Uğur Mumcu Araştırma Komisyonu Başkanı Ersönmez Yarbay: Bombayı koyan kişi yok, cezaevinde yatanların gerçek fail olduğuna inanmıyorum
Meclis Araştırma Komisyonu’nun Mumcu suikasti soruşturmasında devlet görevlilerinin bir takım dikkatsiz hareketlerini tespit ettiğini belirten Yarbay, “Fail bulunmadığı için arkasındaki güçler konusunda söylenen bütün şeyler birer senaryodan ibaret." dedi
GERÇEK GÜNDEM – MERVE ÇOBAN/ Türkiye tarihine çalışmalarıyla damga vuran araştırmacı gazeteci ve yazar Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te, Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda aramızdan ayrıldı.
Uğur Mumcu suikastinin karanlık perde arkası, aradan geçen 29 yıla rağmen aydınlatılamadı.
Uğur Mumcu Cinayeti'nin Açıklığa Kavuşturulması Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Başkanı, dönemin Refah Partisi Milletvekili Ersönmez Yarbay, suikastin gerçekleştiği dönemde yaşananları, Türkiye ve dünya iklimini, faillerin neden bulunamadığını ve araştırma sürecindeki soru işaretlerini Gerçek Gündem'e anlattı.
Bir dönem devlet bürokrasisinde görevlerde bulunan Ersönmez Yarbay, Refah Partisi Ankara il başkanı (1991-95), Refah Partisi Ankara milletvekili (1995-99), Fazilet Partisi Ankara il başkanı (1999-2001), AKP kurucu il başkanı (2001-02), AKP Ankara milletvekili (2002-07) görevlerinde bulundu. Yarbay, 2007’de Cumhurbaşkanlığı'na aday oldu. Ersönmez Yarbay, 2017 yılında Meral Akşener’in liderlik ettiği İYİ Parti’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı.
Uğur Mumcu suikastinin yaşandığı 1993 yılının siyasi ikliminde neler yaşanıyordu?
Türkiye, 91-99, hatta 2000 arasında siyasi çalkantılar içindeydi, çalkantılar büyüktü. O dönemde Türkiye'de faili meçhul cinayetler de sık sık işleniyordu. Bu cinayetlerin işlenişi, faillerinin bulunmayışı da zaman zaman ‘acaba bu işi devlet mi yaptırıyor, derin devletin işi midir’ gibi soruları da akla getiriyordu.
Böyle bir ortamda Muammer Aksoy, Uğur Mumcu gibi insanlar faili meçhul cinayetlere kurban gittiler. Devlet de bunların faillerini bulma konusunda zorlandı veya bulamadı. O günlerde öyle bir dönem yaşadık. Çetin Emeç, Eşref Bitlis, Sivas'taki yakılma olayı gibi bir sürü olay var. İstikrarsız bir dönem. Faili meçhul cinayetler sık sık gündeme geldi. Uğur Mumcu’nun önemli konular için çalışmaları vardı.
Suikastlerin ve faili meçhul cinayetleri gündeme damga vurduğu 1990-1993 yılları arasında Uğur Mumcu'ya yapılan saldırı, toplumda bardağı taşıran son damla oldu. Mumcu'nun Ankara'daki cenaze törenine toplumun her kesiminden yüzbinlerce yurttaş katıldı. Toplanan kalabalığa ara sokaklardan katılan çok sayıda insan ile birlikte kortej kısa sürede devasa bir kalabalığa dönüştü. 1990'lı yılların karmaşa içerisinde geçen günlerinde cenazede olumsuz olay yaşanmaması ve terör saldırısı olmaması dahi milyonlarca yurttaşın yüreğine su serpti. Türkiye’nin dört bir yanından kalkan otobüslerle yüz binler, Ocak kışına aldırmadan Ankara’ya akın etmiş ve on yıllar boyunca böyle bir insan seli görülmemişti. Cenazeye katılamayan milyonlar ise Türkiye’nin dört bir yanında sokaklara döküldü. Yurttaşların hedefinde Uğur Mumcu’nun da çalışmalarında hedef aldığı kontrgerilla ve İran vardı.
O dönemin koşullarında çok sayıda radikal İslamcı örgüt fail olarak gösterildi. Bazı örgütler ise suikasti üstlendi. Yaşanan süreçte bu iddiaların gerçeklik ile bağı nedir?
Gerçekçi değildi. Uğur Mumcu Cinayeti Araştırma Komisyonu, Meclis'te kurulduğu zaman dedim ki: "Refah Partisi milletvekili idim. Bu cinayet Refahçılara, İslamcılara uzansa bile herkes bildiğini anlatsın. Gerçeği ortaya çıkaralım. İnsan öldürmekle bir yere varılamaz. Bu fatura da haklı veya haksız bazı kişilere gruplara mal edilmesin. Elinizde bilgi ne varsa ortaya koyun." Bunları yetkililere söyledik ama maalesef somut bir şey ortaya çıkmadı. Netice çıkmadı.
"Bu cinayeti İran taraftarları, İran rejimi destekçileri işlemiştir, İslamcılar işlemiştir, veya bir başka grup işlemiştir." dediğiniz zaman delil ortaya koymanız lazım. Sadece "Bu olay dış güçlerin, falancanın eseri" demek yönlendirmedir. Gerçek değildir.
Uğur Mumcu cinayetinde ben Refah Partili olduğum halde bütün bilgileri belgeleri getirin, hep beraber tartışalım dedik. Ve bütün partiler sonunda hepimiz aynı metne imza attık. Aramızda bir görüş ayrılığı, çatışma çıkmadı ama failleri de bulamadık o araştırmalar içerisinde.
Bu arada devletin bu araştırmalar sırasında bir takım özensiz, dikkatsiz hareketleri tespit edildi. Ama bir fail bulunamadı. 99'da birtakım insanlar üzerine operasyonlar yapıldı. Onlar ceza da aldılar Uğur Mumcu cinayetinden dolayı. Ben faillerin onlar olduğuna da inanmıyorum. Çünkü bombayı bizzat arabanın altına yerleştiren ve o patlamayı gerçekleştiren kişi yok ortada. Cinayet Ankara'da işleniyor. Ankara'da işlenen bir cinayetin failinin bulunması lazım, faillerden de onun arkasındaki güçlere gidilmesi lazım. Ama fail bulunmadığı için arkasındaki güçler konusunda söylenen bütün şeyler birer senaryodan ibaret. Gerçeği yansıtmıyor.
Türkiye'nin yası sürerken siyasi parti liderleri ve devlet erkanı art arda Mumcu ailesine taziye ziyaretine gittiler. "Cinayeti çözmenin devletin namus borcu olduğunu" belirterek aileye ve topluma söz verenler arasında Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin de vardı.
Cenazeye katılan vatandaşlar Ankara sokaklarını "Türkiye İran olmayacak", "Türkiye laiktir, laik kalacak" Failler bulunsun hesap sorulsun" sloganları ve "Ankara'nın taşına bak" türküsüyle inletti. Cenaze Cumhuriyet Gazetesi'nin Ankara bürosuna getirilmeden önce ise on binlerce yurttaş Kızılay çevresinde adına türküler yazılan, gazeteci olarak hakikat savaşını kaleminden ödün vermeden yürüten Uğur Mumcu'yu karşıladılar.
Cenazeye katılan vatandaşlar devletin hiçbir sıfat koymasına gerek olmadan Uğur Mumcu'yu "60 milyon için hiç düşünmeden kendisini şehit eden" bir kahraman olarak tanımladılar. "İğne atsanız yere düşmez" denilen kalabalığın en önemli talebi ise şuydu: Demokrasi şehidi Uğur Mumcu'yu katledenler bulunsun, hesap sorulsun.
Uğur Mumcu'nun naaşını taşıyan cenaze aracının Yeni Karamürsel taraflarında arıza yapması üzerine binlerce kişi arabayı Maltepe Camii'ne kadar iterek getirdi. Bu anlar Türkiye tarihine damga vuracak ve Mumcu'nun hiçbir zaman unutulmayacağını gösterecekti.
Suikastin gerçekleştiği gün delil yerinin süpürülmesi, bulunan araba anahtarının Uğur Mumcu’nun cebine konulması ve siyasetçilerin delilleri ayakları ile çiğnemesi gibi görüntüler gündeme damga vurmuştu…,
Deliller hakkında yaşananların sebebi eğitimsizlik miydi, art niyet mi?
Elimde delil olmadığı için şüpheleniyorum art niyet vardır belki diye. Elimizde delil olmadığı için o şüpheyi çeviremiyorsun. Bu sefer biz de daha öncekilerin durumuna düşmüş oluruz. Ama şüphemiz var mı? Evet var. Fakat delil yok.
Türkiye siyasetine damga vuran yıllar yaşanırken dünya ise 1979'da yaşanan İran İslam Devrimi'nin, 1980-1988 yıllarında gerçekleşen İran-Irak, 17 Ocak 1991 – 28 Şub 1991 tarihleri arasında gerçekleşen 1. Körfez Savaşı'nın etkileriyle hala çalkalanıyordu. Radikal İslamcı örgütler ve İran yanlısı İslamcı örgütler suikastin baş faileri arasında gösterildi. İslamî Hareket Cephesi, İBDA-C ve Hizbullah, cinayeti üstlenen örgütler arasında yer aldı.
Terör örgütü PKK, silah kaçakçılığı, tarikatların Türkiye'de yarattığı tehlikenin iç yüzünü aktardığı çalışmaları ve kitapları ile araştırmacı gazeteci olarak hala Türkiye'de öğretmen olarak kabul edilen Uğur Mumcu'nun katledilmesinin araştırılması ve faillerin araştırılması için kurulan komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde tüm partilerin ortak kabulüyle 31 Ocak 1997 yılında çalışmalarına başlayabildi. Komisyon çalışmaları 1997 yılının Haziran ayında sona erdi. Kara günde delillerin bazı görevliler tarafından başbakan gelecek diye süpürülmesi, bulunan araba anahtarının Uğur Mumcu'nun cebine konulması, suikastin gerçekleştirildiği bölgeye deliller toplanmadan onlarca kişinin ayak basması gibi "özensizlikler" soruşturmalara damga vuracaktı.
Araştırma komisyonuna yargı mensuplarının bilgi vermemesi eleştirilere neden olurken 17 Ocak 2000 tarihinde Beykoz’da yapılan Hizbullah baskınının ardından başlatılan “Umut” yani “Uğur Mumcu Uzun Takip” operasyonu yıllar sonra hesap sorulacağı düşüncesiyle toplumda heyecan yarattı. Korku imparatorluğunun egemen olduğu yıllarda katil diye yakalandığı resmen açıklanan iki zanlının yer göstermede yanıldıklarının, birbirlerini tanımadıklarının anlaşılması siyasetçilere ve bürokratlara güvenin sarsılmasına neden oldu. Ortaya çıkan çelişkiler gerçek faillerin bulunmadığı inancını kuvvetlendirdi. Davanın kritik ismi olarak görülen Oğuz Demir bulunamazken, hukuki süreç içerisinde müebbet hapis cezası alanlar dışında davanın sanıkları tahliye edildi. Muzaffer Dağdeviren 22 Eylül 2005'te İstanbul Fatih'te girdiği bir silahlı çatışmada başından vurularak öldürüldü.
Suikastte suçlanan ülkelerden biri İran oldu. O dönemin şartlarında bu iddia gerçeklik payı taşıyan bir değerlendirme miydi?
Raporda dedik ki: Bu konudaki çalışmalar art niyet yoksa bile özensiz yapılmıştır. Gereken özen gösterilmemiştir.
Doğru bir değerlendirme değil. Ama dünya konjonktüründe o sırada; NATO İran'â karşı bir teyakkuz içerisinde. Dolayısıyla uluslararası konjonktür, Türkiye'nin o sırada bulunduğu müttefik ilişkileri bu olaya doğru yönlendirilmesinde etken oldu. Yoksa işin içerisinde İran olduğundan dolayı değil. Ama o gün İran Devrimi komşu ülkelere sıçramasın, kendi sınırları içerisinde kalsın gibi uluslararası bir çalışma var. Ve uluslararası çalışmanın neticesi olarak bu cinayetin de Uğur Mumcu'nun da birtakım araştırmaları nedeniyle bu cinayette de İrancılar işlemiş olabilir. İran Devrimi'ni savunanlar işlemiş olabilir gibi bir algı. Zaten kamuoyunda onlar işleyebilir gibi bir algı var. Bu algının delillerle desteklenmesi gerekiyor. Destek yok, belge yok. Sadece söz var.
Araştırma Komisyonu'nun çalışmalarının engellendiğini ima ede açıklamalarınız oldu. Bunlar nasıl engellemelerdi? Çalışmaların önüne nasıl geçildi?
Yasadan kaynaklanan engeller var. Mesela: O dönemde görev yapan savcılar ve hakimler dediler ki "Biz Araştırma Komisyonu'na bilgi vermeyiz. Yasama-yürütme-yargı ayrı organlardır. Dolayısıyla yargı görevlilerinin yasama organına bilgi vermesi bu konuda uygun değildir diye yasal düzenlemenin arkasına saklandılar. Onlar gelip konuşmadılar. Bunun yanında vali, emniyet müdürü, o dönemin görevlilerinin de bildiklerini tam paylaştıklarını söyleyemiyorum. Onlar da birtakım endişelerle bildiklerini tam yansıtmadılar. Bu komisyon araştırma komisyonudur, soruşturma komisyonu değil. Yani günlük esas üzerine çalışan bir komisyondur. Mesela davet ettiğiniz kişi gelmediği zaman komisyonun uygulayabileceği bir müeyyide yok. Herkes komisyona gönüllü olarak geliyor.
Tüm partiler ve toplumun her kesimi görünürde suikastin araştırılması konusunda hem fikirdi. Buna rağmen neden engellemelere karşı yasama ve yürütmeden bir karşı yaptırım ve duruş göremedik?
Araştırılması ve faillerinin bulunması… Başlangıçta kurulan komisyon araştırma komisyonu değil de soruşturma komisyonu olarak kurulsaydı o zaman soruşturma komisyonu aynen bir mahkeme gibi hareket ediyor ve bilgisine başvurduğu insanlar o davete icabet etmek zorunda oluyorlar. Ama bizdeki Araştırma Komisyonu olduğu için böyle bir yetkisi yok. O günkü Meclis'te bulunan partiler de hepsi beraber soruşturma değil Araştırma Komisyonu'nu kurdular.
Bürokrasiye mi kurban gitti Uğur Mumcu suikastinin TBMM'de araştırılması?
Şimdi o sırada Türkiye'de laik-anti laik çatışmasının devam etmesini istiyor bazı çevreler. Laik anti laik çatışmasının devam etmesi için de hep laikliği savunan insanlar hedef seçilmiştir: Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Sivas'taki yangın olayı, hep böyle laikliği savunan insanlar hedef yapılmıştır.
İşaret ettiğiniz bazı çevreler kim?
O andaki genel politikayı oluşturmaya çalışanlar. Mesela Türkiye'de laik-anti laik çatışmasında laikliğin güç kazanması için, İslamcıları veyahutta laikliğe tam veya yarı karşı çıkanların töhmet altında bırakılması, suçlanması gerekiyor. Onun için burada ben "bu çevreler falancadır" diye tam konuşamıyorum. Çünkü benim elimde de yeterli delil yok. Sadece hislerimi söylüyorum.
Bu sürecin sonucunda Refah Partisi 1995 yılında seçimlerden birinci parti olarak çıktı söylediğinizin aksine.
Onun iktidarının da yıpratılması gerekiyordu. Bu cinayetler 1991-1993'te işlenmiştir genellikle. O dönemde devlet bir karar aldı: Terörle mücadele edelim. Nasıl mücadele edelim? Terörün yöntemleri ile mücadele edelim. Terörün yöntemleri ile mücadele ettiğin zaman hukuk ortadan kalkar. Halbuki devlet terörle bile mücadele etse hukuk ile mücadele eder. Terörün yöntemleri ile terörle mücadele etmeye kalktığınız zaman artık herkes kim vurduya gider. Ve devlet töhmet altında kalır. O töhmet altında kalışın faturasını ödedik ülke olarak o epeyce.
Failler ilerleyen süreçte neden bulunamadı? TBMM’de neden daha sonra yeni bir adım atılmadı?
2007'de milletvekilliğim bitti. 2007'den sonraki gelişmeler konusunda bilgim yok. Değerlendirmem de yok. Aradan zaman geçtikçe faillerin bulunması konusu teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin o dönemdeki teknolojinin gelişmiş olması lazım. Bir de samimi olarak cidden bu işin üzerine gidilmemesi konusu var. 1999'da failleri bulduk dediler. Şu anda bir takım insanlar halen içeride yatıyorlar. Ne olarak yatıyorlar? Uğur Mumcu cinayetinin azmettiricileri, işbirlikçileri olarak yatıyorlar. Bizzat arabanın altına bombayı koyan, bombanın patlamasına sebep olan kişi yok. Ama diğer birtakım insanlar Uğur Mumcu cinayetine iştirak ettikleri için yargılandılar, müebbet hapis cezası aldılar. Ve cezaevinde yatıyorlar. Ama ben onların gerçek fail olduğuna inanmıyorum.