Faik Öztrak: Cemal Kaşıkçı’yı katledenlerle beraber, bu ülkenin itibarını da konsolosluk bahçesine gömdüler.

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, basın toplantısında konuştu. Öztrak, "Cemal Kaşıkçı’yı katledenlerle beraber, bu ülkenin itibarını da Konsolosluk bahçesine gömdüler. 128 milyar doları tatlı tatlı yemenin, işte böyle acı acı sonuçları olur." dedi.

Faik Öztrak: Cemal Kaşıkçı’yı katledenlerle beraber, bu ülkenin itibarını da konsolosluk bahçesine gömdüler.

GERÇEK GÜNDEM

"Adaletin öldüğü yerde, despotluk başlar. Despotların olduğu yerde, huzur ve bereket kaçar. Birlik ve dirlik biter. Despotun yönettiği ülkede, at izi, it izine karışır. “Vatan kavgasına geldik” diyenler, rütbe yağmasına düşer. Rütbe yağmasına düşenler, dünya safasına dalar. Dalkavuklukla irtikâp, ülkeyi harap eder. Vatanın kanına girenler, şanına leke getirir. 'Vatan, millet' diyenler, vatanı da, milleti de bir pula satar." diyerek sözlerine başlayan Öztrak, şunları söyledi:

Vatanı satmak; kendi dirayetsizliğiniz, kendi iş bilmezliğiniz yüzünden, ülkeyi kriz üzerine krize sokmakla olur.

Vatanı satmak; yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur.

Vatanı satmak; ekonomiyi liyakatsiz ellere teslim ederek, emaneti ehline vermeyerek, milletimizi hayat pahalılığı altında inim inim inletmekle olur.

Vatanı satmak; üç ay önce “Yüzde 23 olacak” dediği yılsonu enflasyonunu, 3 ay sonra yüzde 43’e çeken ehliyetsiz kadroları görevde tutmakla olur.

Vatanı satmak; kifayetsizlik, dirayetsizlik, iş bilmezlik yüzünden insanlarımızı patates, soğan, ucuz ekmek, et ve benzin kuyruklarına mahkûm etmekle olur.

Vatanı satmak; milletimizi el kadar bebeklerini besleyemez hale düşürerek, çocuklarımızı karanlıkta ve soğukta aç bırakarak, doğru düzgün eğitim vermeyerek, yoksulluğun aileden evlatlara miras kalmasına, bir neslin kaybedilmesine neden olmakla olur.

Vatanı satmak; bu milletin gençlerini işsiz bırakıp, saray yanaşmalarına iki, üç ayrı yerden maaş bağlamakla olur. Milletin evlatlarının geleceğini çalıp, burnuna pudra şekeri çeken Saray beslemelerine, tek bir söz söylememekle olur.

Vatanı satmak; kaçak göçmenlere kapıları sonuna kadar açıp, bin bir emekle yetiştirdiğimiz doktorlarımıza, kapıyı göstermekle olur. Ülkeden giden mühendislerimizi, basit bir ihracat kalemi olarak görmekle olur.

Vatanı satmak; 15-29 yaş arasındaki her 100 gencimizden 29’una, ne bir iş, ne de bir eğitim imkânı veremeyip, ev genci durumuna düşürdükten sonra, 'Çok şükür bu memlekette, çalışmak isteyen herkes iş buluyor' demekle olur.

Vatanı satmak; pandemide millete IBAN gönderip, esnafına doğru dürüst hibe vermek yerine, borca batırıp, orta direği çökertmekle olur.

Vatanı satmak; tarımda kendi kendine yeten Türkiye’yi, ucuz ekmeğe muhtaç etmekle olur. Arjantin’den Angus, Rusya’dan buğday, Gürcistan’dan saman, Bulgaristan’dan ayçiçek ithal edip, Türk çiftçisine “Ananı da al git” demekle olur.

Vatanı satmak; rant uğruna, bu ülkenin en stratejik tarım enstitülerinden, Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nün arazilerini, TOKİ’ye “al da bina yap!” diyerek vermekle olur.

Vatanı satmak; bu ülkenin atadan, deden kalan varlıklarını, yabancılara peşkeş çekmekle olur. TELEKOM’u Lübnanlı Hariri ailesine verip, kârlarının yurtdışına kaçırılmasına, aldıkları borçların ise milletin sırtına bırakılmasına göz yummakla olur.

Vatanı satmak; 'Her fabrika bir kaledir' anlayışıyla inşa edilmiş, bu ülkenin en stratejik savunma tesislerinden tank-palet fabrikasını, Katar ordusuna bedavaya peşkeş çekmekle olur. 'Tank üreteceğiz' deyip, tek bir tank üretememekle olur.

Vatanı satmak; 'Milletin cebinden bir kuruş çıkmayacak” dedikten sonra döviz garantili köprü, tünel ve otoyollar için 2045’e kadar, çocuklarımızın, torunlarımızın cebinden, yandaş müteahhitlerin cebine, 153 milyar dolarlık hortum döşemekle olur.

Vatanı satmak; önce Londra’da "Faiz sebep, enflasyon sonuç” safsatasıyla, ekonomide istikrarsızlığa yola açmakla, sonra da sahte istikrar algısı yaratarak, seçim kazanmak için, bu milletin alın teriyle kazandığı 128 milyar dolarını, Merkez Bankası’nın arka kapısından gizli saklı satmakla olur.

Vatanı satmak; Banka’nın döviz kasasını boşaltıp, bugün kasada 47 milyar dolar açık verdirerek, Merkez Bankası’nı etkisizleştirmekle ülkemizi finansal dalgalara karşı savunmasız bırakmakla olur.

Vatanı satmak; “Türkiye’yi AB’ye sokacağız”, “İlk 10 ekonomi arasına sokacağız” diye milletten oy alıp, 30 yıldır içinde olduğu ilk 20 büyük ekonomi liginden düşürmekle olur. Ülkeyi enflasyonda ilk beş ekonomi arasına sokup, Venezüella’ya, Zimbabve’ye, Sudan’a komşu yapmakla olur.

Vatanı satmak; cahil cesaretiyle durduk yerde döviz krizi yaratıp, paramızı pul etmekle olur.

Vatanı satmak; “Faiz sebep, enflasyon sonuç” safsatasıyla, Hazine’nin ödeyeceği faizi, sadece 8 ayda 2,5 kat artırmakla olur. İç borca ödenecek faizin, tarihimizde ilk defa, borcun aslını aşmasına sebep olmakla olur. Bu suretle, Hazine’yi tefecilere teslim etmekle olur.

Vatanı satmak; dövizde kendi beceriksizliğiyle yangın çıkarıp, daha sonra yangını söndürmek için, “Cebimizden beş kuruş çıkmayacak” diyerek, getirdikleri dövize endeksli mevduatla, üç, beş varsılın cebine, tek kalemde 22 milyar lirayı koymakla olur.

Vatanı satmak; tek kalemde 22 milyar lirayı bir avuç zenginin cebine koyup, milyonlarca emeklinin bayram ikramiyesi için “400 lira zam yapsaydık, bütçeye maliyeti 10 milyarı bulacaktı” demekle olur.

Vatanı satmak; konut fiyatlarını azdırıp, milletimizi kiralayacak ev bulamaz hale düşürmekle, yabancıya ev satana Hazine’den destek, eve alana da, ay yıldızlı pasaportumuzu promosyon diye vererek olur.

Vatanı satmak; ekonomiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlığını, doların yeşili karşılığında satmaya muhtaç hale getirerek olur.

Vatanı satmak; ölmez ağacı zeytinlerimizi, rant uğruna talan ettirmekle olur. Para kazanma hırsıyla Karadeniz’in güzelim derelerinin can suyunu kesmekle olur.

Vatanı satmak; uçaklardan doğru dürüst bir yangın söndürme filosu kurmayıp, yanan ormanlarımızı seyretmekle olur.

Vatanı satmak; doğasına, yeşiline sahip çıkan gençlerimizi, üç kuruşluk AVM rantı için, TOMA’larla, sopalarla kırmakla olur.

Vatanı satmak; şahsi kinini emrindeki mahkemelere karar dikte ettirip, devletin adalet direğini çökertmekle olur.

Vatanı satmak; bu topraklarda bin yıllık ortak geçmişi olan insanların, birliğini, beraberliğini, kardeşliğini sağlayamamakla, ülkenin maddi, manevi kayıplara uğramasına göz yummakla olur.

Vatanı satmak; mübarek Kadir gecesinde, “Dolmabahçe Camii’nde içki içtiler” “Oradan loderlerle makamıma kanallar açtılar” gibi, hilafı hakikat hikâyeler anlatarak, milleti hala birbirine düşürmeye çalışmakla olur.

Vatanı satmak, bölücü teröristlerle Oslo’da masa kurup, bu teröristler şehirlerimize hendek kazıp bomba yığarken, devletin valisine “Göz yumun. Terör örgütlerine operasyon yapmayın” demekle olur.

Vatanı satmak; topraklarımızı, Süleyman Şah türbesini teröristlere terk edip, ecdadın na’şını bir gece yarısı sırtlayıp kaçmakla olur.

Vatanı satmak; milli ordumuza kumpas kurulurken, kumpas davalarına savcılık yapmakla olur.

Vatanı satmak; “Ne istediniz de vermedik” dediklerine, yağan yağmurda beraber ıslandıklarına, bu ülkenin askeriyesini, adliyesini, mülkiyesini, maliyesini teslim etmekle olur.

Ordumuzun harimi ismeti Kozmik Odasını, bu kirli ellere açmakla olur. Sonra da “Allah beni afetsin” deyip işin içinden sıyrılmaya çalışmakla olur.

Vatanı satmak, “Bu can, bu tende oldukça rahibi vermem” dedikten sonra, “Mal varlığını araştırırım” diyen ABD Başkanına, “Araştırmazsanız namertsiniz” diyemeyip, rahibi uçakla Beyaz Saraya göndermekle olur.

Vatanı satmak; Amerikan Başkanının “Aptal olma” diyen mektubunu muhatabının suratlarına çarpmak yerine, ayağına koşmakla olur. Makamının şan ve şerefini bozuk para gibi harcamakla olur.

Vatanı satmak; Rus jetleri İdlib’de 36 Mehmetçiğimizi şehit ettikten sonra, ortadan sıvışıp, resmi açıklamayı Hatay Valisi’ne bırakıp, soluğu Kremlin Sarayı’nın kapısında almakla olur. Kremlin Sarayı’nın kapısında ayakta dakikalarca bekletilip, b bu aşağılamaya gık bile çıkarmamakla olur.

Vatanı satmak; Suudi Arabistan’dan gelen cellatların, ülkemizin topraklarında gazeteci katletmesine, “Suçun işlendiği yer İstanbul. İstanbul mahkemelerinin yargılaması gerekir. Belgeleri dinletiriz, gösteririz ama vermeyiz. Bir de bunları yok mu edeceksiniz. Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil, hesabı sormasını bilir” deyip, dünya lideri havası attıktan sonra, hataları sonucunda dolara sıkışınca, dosyayı Suudi Arabistan’a satmakla olur.

Dosyayı hem gösterdiniz, hem de verdiniz! Şimdi enayi kim oldu?

Vatanı satmak; “Dik duracağız, dikleşmeyeceğiz, biz sadece ve sadece Rabbimizin huzurunda, rükûda ve secdede eğiliriz” deyip, paraya sıkıştıktan sonra, katil dediklerinin huzurunda böyle eğilip bükülmekle olur.

Vatanı satmak; daha düne kadar “katil” diye suçladıklarının boynuna, birkaç milyar dolar için böyle sarılmakla olur. Türkiye’de hiçbir zaman hiçbir Cumhurbaşkanı, para için, doların yeşili için, böyle çaresiz bir duruma düşmedi. İçeride atıp tutup, dışarıda süngü düşüren Cumhurbaşkanlarımız olmadı.

Allah aşkına! Şu fotoğraflara bakın… Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu… İnsan biraz sıkılır, biraz utanır… Tükürdüğünü bu kadar rahat yalamaz. Yıllarca, “Allah utandırmasın” diye dua ettiler, anlaşılan duaları kabul oldu. Artık hiçbir şeyden utanmıyorlar.

Cemal Kaşıkçı’yı katledenlerle beraber, bu ülkenin itibarını da Konsolosluk bahçesine gömdüler. 128 milyar doları tatlı tatlı yemenin, işte böyle acı acı sonuçları olur.

Hataları nedeniyle ülkeyi o kadar dolara muhtaç ettiler ki, ayaklar altına almayacakları hiçbir değer ne yazık ki kalmadı… Seçimlerde kullanabilecekleri dolarlar için, ülkemizin itibarını yerlere düşürdüler.

Vatanı satmak, işte böyle olur ve vatanını satanın korkusu, hiçbir korkuya benzemez.

O korku koltuğa daha sıkı yapıştırır. Bu gerçekleri dile getirenlere gözdağı vermek için her şeyi yapar. Milletin arasına nifak sokmaya, kavga çıkartarak zihinleri meşgul etmeye çalışır.

Zulmünü artıran zalim, hiç sıkılmaz. Bir de mazlum postuna bürünmeye kalkar. Ama ne yaparsa yapsın, oturduğu koltuğun altından gelen kötü kokuları da saklayamaz.

Ve baskının, zulmün olduğu yerde, o zulme karşı duranlar olur. Despotların ve istibdadın olduğu yerde, özgürlük mücadelesi verenler mutlaka olur.

Zalimin unuttuğu milleti, ona hatırlatanlar olur. Gün gelir zulme ve adaletsizliğe karşı duran, “Ferman Padişahınsa, dağlar bizimdir” diyen Dadaloğlu olur.

Gün gelir, “Ağaların zulmüne yeter” diyen, İnce Memed olur.

Gün gelir adaletsizliğin karşısında dimdik duran, Ankara’dan İstanbul’a “Hak, hukuk, adalet” diyerek yürüyen, elektrikleri kesilen karanlıktaki yurttaşlarımızın, korku içinde titreşen çocuklarımızın, yoksulluk çukurundaki insanlarımızı sesi olmak için, “Karanlıktan aydınlığa bir yol vardır” diyen Kemal Kılıçdaroğlu olur.

Zulme rıza zulümdür. Zulmedenlere en küçük bir meyil gösterilmez. Yoksa cehennem ateşi meyledene de dokunur. Ve bugün zulme karşı bir araya gelmeyenler, yarın zalimin zindanlarında bir araya gelir.

İşte bu nedenle Genel Başkanımız; “Bizim kavgamız, zulme karşıdır. Bizim kavgamız, istibdada karşıdır. Bizim kavgamız, milletimizin aşına işine göz koyanlarladır. Bizim kavgamız, tüyü bitmemiş yetimin hakkına göz dikenlerledir. Bizim kavgamız, hak, hukuk, adalet ve demokrasi kavgasıdır” demiştir. Ve sonunda da “Düşün peşime” çağrısı yapmıştır.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi’yiz. Biz Kuvayımilliyeyiz. Biz Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk’uz. Biz; “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini; Yok mudur kurtaracak baht-ı kara mâderini?” diye soran, vatan şairimiz Namık Kemal’e, yıllar sonra çıkıp, “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini. Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini” diyen, Mustafa Kemal Atatürk’ün partisiyiz.

Biz, hak, hukuk ve adalet için verilecek hiçbir kavgadan korkmayız. Siyasetteki nezaketimizi yanlış anlayanlara istiklal şairimiz Mehmet Akif’in sözlerini hatırlatırız; “Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.”

Sandık milletin önüne gelecek. Bu karanlık günler elbet bitecek. Gecenin en karanlık anı, şafağa en yakın anıdır.

Etiketler
Faik Öztrak