kısaca askeri özeti budur. Bu noktada, yazımın ilk bölümünde sorduğum sorunun bir benzeriyle devam edelim: “23 Ağustos- 13 Eylül 2021, sadece büyük ve kanlı bir savaşın yüzüncü yıldönümü müdür?” Elbette hayır!
Sakarya Meydan Muharebesi, askeri sonuçları kadar önemli siyasi sonuçlarıyla da Türkiye Cumhuriyeti’nin mihenk taşlarından biridir. Çünkü Atatürk, tüm savaşlarda olduğu gibi Milli Kurtuluş Savaşı’na başladığı gün itibarıyla esas olarak barışı hedeflemiştir.
Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında TBMM’de yaptığı konuşmada, milli sınırlarımız içinde hür ve bağımsız yaşama amacımızı, zafer kazanmış bir kumandanın değil, barış isteyen bir devlet adamının duygularıyla, özlemiyle betimler. Kazanılan zaferi önemsizleştirmez ancak kendisini ve milletini barışsever olarak nitelendirir.
“Bütün cihanın bilmesi lazımdır ki, Türk halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti uşak muamelesine tahammül edemez” der ancak devam cümlelerinde barışa, düşman olarak karşımıza dikilen ülkelerle de gelecekte barış içinde yaşama isteğine yer vardır.
Yunus Emre’nin, “Biz kimseye kin tutmayız, bütün âlem birdir bize” dizelerinden ilham almışçasına, “..İtilaf devletleri dahi varlığımızı ve milli bağımsızlığımızı tanıdıkları takdirde onlarla da aramızda hiçbir ihtilaf sebebi kalmayacaktır, derhal barış sağlanabilir. Biz savaş değil, barış istiyoruz. Sulh yapmaya hazırız ve bence buna mani hiçbir sebep yoktur” vurgusu yapar.
BARIŞ ARAYIŞININ 100. YILI
Bu çerçevede, “23 Ağustos - 13 Eylül 2021” tarihleri sadece Sakarya Meydan Muharebesi’nde kazanılmış bir büyük zaferin yıldönümü değildir. Mustafa Kemal Atatürk’ün, dünyada benzeri görülmemiş askeri bir zaferden kalıcı bir barış çıkarma mücadelesinin de yüzüncü yılıdır.
Unutulmamalıdır ki ulu önder Atatürk, milletinin istiklali için “yedi düvele/ dönemin egemen güçlerine” karşı savaşmaktan çekinmeyen ancak barıştan başka bir şey de düşünmeyen bir dâhiydi. Dolayısıyla Sakarya Meydan Muharebesi zaferi, “Yurtta ve dünyada barış” ilkesiyle özdeş bir başlangıcı ifade eder.
Savaş meydanlarında kazanılan zaferlerin, iktisadi zaferlerle olduğu kadar diplomatik zaferlerle de taçlandırılmasının miladıdır. Örneğin, Fransa’nın Sakarya Savaşı’nın hemen ardından TBMM ile imzaladığı Ankara Anlaşması, bu tür bir taçlandırmadır. 20 Ekim 1921 tarihli anlaşma, Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonuçlarından biri olarak, TBMM’nin milli amaçlarının ilk defa Batılı bir işgal devleti tarafından kabulüdür.
Özetle, Sakarya Meydan Muharebesi’nin yüzüncü yılı barışı daha çok konuştuğumuz, barışı daha çok istediğimiz bir yıl olsun. Ülkemizin egemenlik haklarından ödün vermeksizin, yakın ve uzak komşularımızla barış dolu bir geleceği kurabiliriz. Üstelik bu barış dolu geleceğin öncüsü de biz olabiliriz.
İşgalcilere ve egemen güçlere karşı, hukukumuzu temin edinceye kadar silahlarını elden bırakmayan ancak savaş taraftarı da olmayan, herkesle barış yapmak isteyen Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları gibi, bugün bizler de ülkemizi bölgemizde gerilimlere, çatışmalara çözüm üreten bir ülkeye dönüştürebiliriz.
Unutmayın, gelecek yıl Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin ve Büyük Taarruz’un yüzüncü yılını, bir sonraki yıl da 2023’te cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılını kutlayacağız. Kimsenin şüphesi olmasın, Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına girdiğinde, Cumhuriyetimizin demokrasiyle taçlandırılması, güçlendirilmiş parlamenter sistemin kuruluş çalışmaları başlamış olacak.
102 yıl önce Samsun’da bir büyük inançla işe başlayan, 101 yıl önce Ankara’da bir zümre, aile veya kişinin hâkimiyetine dayalı değil, halkın iradesine dayalı demokratik bir meclis toplayan, 100 yıl önce benzeri görülmemiş bir zaferden barış çıkarmak için çaba harcayan Mustafa Kemal Atatürk yol göstericimizdir.
Mustafa Kemal başardı, ondan aldığımız ilhamla biz de başaracağız. Kimseye kin tutmadan, bütün âlemi bir kabul ederek.