'Meczup diyerek geçme tanı!'
Birgün yazarı gazeteci İrfan Değirmenci, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı yazdı.
Değirmenci, bugünkü yazısında Ata'nın ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım'da Ata'ya saygısızlık yapan ve tepk gören, Ali Erbaş, Engin Ardıç ve Kadir Mısıroğlu'nu köşesine taşıdı.
İrfan Değirmenci, "Bu üç isim bu 10 Kasım’da boşuna bir araya gelmedi. Bu birliktelik bugün oluşmuş bir birliktelik de değil." ifadelerini kullandı.
İŞTE DEĞİRMENCİ'NİN YAZISI:
Yandaş yazar: Müzeye Kulüp Rakısı koyalım, altına 'Atatürk'ün katili' yazalım
Bu 10 Kasım’da üç isim çok konuşuldu. Biri, Sabah gazetesindeki köşesine bıraktığı 10 Kasım yazısında genelev merakını ortaya koyan Engin Ardıç, diğerleri Atatürk’e ve Cumhuriyet’e olan öfkesini her fırsatta hakaretlerle ortaya salan Kadir Mısıroğlu ve tam da 10 Kasım’a sayılı saat kala O’na ziyarette bulunan Diyanet İşleri başkanı Ali Erbaş...
Ekranlarda milli mücadeleye ve Atatürk’e saldırarak nefret saçan kişi ‘fesli tarihçi’ Mısıroğlu, aslında tarihçi değildir ancak meczup da değildir, cezai ehliyeti yerinde olan biridir. Engin Ardıç’sa, iktidara en yakın gazeteye tesadüfen yazar yazılmış bir isim değildir. Ardıç, Mısıroğlu ve Erbaş iktidarın ta kendisidir.Mısıroğlu’ndan başlayacak olursak, kendisine 21. yüzyıl Türkiye’sinde fes takıp dolaştığı için ‘meczup’ sıfatı takılmıştır. Evet Mısıroğlu’nun yolu akıl hastanelerinden de geçmiştir ama raporu yoktur! 1970 yılı Ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliği’nde harf inkılabı ile ilgili bir konferansta söylediği sözler sebebiyle çıkarıldığı askeri mahkemece 7 yıl hapis cezasına çarptırılmış, mahkumiyeti sırasında Bakırköy Akıl hastanesi ve Cerrahpaşa psikiyatri kliniklerine sevk edilmiş, 1974’te çıkarılan genel afla salıverilmiştir. Mısıroğlu, son yıllarda popüler hale gelen ve dolup taşan Cumartesi sohbetlerinden birinde, ‘bana tam da rapor yazacaklardı, afla salıverildik’ der ve o yılları öfkeyle hatırlar.
Mısıroğlu, 60’lı yıllardan itibaren ‘talebe yurdu’ adı altında açılan tarikat yurtlarında ün salmaya başlamış, 70’lerin ikinci yarısında sahibi olduğu Sebil Yayınları, İslami kesimin gözdesi haline gelmiştir. Hakkında yurt için toplanan paralar ve hac organizasyonu adı altında toplanan paralarla servet edindiği yolunda çok ciddi iddialar ortaya atılmış, Boğaz kıyısında milyonlarca dolarlık bir lokantasının olduğunu ve bu lokantayı 70’lerde satın aldığını bizzat kendisi ifade etmiştir. Mısıroğlu, Milli Selamet Partisi’nin saygın isimlerden biri haline de o dönemde gelmiş, yolu Recep Tayyip Erdoğan’la kesişmiştir. Milli Selamet Partisi kurucu üyeliği, Akıncılar Derneği İstanbul İl Başkanlığı yapan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘abi’ diye seslendiği Yakup Kaldırım, Serkan Yorgancılar’ın kendisiyle yaptığı bir röportajında 1976 yılında partinin gençlik kolları başkanı seçilen Tayyip Erdoğan’ın, seçimi Kadir Mısıroğlu ve kendisi sayesinde kazandığını anlatıyor. Mısıroğlu, Erdoğan’ın siyasetteki ilk büyük seçiminde parti kongresinde divan başkanıdır.
Erdoğan’ın rakibi Mardinli Zülfikar isimli gence atılmış oylar, Yakup Yıldırım’ın ifadesiyle ‘cepte kalmış’, kongre salonuna rakibe destek veren üyeler zor kullanarak alınmamış, divan başkanı Mısıroğlu tüm bunlara göz yummuş, görmezden gelmiş ve sandıktan genç Tayyip Erdoğan’ın çıkması sağlanmıştır!
Mısıroğlu, ‘meczup tarihçi’ değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar sonra hastanede ziyaretine gideceği ve vefasını göstereceği bir büyüğüdür. Yani Mısıroğlu’na geçmiş olsun ziyareti yapan Diyanet İşleri Başkanı’nı Cumhurbaşkanı’na şikayet eden muhalefet sözcülerimiz, en hafif tabiriyle safça davranmaktadır!
Fotoğrafta Tayyip Erdoğan’ın sağında duran bıyıklı kişi, Diyanet işleri Başkanı Erbaş’tan başkası değil. Erdoğan’a danışmanlık yapan Sakaryalı Mustafa Kamacı tarafından paylaşılan bu fotoğraf 90’lı yıllarda Sakarya’da çekilmiş. Erbaş’ın sonrasında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı’na ve oradan da Diyanet İşleri Başkanlığı’na uzanan öyküsünde önemli bir kare bu. Erdoğan’ın bizzat seçip göreve getirdiği söylenen Diyanet İşleri Başkanı’nın Sakarya Üniveristesi’nde Fetö firarisi Adil Öksüz’ün doktora tezinde imzası bulunan jüri üyelerinden biri olduğunu daha önce OdaTv’den Barış Terkoğlu yazmıştı. Yine kendisinin Abant Toplantıları’na katılan isimlerden biri olduğu ve Kimse Yok Mu Derneği’nin çalışmalarına katıldığı da sır değil.
Engin Ardıç’a gelecek olursak. Kendisi, artık şarabın en kalitelisini yudumlamaya yetecek parayı verdiğiniz taktirde tüm entelektüel birikimini emrinize amade kılıp, hakaretlerle sıvadığı yazısıyla istediğiniz kişiye ağza alınmayacak küfürler yazdırabileceğiniz bir liberal. İşte sevgili okur, bu üç isim bu 10 Kasım’da boşuna bir araya gelmedi. Bu birliktelik bugün oluşmuş bir birliktelik de değil. Bu üç isim Atatürk devrimlerine karşı şu ya da bu sebeple bayrak açan koalisyonun ta kendisi. Mısıroğlu ve Ardıç’ın herhangi bir resmi görevi yoktur, bizim vergilerimizden paylarına düşen açıktan yapılan bir ödeme de yoktur. Erbaş’ın başında bulunduğu kurumsa halen yürürlükte olan anayasanın 136. maddesine göre görevlerini ‘laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek’ yerine getirmek zorundadır. Aksi anayasaya aykırıdır. Tabii anayasa, hala hepimizi bağlayan toplumsal bir uzlaşı metniyse!