Demirtaş'tan 'aktif siyaset' yorumu: Koltuk uğruna neler yaptıklarını gördükçe soğudum; çıkınca bu tiplerden uzak olacağım

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, aktif siyasetle ilgili olarak "Dışarıda bir koltuk uğruna insanların neler yaptığını gördükçe iyice soğudum. Mümkünse benden uzak olsunlar, çıkınca ben de bu tiplerden çok uzak olacağım" dedi.

Demirtaş'tan 'aktif siyaset' yorumu: Koltuk uğruna neler yaptıklarını gördükçe soğudum; çıkınca bu tiplerden uzak olacağım

Kasım 2016'dan bu yana Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Megafon TV'de genç gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden seçime, kendisi hakkındaki yargı sürecine kadar geniş bir yelpazede açıklamalarda bulundu.

Demirtaş'a yöneltilen sorulardan bazıları ve siyasetçinin bunlara verdiği yanıtlar şöyle:

1- Ahmet Ayva: Sizin Rusya’ya yaptığınız bir ziyaret sonrası, dönüşte gerçekleştirdiğiniz basın açıklaması nedeniyle ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ gerekçesiyle 3 yıl 6 aylık hapis cezanız geçen günonandı. Açıklamanızda esasen “Türkiye’nin Rusya ile olan gerilimine, iktidarın dış politikadaki hatalarına bir an önce son vermesi” gerektiğini dile getirmiştiniz. Şimdi Rusya ve Ukrayna arasında büyük bir savaş var. Başta Doğu Avrupa, Türkiye, Ortadoğu ve dünyayı ilgilendiren bu savaşı, iktidarın açıklamalarını nasıl değerlendirirsiniz?

Yargının bugünkü tutumunu bir hukuki faaliyet olarak tanımlamak mümkün değil. Bir kısım yargı mensubu, elindeki gücü açıkça siyasi amaçla ve çıkarları için kullanıyor. Dolayısıyla bize verilen cezalar herhangi bir suç unsuruna dayanmıyor. İktidarın ayakta kalabilmesi için muhalefeti ve toplumu bastırma,tasfiye etme amacına hizmet ediyor. Bazı mahkemeler adeta AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor. Bu nedenle biz tutuklu veya suçlu değil, siyasi rehineyiz diyoruz. Bu iddiamız AİHM kararları ile de tescillenmiş durumdadır.

Dolayısıyla sorunuzda sözünü ettiğiniz cezayı bu şekilde ele almak gerekir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline gelince, her şeyden önce ilkesel olarak savaşa karşı çıkmak, yüksek sesle barışı haykırmak gerekir. Ukrayna dahil olmak üzere tüm halkların iradesine saygıyı esas alarak işgallere karşı çıkmak da ilkesel bir tutumdur. Ancak bir siyaset aracı olarak savaş, binlerce yıldır insanlığın acı, yıkıcı, kıyıcı bir gerçeği olarak varlığını da sürdürüyor. Emperyalist ve kapitalist küresel sistemde savaş, aynı zamanda pazarın ve krizlerin yönetiminde acımasız bir strateji olarak uygulanıyor.

Günümüz “Batı” dünyası, “Doğu” olarak kodladığı Çin ve Rusya merkezli kapitalizmi bir tehdit olarak algılıyor ve soğuk savaştan bu yana çeşitli yöntemlerle sınırlamaya çalışıyor. Başlangıçta “tehdit” komünizmdi, şimdi “otoriterizm” olarak ifade ediliyor. Biden yönetiminin ABD’de iş başına geldiği günden beri dünyanın “demokratlar” ve “otoriterler” şeklinde iki kutba ayrılacağı açıkça söyleniyor.Bu çerçevede, yakın zamanda ABD’de uluslararası bir demokrasi konferansı düzenlendi ve oraya davet edilmeyen ülkelerin, “otoriter devletler” kategorisine alındığı mesajı verildi. Çin, Rusya ve Türkiye de davet edilmeyen ülkeler arasındaydılar.

ABD ve AB, NATO’yu da yeniden şekillendirip salt askeri bir örgüt olmaktan çıkararak özellikle ekonomik alanda Doğu kapitalizmini sınırlandırmaya çalışırken bu “demokrat” olarak kodladığı ülkelerle birlikte hareket etmeyi hedefliyor. Rusya ve Çin ise zaten uzun zamandır hedefte olduklarının farkındaydı ve kendilerine yeni soluk boruları açmaya çalışıyorlardı. Çin ve Rusya’nın ekonomik faaliyetleri Asya, Afrika, Orta Doğu başta olmak üzere küresel ölçekte bir hayli yaygınlaşmış durumda. Enerji kaynaklarının veya iş gücünün hatırı sayılır bir kısmını elinde tutan bu iki büyük askeri gücün, ekonomide de Batı kapitalizmini zorlayacak ölçekte bir kapitalist güce erişmeleri Batı’yı bir şekilde birlikte hareket ederek Doğu’yu sınırlamaya itmeye başlamıştı.

'AKP-MHP İKTİDARINDAN İLKELİ BİR TUTUM BEKLEMEK HAYALCİLİK OLUR'

İşte Rusya’nın Ukrayna işgali bu küresel satrancın bölgesel düzeyde ve tam da Avrupa’nın göbeğinde oynanan ilk büyük hamlesidir, ciddi değişimlerin yaşanacağı güç gösterilerinin ilk hamlesidir. Yaşanan acılar ise tüm faturasıyla birlikte ezilenleredir. Biz bu savaş oyunlarına ezilen halklar ve sömürülen kesimler cephesinden bakmak zorundayız.

Kapitalizme ve emperyalizme alternatif başka bir dünya mümkündür diyerek emeği, doğayı, kimlikleri, inançları, kadın eşitliğini, temel özgürlükleri ve radikal demokrasiyi savunan sol bir perspektifi büyütmeyi hedeflemeliyiz. AKP-MHP iktidarı bu savaştan nemalanıp içeride ve dışarıda yaşadığı sıkışıklığı aşmaya çalışan pragmatist ve ilkesiz bir politika izliyor, izleyecek ama en zor durumda kalan da kendileri olacak.

Biz barışı savunarak, demokratik iktidar alternatifini büyüterek, emekçilerin direnişini savunarak, Kürt halkının dinamik özgürlük mücadelesi ile olabildiğince birleştirerek bu zorlu süreci atlatmaya, kazanmaya odaklanacağız. Şunu da not olarak düşelim; Çin Komünist Partisi, sosyalizme geçiş için bilinçli bir kapitalist aşamayı hayata geçirdiği iddiasında. Rusya ise Putin’in oligarşik kapitalizmini sosyalizm hedefi olmadan en çarpık haliyle yaşamakta. Dolayısıyla iki ülkede de şu anda kapitalizm yürürlüktedir.

2- Seda Taşkın (Gazeteci): Avrupa Konseyi toplantısında Rusya’nın üyeliğinin askıya alınması oylanırken, Rusya ve Ermenistan karara karşı oy kullandı. Türkiye ise çekimser kaldı, Azerbaycan oylamaya katılmadı. Türkiye’nin, Rusya işgaline yönelik “Rusya’nın işgalini reddediyoruz” açıklaması yapmasına rağmen çekimser kalmasını nasıl okumak lazım?

Türkiye hükümeti gibi ilkesiz denge politikası yürütmeye çalışan hükümetler iki arada bir derede kaldılar. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Erdoğan’ı Putin’e açık tavır alamayacak kadar sıkıştırmış durumda. Elbette Türkiye savaşta taraf olmamalı ama ne şiş yansın ne de kebap diyerek olup bitenlere seyirci de kalamaz. Barışı, müzakereyi savunurken savaş mağdurlarına koşulsuz insani desteği de sunmalı, mesela daha ne kadar İHA ve SİHA satarım diye ellerini ovuşturmamalı. Tabii ki AKP-MHP iktidarından ilkeli bir tutum beklemek hayalcilik olur. Afrin başta olmak üzere Rojava’da işgale, vali atamaya yönelmiş bir zihniyetten ilkeli olmaları beklenemez.

3- Berivan Kutlu (Gazeteci): Ukrayna ve Rusya arasında gelişen gerginlik savaşa dönüştü. Birçok muhalif, savaşı istemedikleri yönünde açıklama yapıyor. Örnek verecek olursak Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, kendi ismini bombanın üzerine yazdırmıştı. Kısaca Afrin ve Kuzey-Doğu Suriye’ye yapılan hareketlere destek oldukları açıklamalar yapmıştı. Bunu bir insan hakları savunucusu ve siyasetçi olarak nasıl görüyorsunuz?

İlkesizlik olarak. Bugünün barışseverlerinin pek çoğu, Afrin işgalinde ne yazık ki açıkça savaş ve işgal taraftarlığı yaptılar. Savaşa ve işgale hayır diyenlerse terörist ilan edilip ya sosyal ve siyasal linçe uğradılar ya da tutuklandılar. “Başkalarının savaşının” barışseveri olmak kolaydır. İş, savaş kapınıza dayandığında tıpkı Moskova’da on binlerce kişinin yaptığı gibi “kendi savaşına” da karşı çıkabilmektir. Umarım ilkeli barış tutumunda Türkiye’de birçok çok çevre olup bitenden ders çıkarmıştır.

4- Sercan İke (TELE1): 12 Şubat’ta 6 muhalefet parti lideri bir araya gelerek ilk kez birlikte fotoğraf vermelerinin ardından, kamuoyuyla ortak bir metin paylaşıldı. Bu metinde “Yarının Türkiye’sini inşa etmek için önemli bir adım attık.” İfadeleri yer alıyordu. Bu bağlamda Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’nin olmadığı bir masada “Yarının Türkiye’sini İnşa Etmek” cümlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İddialı bir cümle olarak. Bu iddianın sahiplerinden de iddialarının altını ikna edici şekilde doldurmaları beklenir. HDP’yi, başka kesimleri dışlayarak bu iddianın gerçekleşmeyeceğini onlar da biliyorlardır eminim. Bir şekilde HDP ile açık, şeffaf ve demokrasi hedefli müzakere yürütmeleri gerekiyor. Bunu yapacaklarını düşünüyorum. Önümüzde halen zaman var.

5- Gökçe Akgöl (Gazetecilik öğrencisi): Cumhurbaşkanı Erdoğan 12 Ocak tarihindeki AKP grup toplantısında “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek” şeklinde bir konuşma yaptı. Sizce Erdoğan ne yapmak istiyor?

Bence kendisi de ne yapmak istediğini bilmiyor. Bu konudaki net cevaplarımı vermiştim. Bu aşamada söylenecek başkaca bir şey bulunmuyor. İmralı’da tecrit kalkmadan da neyin ne olduğunu bilemeyiz. Emin olduğum tek şey, Öcalan demokrasi ve barış karşıtı herhangi bir şeyde yer almayacağı. Gerisi boş tartışmalardır.

6- Emrah Bakır: (Freelance gazeteci): Dünyada ve Türkiye’de her geçen gün artan milliyetçilik ve uluslaşma politikasına karşı, olası bir seçimde HDP’nin tutumu sizce nasıl olmalıdır? Şu anki iktidarı geriltebilmek için ortak bir aday mı çıkarmalı, yoksa özgücüne dayalı bir politika mı izlemeli?

HDP tam da bu amaçla sol güçlerle dayanışmayı ve ortak mücadeleyi büyütmeye, Kürt partiler ile bir arada durmaya ve bu vesileyle demokrasi ittifakını büyütmeye gayret ediyor. Ortak aday konusu ise henüz başlıklardan biri değil, zamanı geldiğinde hızla netleştirilir. HDP’nin seçime kendi adayıyla girmesi alternatifi de masada duruyor. Günün koşullarına göre HDP kendi değerlendirmesini yaparak ilkelerine uygun kararı alacaktır.

7- Mahsum Molak (Freelance gazeteci): Geçtiğimiz günlerde Gazeteci İrfan Aktan, Sol Parti PM üyesi Alper Taş ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Aktan’ın, ÖDP’nin bölünmesinin müsebbibi biraz da Kürt hareketi miydi? Sorusu üzerine Alper Taş. “Açık konuşmam gerekirse evet, ÖDP’deki bölünmenin ana kaynağı Kürt hareketinin hem içeriden hem de dışarıdan müdahaleleriydi.” Diye ifade etti. HDP’nin ittifak toplantılarına bakınca, Kürt hareketi, sol-sosyalist partileri bölüyor mu? birleştiriyor mu?

Söz konusu dönemde ben aktif siyasette değildim, İnsan Hakları Derneğinde görev yapıyordum. Dolayısıyla tam olarak ne oldu, nasıl oldu bilemiyorum. Konunun birincil muhatapları gerektiğinde yanıt verirler. ÖDP ve bugünkü Sol Parti ile temsil ettikleri mücadele geleneğine bizler her daim büyük bir saygı ve sempatiyle yaklaştık. Her birini kıymetli yol ve mücadele arkadaşımız olarak görüyoruz. Beraberce, kol kola, omuz omuza birçok alanda mücadele yürüttük, yürütüyoruz. Alper arkadaşımız da defalarca omuz yoldaşlığı yaptığımız değerli bir devrimcidir. Niyetlerinden de asla şüphe duymayacağım bu arkadaşların son zamanlardaki açıklamalarını ve üsluplarını anlamakta zorlanıyorum sadece. Kendileri bazen bir selamı unutsalar da ben cevap vermek yerine içtenlikle ve dostça bir selam gönderiyorum.

8- Bilge Çevik (Freelance gazeteci): Aslında dağınık halde yaşadığımız bu 3. Dünya Savaşıyla birlikte yükselen faşizm dalgasıyla dünya halkları da artık daha demokrat adayları konuşmaya başladı. Salgınla beraber özellikle bizim gibi ülkeler ekonomik krizin yarattığı durumdan sonra daha halkçı bir yönetim anlayışını istemeye başladılar. Özellikle Şili ve Peru’da sosyalist adayların seçim zaferi kazanması ve Amerika ve Almanya seçimleriyle sosyalist adayların ön plana çıkması sizce ne anlama geliyor ve yaşanan bu süreci nasıl görüyorsunuz?

Başka bir dünya mümkündür diyerek anti kapitalist, anti emperyalist bir politikayı hem ulusal hem de enternasyonel düzeyde büyütebilmenin çok fazla olanağı çıktı ortaya. Sömürünün akıl almaz boyutlara ulaşmasıyla korkunç bir yoksulluk ve işsizlik girdabı dünyayı sarmışken üstüne bir de herkesin aynı gemide olmadığı covid-19 pandemisi geldi. Eşitsizlik ve adaletsizliğin en çıplak haliyle yaşandığı bu momentte solun dünya genelinde yükselişi bir tesadüf değil bilimin gereğidir. Gerisi sol öncü güçlerin becerilerine kalıyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Solun sıçrama yapması için imkanlar da koşullar da uygun. Zaten sol güçler bunu harıl harıl tartışıp planlamalarla ve pratik eylemlerle sürece cevap olmaya gayret ediyor. Umarım bu defa rüzgarı yakalayacağız ve solun yelkenini dolduracağız.

9- Mert Can Bükülmez (Freelance gazeteci): Kürt illerinde 2015’de başlayan şehir savaşının akabinde Başkanlık Sistemine geçiş yapıldı. Bu geçiş sürecinden bu yana faşizmin kurumsallaşması tartışmaları çok yoğun şekilde sürdü ve sürüyor. Sizce Kürt sorununun çözümü 2016 öncesinden daha da mı zorlaştı, yoksa bu zor koşullar AKP’nin gitmesiyle hızlıca değişecek midir?

Kürt sorununda barışçıl çözüm ihtimali hiçbir zaman imkansız değil. En zor koşullarda bile arayışlar hep devam etmiş, çözüm denemeleri yapılmıştır. Önümüzdeki yıllarda da gündeme tekrar geleceğini düşünmek yanlış olmaz. Toplumsal psikoloji ve siyasi atmosfer değiştiğinde barışçıl ve demokratik çözümleri tartışmak da pratikleştirmek de zor değil. Elbette bunun koşulları oluşacaktır.

10- M. Delal Demir (Gazetecilik öğrencisi): Verilere göre olası 2023 seçiminde ilk kez oy verecek 6 milyona yakın genç seçmen bulunmakta ve bu kuşak günümüzdeki tabiriyle Z kuşağı olarak geçiyor, bu kuşağa nasıl bir politika ve strateji ile yaklaşılmalı sizce?

Z kuşağı dediğimiz jenerasyonun tamamı zeki, politik, bilinçli bir bütünü ifade etmiyor. Kendi içinde çok farklı tipolojiler barındıran heterojen bir gruptan söz ediyoruz. Bu nedenle tek bir politik yaklaşım hattı belirleyerek Z kuşağına ulaşmak mümkün değil. Bilimsel araştırmalarla elde edilmiş veriler ışığında her katman için özgün politikalar, araçlar, söylem ve eylemler geliştirmek gerekir. Çünkü Z kuşağı içinde Almanya’nın bizi kıskandığına inanlar da var, Almanya’nın nerede olduğunu bilmeyenler de var, Almanya’nın en iyi üniversitelerinde tam burslu okuyanlar da. Ya da Boğaziçi’nde direnenler de var, Boğaziçi kayyumunu alkışlayanlar da. Veya kağıt toplayan, inşaatlarda çalışanlar da var, lüks arabalarda pudra şekeri çekenler de. Dolayısıyla çoklu ve çok yönlü politik stratejiler geliştirerek yeni seçmenlere yaklaşmayı denemeliyiz. Elbette Z kuşağı genel olarak daha zeki, daha pratik, daha hızlı ve daha özgür ruhlu. Ne var ki bu nitelikler, onları otomatikman daha erdemli veya daha politik kılmıyor. Bu özelliklerini bilerek, anlayarak onlarla doğru ve etkili bir iletişim kurmak gerekir. Anlatmaya çalıştığım şey bu.

11- Ardıl Batmaz (gazeteci): AİHM, sizin de dahil olduğunuz 40 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili olarak hak ihlali kararı verdi. Dokunulmazlığı kaldırılan ve bir kısmı cezaevinde tutulan 10 milletvekilinden bazılarının başvurusunun dahi yapılmadığı, bazılarınınkinin ise eksik belge ve evrak nedeniyle AİHM tarafından usulden reddedildiği ortaya çıktı. Roboski davasına benzetilen bu olayı bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de AİHM kararlarının uygulanmaması, HDP Hukuk Komisyonu ile vekil avukatlarının direncini mi kırdı?

Hukuk Komisyonu ve avukatlarımız ne yazık ki bazı ciddi hatalar ve eksiklikler yaptı. Bunların hiçbiri niyetle alakalı değil. Kaotik ortamların yol açtığı karmaşa, koordinasyon eksikliği, deneyimsizlik veya örgütsüzlük gibi nedenlerle bazı önemli başvurular kadük oldu. Bunlar için ben de çok üzgünüm ama dünyanın sonu değil, kaldığımız yerden ve hatalarımızdan ders çıkararak durumu telafi etmeye, hukuk mücadelesini büyütmeye devam etmeliyiz. Roboski davası da günü geldiğinde iç hukukta mutlaka yeniden canlandırılacak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gerek kalmadan sorumlulardan hukuk önünde hesap sorulacaktır. Her şey tükenmiş, bitmiş değil henüz.

'EMEKÇİLER İÇİN SEÇİM ŞARKISI YAPTIM'

12- Yadigar Aygün (Freelance gazeteci): Ekonomik kriz Dünya’da ve Türkiye’de derinleşiyor. Şu anda Kürt kentlerinde ve Türkiye’nin pek çok ilinde artan ekonomik kriz karşısında düşük ücretlere, yoksulluğa karşı işçi eylemleri var. AKP iktidarının ekonomi politikasını ve işçilere bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz? İşçi sınıfına bir mesajınız var mı?

İşçiler, emekçiler, köylüler, esnaflar, memurlar dahil alın teriyle geçinen tüm kesimler büyük bir yoksullukla karşı karşıyalar ve haklı olarak her fırsatta, her yerde direnişlerle seslerini yükseltiyorlar. Bun haklı direnişlerin yanında, içinde yer almak, destek olmak, büyütmek ve sonuca taşımak hem siyasal hem toplumsal muhalefetin görevidir. AKP-MHP zulüm iktidarı rant ve mafya çetelerinin iktidarıdır, emekçilerin alın teriyle, hakkıyla, hukukuyla alakaları yoktur. İktidarı değiştirecek en büyük
güç de emekçilerdir. Emekçiler kendi öz güçlerine güvenmeli, örgütlenmeli ve kesinlikle sömürüye karşı direnmeliler. Yarınlar onlarındır, bundan emin olsunlar. Bu düzen ilelebet böyle devam etmez. Ayrıca emekçiler için yazıp bestelediğim bir seçim şarkısı var, yakında onu da emekçilere içeriden küçük bir armağan, sıcak bir selam olarak göndereceğim.

'CEZAEVİNDE BEŞ YIL ÖNCE ELEKTRİK FATURAMIZ 12,50 LİRA GELMİŞTİ, GEÇEN AY 120 LİRA GELDİ'

13- Kadir Güney (Gazeteci): Türkiye’de elektrik başta olmak üzere temel tüketim ürünlerine zamlar geldi. Faturaların fahiş fiyatları sonrası birçok siyasetçi, sanatçı faturalarını ödemeyeceğini söyledi. Bilindiği kadarıyla tutsaklar da elektrik faturası ödüyor. Sizin faturalara nasıl yansıdı? Siz de faturanızı ödememeyi düşünüyor musunuz?

Dışarıda yaşanan ekonomik felaketlerin hapishanelerde de yansıması oluyor elbette. Tıpkı dışarıda olduğu gibi içeride de çok sayıda yoksul insan var. Ben cezaevlerindeki sorunları kendi adıma dile getirmeyi doğru bulmamakla birlikte cezaevlerinde yaşanan her sorunu, her trajediyi olabildiğince gündeme getirmeye gayret ediyorum. Hapishanelerde elektrik faturası tahsilatı başlı başına bir garabettir. Bunun yanında hükümlülerden yemek ve iaşe bedeli adı altında ciddi paralar alınıyor. Ayrıca kantinlerde fahiş fiyatlara kalitesiz ürün satışından veya cezaevi işliklerinde ucuz emeği sömürülen işçilerden büyük kazançlar sağlanıyor. Yani cezaevleri de bir tür işletme, ticarethane olarak görülüyor. Örneğin bizim hücremizde bir televizyon, bir mini buzdolabı, bir ketıl ve üç lamba var. Beş yıl önce ilk elektrik faturamız 12,50 TL gelmişti. Geçen ay ise 120 TL geldi. Yani beş yılda yüzde bin artmış durumda. Aslında ödemesek elektriğimizi de kesemezler, kandil falan da gönderemezler ama böyle bir tutuma girmeyi düşünmedim hiç.

Megafon TV'de yayınlanan söyleşinin devamı için tıklayın.

Etiketler
Selahattin Demirtaş HDP