Meral Akşener: Panik rüzgarı Beştepe koridorlarında esmeye başlamış...

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin haftalık grup toplantısında gündeme dair açıklama yaptı. Akşener, bu haftaki grup toplantısında kürsüyü atanamayan bir öğretmene bıraktı.

Meral Akşener: Panik rüzgarı Beştepe koridorlarında esmeye başlamış...

Türkiye, ekonomide yaşanan büyük kriz sonrası gözünü kulağını siyasi parti liderlerine çevirdi. Dolarda yaşanan sert yükseliş sonrası parti liderlerinin ne söyleyeceği merak konusu oldu.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, haftalık grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Akşener, burada yaptığı konuşmada yaşanan ekonomik krizle ilgili de açıklama yaptı.

Akşener'in konuşmasından satırbaşları şöyle:

Geçtiğimiz Cumartesi günü Denizli'deydik. Söylenecek sözümüz var dedik, Denizli'nin sesini tüm Türkiye duysun dedik. Denizlili kardeşlerimiz de 29 Ekim Meydanı'na adeta aktılar. Denizli'de Türkiye'nin her yerinde yaşanan yoksulluğa, yokluğa, işsizliğe, adaletsizliğe artık yeter diyen bir millet refleksiydi.

Milletin kurduğu bir partiyi dağıtmaktan, genel başkanını teneşire yatırmaktan bahseden Sayın Erdoğan'a 'Dur bakalım' diyen bir millet refleksiydi. Milletimiz Denizli'den, 'Siyasette son sözü ben söylerim' dedi. Milletimiz Denizli'de, 'İYİ Parti yalnız değildir' dedi. Milletimiz Denizli'den 'Mağrur olma sayın Erdoğan senden büyük millet var, senden büyük Allah var' dedi.

DEDİKODUCU İKTİDARA SÖZÜM ŞUDUR: NAZAR ETME NE OLUR ÇALIŞ SENİN DE OLUR

Denizli'deki kalabalığı gören bazı iktidar mensuplarını kaşıntı tutmuş. Dedikodu sıraları oluşmuş, panik rüzgarları Beştepe koridorlarında esmeye başlamış. Biz milletimizin arasındayız. Girilmedik sokak, çalınmadık kapı bırakmıyoruz. Milletimiz de bu gayreti görüyor bizimle yürüyor. Dedikoducu iktidara sözüm şudur 'Nazar etme ne olur çalış senin de olur'

Biz, Denizli’ye, milletimize tercüman olmak için gittik. Milletimizle buluşup, dertlerini, o meydandan, saraydakilere duyuralım diye gittik. Ve biliyorum ki, duydular. On binlerce vatandaşımızın, verdiği cevapları, ilettiği mesajları, gayet net bir şekilde duydular.

Ama ar damarı çatlamışlar, her zaman yaptıkları gibi, kulaklarının üzerine yattılar. Olsun. Önce, duyacaklar. Sonra, daha güçlü duyacaklar. Sonra, kulakları sağır edecek şekilde duyacaklar. Sonunda, ya gereğini yapacaklar, ya da çekip gidecekler. Bu kadar basit.

ERDOĞAN'A EMEKLİLİK HAYATINDA BAŞARILAR DİLİYORUM

Yalnız, ben size bir şey söyleyeyim mi; 22 aydır, milletimizin arasındayım.

Türkiye’yi, il il, ilçe ilçe geziyorum. Ve görüyorum ki milletimiz, kararını çoktan vermiş. Sayın Erdoğan ve arkadaşları için, artık yol görünmüş. Bavulları toplama vakti, artık gelmiş. Hareket saati, artık gelip çatmış. Bu vesileyle, Sayın Erdoğan’a iyi yolculuklar, emeklilik hayatında da başarılar diyorum.

DOLARDAKİ ARTIŞ

Değerli milletvekilleri; Geçen hafta, bu kürsüden konuşurken, dolar 10 lira 43 kuruştu. Bu sabah, 13 lira. Bu ne demek biliyor musunuz? Bir hafta içinde, dış borcumuz, 1 trilyon 180 milyar lira arttı demek. Hani şu bol garantili projeler var ya, hani o beş müteahhidin kasaları var ya, işte o kasalara, 420 milyar lira daha girdi demek.

Kendisi bu sıralar, yurtdışında turistik faaliyetler peşinde ama Damat Bakan’ın, geçen yıl ülkemizi içeriye, dolar ve altın cinsinden borçlandıran, akıl dolu stratejik hamlesinin sonuçları, bugün maalesef karşımızda. Çünkü, Damat Bakan’ın olağanüstü vizyonu sağ olsun, bu artış, aynı zamanda, cebimizden fazladan 320 milyar lira çıkması demek. Yani sadece bir hafta içinde, Türkiye’nin borcu, 1 trilyon 920 milyar lira arttı demek. 83 milyon vatandaşımızın, her birinin cebinden, 8 asgari ücret kadar para çıktı demek. Bu arkadaşlar pek oralı değil ama, sadece 1 hafta içinde, geçen sene alın terimizle, çalışarak, üreterek kazandığımız milli gelirimizin, 3’te birini, borç olarak geri verdik demek.

DURMAK YOK, SAÇMALAMAYA DEVAM...

Peki tablo bu kadar ciddiyken, iktidar mensupları ne yapıyor dersiniz? İktidar, yine her zamanki gibi: Durmak yok, saçmalamaya devam… 30 yıldır, dolar karşısında değer kaybetmeyen Japon Yeni’yle, beyin yakan kıyaslamalar yapanlar mı dersiniz…Matematik bilimini ağlatma pahasına, sözü, “Amerika Birleşik Devletleri bizi kıskanıyor’a” getirenler mi dersiniz… 5 bin liralık kaşkoluna laf edenlere, “Bizimkiler dizisinin kapıcısı değiliz ya…” diyerek, genel başkanının, apartman görevlisi sevgisini, yepyeni seviyelere taşıyan, densizler mi dersiniz… Utanmadan, “Ayda iki kilo et yiyorsak, yarım kilo yeriz. Domatesi iki kilo yerine, iki tane alırız. Kış günü turfanda sebzeleri kullanmak, zaten sağlığa da çok faydalı değil. Biber alırız, bir kilo alacağımıza, 3 tane alırız...” diyen, beslenme uzmanı milletvekili mi dersiniz…

Zor durumdaki çiftçilerimize, “nankör” demeye kalkan, hadsizler mi dersiniz... Biz, “Bir ay içinde LPG’ye 4 defa zam yapıldı.” diyince, “Yeni bir ekonomik rota deniyoruz.” diyen, üstün zekalı navigasyon uzmanları mı dersiniz... Hatta, Batman’da sergilediği dört işlem bilgisiyle, dosta güven, düşmana korku salan, ünlü ekonomist Sayın Erdoğan’ın bizzat kendisi mı dersiniz.

Ez cümle; Kolektif bir saçmalama furyası, almış başını gidiyor. Milletimiz her gün daha da fakirleşirken, Sayın Erdoğan’ın himayesindeki cehalet festivali, tüm hızıyla devam ediyor. Ne diyelim, Allah ıslah etsin.

İŞİ HEP BAŞKALARINA FATURA EDİYORSUN

Aziz milletim; Ne sayın Erdoğan, ne de ortaklarının, Türkiye’ye verecek hiçbir şeyleri kalmadı. Bu yüzden, milletimizin iradesine saygısızlıkta sınır tanımıyorlar. Bunlar, artık, milletimizin önemli bir bölümünün, güvenerek yetki verdiği kadrolar değil. Sayın Erdoğan önceki gün, meseleyi yine getirdi, başkalarının üzerine yıktı. Ne dedi biliyor musunuz? “Kur, faiz ve fiyat artışları üzerinden oynadıkları oyunu görüyoruz.

Kurdaki yükselişi bahane ederek, hiçbir mantıklı izahı olmayan, fahiş fiyat artışları yapan fırsatçılara, göz açtırmayacağız. Hepsinin tepesine tepesine bineceğiz.” Kardeşim, ülkeyi yöneten sensin. LPG’ye, doğalgaza, mazota, benzine, elektriğe zammı yapan sensin, sen. Şimdi çıkmışsın, “Bu fiyat artışları, fırsatçılar yüzünden oluyor.” diyorsun.

Madem öyle, o zaman şu ana kadar gereğini niye yapmadın? Anca atıp tutuyorsun. İşi hep, başkalarına fatura ediyorsun. Madem öyle, çık, gereğini yap, milletin sırtına yapışmış keneler varsa, sök at. Heyhat! Yapmıyor. Çünkü yapamıyor. Çünkü, kenelere bir el uzatsa, hepsi ya Ak Parti’nin kodamanı çıkacak, ya da eş, dost, tanıdık çıkacak. Varsın olsun. Nitekim; Zaten artık, terörist çiftçi, işbirlikçi manav, dış güçlerin maşası market suçlamalarını da, kimse ciddiye almıyor. Milletimiz, asıl meselenin, Sayın Erdoğan’ın kendisi olduğunu gayet net görüyor.

DIŞ GÜÇLER GELSE NE OLURDU?

Gelin şimdi, hep birlikte, bir zihin egzersizi yapalım. Mesela; Dış güçler, lobiler, Türkiye’ye birini gönderseydi; ve bu kişi, bu ucube sistem sayesinde, bir şekilde başa gelseydi; sizce ne olurdu? Mesela; Türkiye’yi zayıf düşürmek, milleti fukaralığa mahkum etmek için, ne gerekirse onu yapardı. Değil mi? Mesela; Türk lirasının değerini düşsün diye, ne gerekiyorsa yapardı. Mesela, Türkiye’ye sömürge muamelesi yapar, “Burada ucuz iş gücü var, gelin.” diye, yabancıları davet ederdi.

Mesela; Türk Milleti’ni, her geçen gün, daha çok borçlandırır, Türkiye’nin rekabet gücünü, sıfıra indirir, Türk şirketlerini, ayakta duramayacak hale getirir, ve yabancılara kelepir fiyata peşkeş çekerdi. Değil mi?

Sonra mesela; Türkiye’nin en güçlü olduğu alanları çökertmek için çalışırdı. Türkiye’nin en büyük potansiyeli nerede? Tarımda. O zaman ne yapardı? Tarımı öldürmek için, tarım alanlarını imara açardı. Samanı, buğdayı, eti, ithal ederdi. Şeker fabrikalarını satardı. Düşük fiyat açıklayıp, çiftçileri borca sokardı. Sonra da, borçlu çiftçilerin elindeki arazileri, satın almak için uğraşırdı. Değil mi?

BECERİKSİZLİK VE İHANET ARASINDA KILDAN İNCE BİR ÇİZGİ VARDIR

Ez cümle; Türk parasını pul, Çiftçiyi kendine kul, Yolsuzluğu da, kendine yol ederdi. Değil mi? Tabi şimdi, bu zihin egzersizi ile, Ak Parti iktidarı arasındaki benzerlikleri fark edenler, bizim bu arkadaşlara, her ayna tutuşumuzda yaptıkları üzere, yine bağırmaya başlayacak. Ne yani, sen Cumhurbaşkanına, “Dış güç mü diyorsun?” diyecekler.

Sen, Sayın Erdoğan’a, “lobilerin adamı” mı diyorsun? diyecekler. Hayır. Ben diyorum ki; bir dış güç göreve gelse, ancak bunları yapardı. Gerisi benim değil, Sayın Erdoğan’ın sorunu.

Türkiye’ye, ancak bir dış gücün ve lobilerin vereceği zararı vermişse, bu mesele, benim değil, Sayın Erdoğan’ın meselesidir. Şapkayı önüne alıp düşünmesi gereken de, Sayın Erdoğan’ın bizzat kendisidir. Sonuçta, o dış güç, şayet birini göreve getirse, bir yerden sonra; “Artık daha fazla da kötülük etmeyeyim, maskem düşecek, foyam ortaya çıkacak.” diye çekinirdi. Ama, Fiyaskoların Lideri Sayın Erdoğan, Ülkeyi tamamen kendi doğal yeteneğiyle batırdığı için, ne utanıyor, ne sıkılıyor, ne de çekiniyor.

Aynı rahmetli Başbuğumuzun söylediği gibi; “Beceriksizlikle ihanet arasında, kıldan ince bir çizgi vardır. Beceremediği halde makam, mevki işgal etmek, en büyük ihanettir." İşte o nedenle, kendisinin niyeti iyi midir, kötü müdür, artık bir önemi yok. Çünkü söz konusu devleti yönetmekse, cehalet ve ihanet aynı yola çıkar. Bu kadar basit.

İKTİDARA SESLENİYORUM

Buradan iktidardakilere sesleniyorum; İstediğiniz kadar bağırın çağırın. Ekonomiye ettiğiniz ihanetin ispatı, televizyon kanallarının sağ alt köşesinde duruyor. Orada, dolar 13 lira yazıyor. Sayın Erdoğan konuşuyor, dolar yükseliyor. Sayın Erdoğan konuşuyor, enflasyon artıyor. Sayın Erdoğan konuşuyor, milletimiz fakirleşiyor. Ne söylerseniz söyleyin, Ne yalan uydurursanız uydurun, Ne masal anlatırsanız anlatın, Mızrak artık çuvala sığmıyor, gerçeğin ta kendisi, apaçık ortada duruyor.

JAPON YENİ YERİNE TÜRK LİRASINA KAFA YORSANIZ BU OLMAZDI

Bu gerçek, zam olup yağıyor. Esnaf perişan, sanayicimizin eli ayağı bağlanıyor. Mutfaktaki yangın, her geçen gün büyüyor. Bu aziz millet, size o yetkiyi, masal anlatın diye değil, işinizi iyi yapın diye verdi. Japon esnafının sorunlarına, Japon Yeni’nin durumuna kafa yoracağınıza, Türk lirasına kafa yorsaydınız, böyle olur muydu?

SUÇLAYACAK MESLEK GRUBU MU KALMADI?

Yetkiyi aldınız, görevi kötüye kullandınız. Milletimize hizmet etmek yerine, eşe, dosta, yandaşa çalıştınız. İnsanlarımız iş bulamazken, siz sarayda bol maaşlı sefalar sürdünüz. Vatandaş yoklukla mücadele ederken, siz israf içinde yüzdünüz. Ve bunun bedelini, ilk sandıkta, ziyadesiyle ödeyeceksiniz. Bundan şüpheniz olmasın.

Değerli dava arkadaşlarım; Bu malum arkadaş, son olarak çıkıp ne dedi biliyor musunuz? Türkiye’yi, bu ekonomik kurtuluş savaşından da, zaferle çıkaracaklarmış. Vay, vay, vay. Bak sen hele… Hamasette gelinen noktaya bakar mısınız?

Muhterem; Daha 2 hafta önce, “Türkiye uçuyor.” diyordun. Ekonomiyi şaha kaldırıyordun. Hatta, ciltler dolusu kitabını yazıyordun. Hayırdır Sayın Erdoğan? Hesabın mı şaştı? Anlatacak masallar mı bitti? Suçlayacak meslek grubu mu kalmadı?

Kardeşim; Türkiye ekonomisini işgal etmeye kalkanlar, sen, beş müteahhitin ve liyakatsiz kadrolarından başkası değil. Ekonomiyi yerle bir eden siz, Ticareti işgal eden siz, Tarıma taarruz başlatan siz, Milletin hazinesini ganimet görüp, yağmalayan da siz. Şimdi çıkıp, kime karşı, neyin savaşını vereceksin? Ekonominin dibe vurmasının, zamların, işsizliğin, uçan enflasyonun, dövizin sebebi sensin. Şimdi çıkıp, kendi kendinle mi, mücadele edeceksin?

PROBLEM YOK DEDİNİZ

Daha dün meclis grubumuz, genel görüşme talebinde bulundu. Dedik ki; "Döviz kurlarında meydana gelen ani artışın nedenlerinin belirlensin. Bu nedenler, ivedilikle engellensin, ve oluşturduğu tahribat giderilsin." Siz ne yaptınız? Ortağınla el ele verip, reddettiniz. Yani, “Biz durumdan gayet memnunuz, bize göre ortada bir problem yok.” dediniz.

Bak Sayın Erdoğan; Bu iş böyle olmuyor. Sen saçmaladıkça, olan, bu güzelim memlekete oluyor. Gel, kendini de, milletimizi de, daha fazla yorma. Daha fazla tadımız kaçmadan, getir sandığı, gerisini biz hallederiz. Sen yeter ki gölge etme, biz başka ihsan istemeyiz.

Değerli dava arkadaşlarım, Sayın Erdoğan ve partisinin cehaleti ve beceriksizliği artık kabak tadı verdi. Geçtiğimiz haftaki Denizli mitingimizde de söyledim, yine tekrar ediyorum. İlk yapılan yanlışa kaza, ikincisine hata, üçüncüsüne ise tercih denir. Artık bugün eminiz ki; Sayın Erdoğan, milletimizi fakirleştirip etrafını kayırmayı tercih ediyor. Memleketi yönetmeyi değil, yetkinin keyfini sürmeyi tercih ediyor. Liyakat sahibi ve milletine bağlı kadroları değil, kendine biat eden, pık diyici bir saray bürokrasisini tercih ediyor.

Yani ekonominin içine düştüğü bu durum, Çiftçimizin, esnafımızın, emeklilerimizin, öğrencilerimizin çektiği, bu çile, Sayın Erdoğan’ın hatası değil, tercihidir. İşte bu yüzden, bugün yaşadığımız kriz, Türkiye iktisat tarihine, bir yönetim krizi olarak geçecektir. Çünkü bu ucube sistem; Rasyonellikten, şeffaflıktan, hesap verebilirlikten nasibini almadığı için, ülkemize neredeyse ihanet edecek kadar, kötü kararların alınmasına sebep oluyor.

Bu ucube sistem; Kişisel tercihlerin ve ihtirasların, ülkenin ve devletin çıkarlarının, önüne geçmesine sebep oluyor. Yani bu ucube sistem; Türkiye’nin önünü açmak yerine, koca bir milleti, Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının vasatlığına mahkum ediyor. İşte tam olarak bu yüzden; Bizim öncelikli itirazımız, bu ucube sistemedir. Çünkü; Sayın Erdoğan ve ucube sistemi sebep, Yaşadığımız ekonomik kriz ve derinleşen yoksulluk bir sonuçtur.

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ

Aziz milletim, Bugün, 24 Kasım Öğretmenler Günü… İktidardakiler, bugün; Öğretmenliğin ne kadar onurlu bir meslek olduğundan, öğretmenlerimizin, ne kadar kıymetli olduğundan dem vurup, süslü cümleler kurarak, bol miktarda hamaset yapacak. Peki öğretmenlerimizin yaşadıkları sorunları dile getirebilecekler mi? Dile getirseler bile, çözecekler mi? Maalesef hayır…

Öğretmenlerimizi, bugün hatırlayacaklar, yarın da hemen unutacaklar. Öğrencisinin yüreğine dokunması gerekirken, daha onlara kavuşamamış olan öğretmenlerimizi unutacaklar. Atanamadığı için intihar eden, Halil öğretmenimizi unutacaklar. Çalışmak zorunda kaldığı inşaatta, hayatını kaybeden, Fedai öğretmenimizi unutacaklar.

Ay sonunu getiremediği için, ek iş yapmak zorunda kalan, abuk sabuk kategorilere bölünen, daha nice öğretmenimizi de, hemen unutacaklar. Ama biz unutmayacağız. Onlara da unutturmayacağız. Değerli dava arkadaşlarım; Eğitim, bir insanın doğduğu yeri, kaderi olmaktan çıkartan bir fırsat, ve kendi hayatı üzerindeki söz hakkıdır.

Eğitim; bir milletin varlığını, koruyan, besleyen ve büyüten en önemli kaynağıdır.

Eğitim; bir ülkenin, büyüme, çağdaşlaşma, ve muasır medeniyetler seviyesine, çıkma yolculuğunun anahtarıdır.

Eğitim; dünyanın değişimindeki en stratejik güçtür. Kaliteli eğitimin çıktısı olan, nitelikli insan gücü, ülkelerin, kıyasıya bir rekabete girdiği günümüzde, milletlere stratejik üstünlük kazandıran, en önemli avantajdır.

Hiçbir ülke, eğitimin yarattığı değerin üzerinde bir değer yaratamaz. İşte bu yüzden, Sokrat’ın da söylediği gibi; “Dünyada her şeye bir değer biçilebilir ama, bir öğretmenin eserine değer biçilemez.” Aslında biz bunu, en yakınımızdan biliyoruz. Başöğretmenimizin, “Benim en büyük eserim” dediği, paha biçilmez Cumhuriyetimizden biliyoruz.

Cumhuriyetimizin genç nesillere, genç nesillerin de, öğretmenlerimize emanet edilmesinden biliyoruz. Peki, hal böyleyken; Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerimizin mimarları olan, ana kucağından, baba ocağından sonraki, ilk durağımız olan öğretmenlerimiz için, bizler ne yapıyoruz? Koca bir hiç!

İşte tam da o nedenle, Milletin Kürsüsü’nde bu hafta, atanamayan öğretmenlerimizi dinleyeceğiz. Bugün aramızda, atanamayan öğretmen bir kardeşimiz var. Ekrem Demir aramızda. Buyur Ekrem Öğretmenim, söz de, kürsü de senindir.

ATANAMAYAN ÖĞRETMENLER

Değerli dava arkadaşlarım; Eğitim fakültelerimiz, her yıl, 45 bine yakın mezun veriyor. Buna, başka fakültelerde okuyup, pedagojik formasyon alanlar da ekleniyor. Dolayısıyla her yıl, en az 50 bin kişi, atanıp mesleğini yapmayı bekliyor. Buna rağmen, Millî Eğitim Bakanlığı, her yıl yaptığı gibi bu yıl da, yalnızca 20 bin öğretmen ataması yaptı. Okullarda, 100 binden fazla, öğretmen açığımız var. Ama atanamayan öğretmenlerin sayısı yarım milyonu aştı. Allah aşkına; İyi yönetilen bir ülkede, atanamayan öğretmenler diye, bir sorun olabilir mi? Böyle bir sorun yaratmak için, insanın zihinsel sorunları olması lazım.

İyi yönetilen bir ülkede; ya, atanacak kadar öğretmen yetişir; ya da, yetişmiş öğretmen kadar atama yapılır. Bu denklemi çözmek, o kadar da zor değil. Ama çözemiyorlar. 3 senedir, her öğretmenler gününde, aynı sorunları konuşuyoruz. Bir adım ilerleme yok. Türkiye’de, atanamayan öğretmenler diye bir sorun var. Bu sorunun nesini anlamadınız? Aynı sorunları, duvara anlatır gibi konuşmaktan, ben yoruldum; siz boş boş bakmaktan yorulmadınız. Şu sorunu çözmek, sorunu konuşmaktan daha kolay. Ama hala tık yok. Gerçekten akıl alır gibi değil…

Bu ülkede öğretmen açığı var mı? Var. Hem de çok sayıda öğretmen açığı var. Pek çok okulda, sadece sınıf öğretmeni görev yapıyor. Branş eğitimi yok. Devlet okullarında yabancı dil eğitimi yok. Çoğu devlet okulunda spor branşları yok.

ERDOĞAN, MEMLEKETİMDE MİTİNG YAPIP NE SÖYLEMİŞ BİLİYOR MUSUNUZ...

Peki bu açığı kapatacak kaynak var mı? Evet, kaynak var. Bugün 100 bin öğretmen atansa, devlete yıllık maliyeti en fazla 12 buçuk milyar lira. 5 müteahhide gelince kaynak var da, öğretmenlere gelince mi kaynak yok? Geçtiğimiz hafta, Plan Bütçe Komisyonu’nda, Millî Eğitim Bakanlığı’nın, 2022 bütçesi görüşüldü. 50 bin öğretmenimizin daha atamasının yapılması için, 6 milyar 250 milyon liralık, ilave ödenek önergesi verdik. Ama bilin bakalım yine ne oldu? Cumhur İttifakı oyları ile reddedildi. Yazıklar olsun…

Türkiye’nin kaynağı var. Hem de öyle bir kaynağı var ki; Öğretmene de yeter. EYT’liye de yeter. Memura da, esnafa da, öğrencilerimize de yeter. Bu ülkenin kaynağı bol, ama maalesef iktidarın vicdanı kıt. Sayın Erdoğan, henüz iktidara gelmediği dönemde, memleketim İzmit’teki bir mitingde, ne diyor, biliyor musunuz? “72 bin öğretmen açığınız var. Siz hala, sınavla öğretmen alıyorsunuz. Ne sınavı. Kaldırın, atamalarını yapın.” Aynen böyle diyor.

Hatta bu çağrısını, başka toplantılarda da dile getiriyor. Peki, şu an ülkeyi kim yönetiyor? Aynı Sayın Erdoğan. Bugün, ilk etapta 100 bin öğretmen açığımız varken, parmağını kıpırdatmayan kim? Aynı Sayın Erdoğan. Allah kimseyi, bu duruma düşürmesin. Cenab-ı Hakk, kimseyi, dün söylediğini, bugün unutanlardan, verdiği sözden dönenlerden etmesin.

OECD VERİLERİ

Aziz milletim, Geçen yıl yapılan bir ankete göre, öğretmelerimizin yüzde 43’ü; “Daha iyi para kazanacağım bir iş bulursam, mesleği bırakmayı düşünüyorum.” diyor. Yüzde 59’u ise, gelecekten umutsuz olduğunu söylüyor. Durumun vehametine bakar mısınız? OECD verilerine göre, Türkiye, öğretmen maaşı en düşük ülkeler arasında. Bugün Türkiye’de, öğretmenlerimiz, yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Yani öğretmenlerimiz, ilk önce atanmanın derdine düşüyor, sonrasındaysa, tam atandığına sevinecekken, bu sefer de, geçinmenin zorluğuyla yüzleşiyor.

SAYIN ERDOĞAN, HAYAL DÜNYASINDA İŞLER NASIL BİLMİYORUM AMA...

Şimdi size, 32 yıllık bir öğretmenimizin mektubundan, bir bölüm okumak istiyorum. Diyor ki; “32 yılın sonunda, yüksek derecede bir öğretmenim. Aylık maaşım, 5 bin 795 lira. İki çocuğum var. Biri üniversiteden mezun oldu, ama iş bulamadı. Diğeri lisede okuyor. Bu maaşla, ayakta durmak mümkün değil. O yüzden önce kredi kartlarına, sonra da kartları ödemek için kredilere yükleniyoruz. Maaşımın yarısını kredilere ödüyorum. Kiradan faturalara, çarşı pazardan çocuklarımın ihtiyaçlarına, bu çarkı nasıl döndüreceğimi bilmiyorum. Bu kadar karmaşık bir zihinle, öğrencilerime nasıl hizmet edeceğimi varın siz düşünün.” Aynen böyle diyor. Sayın Erdoğan’ın hayal dünyasında, işler ne durumda bilmiyorum ama, kim ne masal anlatırsa anlatsın, işte Türkiye’nin gerçeği bu.

YAZIKLAR OLSUN

Değerli Milletvekilleri; 32 yıllık bir öğretmenle, mesleğe yeni başlamış bir öğretmenin maaşı arasında, ciddi bir fark olması gerekir değil mi? Çünkü, deneyim süresi, maaş üzerinde etkili olmalıdır. Ama bakın, OECD ülkelerinde, mesleğe yeni başlamış bir öğretmenle, uzun yıllar hizmet etmiş bir öğretmenin maaşı arasındaki fark, yüzde 65’in üzerindeyken, maalesef Türkiye’de, bu fark, yüzde 12.

Mevcut durum yeterince kötü değilmiş gibi; bu ucube sisteme geçtiğimizden beri, yaşadığımız ekonomik kayıplar da, milletimizin her ferdi gibi, öğretmenlerimizin de hayat standardını iyice düşürdü.

Mesela, Temmuz 2015’te, en yüksek öğretmen maaşı 2982 lira. O günkü dolar kuruyla, bu maaş 1117 dolar ediyor. Kasım 2021’deyse, en yüksek öğretmen maaşı 5800 lira. Peki kaç dolar ediyor biliyor musunuz? 527 Dolar. Hatta bu sabahki kur itibariyle daha da aşağıda inmiş durumda…

Aylık maaşta, 590 dolardan fazla kayıp var. Yani maaşın kendisinden daha fazla kayıp var. Sayın Erdoğan; İşte sana, dolarla maaş almayan öğretmenlerimiz durumu. Sen bol varaklı sarayında sefa sürerken, devr-i iktidarında, öğretmenlerimizi düşürdüğün duruma bak. Yazıklar olsun.

Etiketler
Meral Akşener İYİ Parti Öğretmen