İmamoğlu: 31 Mart'tan sonra herkes kendine gelecek
Millet İttifakı'nın İBB adayı Ekrem İmamoğlu, iddialı konuştu. İmamoğlu, mevcut 10 ilçeye ek olarak 14 ilçeyi daha kazanabileceklerini söyledi.
Yerel seçim maratonunun sonuna doğru yaklaşırken, adaylar da artık son sözlerini söylüyor. Hiç kuşkusuz sonucu en merak edilen yarışlardan biri İstanbul’da yaşanıyor. CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu ve AKP’nin adayı Binali Yıldırım, bu yarışın en kuvvetli iki adayı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu Birgün gazetesinden Berkant Gültekin'e konuştu. Söyleşi şöyle
YORGUN AMA ÜŞENMİYOR
Programına sabahın ilk ışıklarıyla başlayan İmamoğlu’nun yüz ifadesinden ve gözlerinden yorgun olduğunu anlamak zor değil. Ancak başkan adayının temas etmedik, elini sıkmadık insan bırakmaya da niyeti yok. Tekerlekler dönmeye başladıktan kısa bir süre sonra yol kenarında bekleyen yaşlı kadınları gören İmamoğlu, şoföründen aracı durdurmasını ve kapıyı açmasını istiyor. Kadınlara hal hatır sorup yerine oturduktan sonra, biz de kayıt tuşuna basıyoruz.
İlk başlığımız popülarite oluyor. İmamoğlu’na ismi ilk açıklandığındaki tanınma problemini soruyoruz. Çünkü CHP yönetimi İmamoğlu’nun adını zikrettiğinde, kendisini tanımayanlar, tanıyanlardan daha fazlaydı ve bu durum ‘popülarite sorunu olan birinin aday gösterilmesinin yanlış olduğu’ yönündeki kimi eleştirileri beraberinde getirmişti. İmamoğlu bu durum için, “Elbette başta böyle bir gerçeklik vardı” diyor ve devam ediyor: “Ama bir yandan İstanbul gibi bir yerde adaylığınız açıklandığı andan itibaren tüm ışıklar üzerinize tutuluyor ve takip ediliyorsunuz. Benim için en pozitif taraf, başta olan inancımdı. Tanındıkça sevileceğime inanıyordum. Bugüne geldiğimde de gerçekten hem tanınma sorununun bittiğini, hem de oy veren ya da vermeyen herkeste, bir sempatinin ve saygının doğduğunu görüyorum. Başlangıçta hedeflediğim noktaya ulaştım diyebilirim.”
GERÇEKLERİ KONUŞMAK LAZIM
Kampanya sürecindeki söylemlerine bakıldığında, Ekrem İmamoğlu’nun yüksek perdeden siyaset yapmadığını ve liderlerle polemiğe girmeyi tercih etmediğini söylemek mümkün. Daha çok İstanbul’un kentsel problemlerine ve halkın yaşamsal sıkıntılarına odaklanan bir çizgi izledi. İmamoğlu neden başka tartışmalara girmediğini, “Konumuz değil” sözleriyle açıklıyor. “Yoksa elbette her konu hakkında benim bir fikrim var. Araştıran, okuyan; ülke siyasetine ilgi duyan, dünyayı tanımaya ve yorumlamaya çalışan biriyim” diyen İmamoğlu, kendisi için bugünün konusunun İstanbul olduğunu hatırlatıyor. CHP’li adaya göre, konularını konuşurken, araya başka sorunları sokmamanın anlamı yok. İmamoğlu eğer yerel seçimde iş, ülke sorunlarından çıkarılıp başka yönlere çekilirse bunun bir aldatmacaya dönüşeceği görüşünde; “Sonuçta 31 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı seçeceğiz. Türkiye’yi yönetecek bir hükümeti seçmiyoruz.”
KUTUPLAŞTIRMA ETKİSİZ KALDI
AKP-MHP bloku, her seçim döneminde olduğu gibi 31 Mart sürecinde de toplumu kutuplaştırmak için özel bir çaba sarf ediyor. Ekonomik kriz başta olmak üzere, sosyal ve siyasi pek çok sıkıntının sorumluluğundan sıyrılmak isteyen Cumhur cephesi, oy tabanındaki kaymaları önlemek amacıyla kendini “vatanın bekçisi”, muhalefeti de “terörist” ilan ederken, bu düşmanlaştırıcı söylemden en fazla payını alanlardan biri de elbette ki İmamoğlu oldu.
10 yıldır siyasi çalışmalara katıldığını söyleyen ve günde onlarca insana temas eden İmamoğlu ise bu çabanın mevcut iklimde başarıya ulaşmadığını söylüyor. İmamoğlu bundan önceki seçimlerde gerilim siyasetinin nispeten daha fark edilir olduğunu ancak bu kez çok küçük çaplı kaldığını dile getiriyor. Neden karşılık bulmadığını sorduğumuzda ise “Gerçekler; ekonomik kriz ve işsizlik daha baskın” yanıtını veriyor. İmamoğlu yaklaşık bir hesapla, konuştuğu 100 kişiden 70’inin en yakıcı probleminin kriz, yoksulluk ve işsizlik olduğunu kaydediyor. Burası oldukça ilginç. Çünkü uzun yıllardır en önemli sorunları trafik ve ulaşım olan İstanbul gibi bir kentte, ekonomik kriz ve işsizliğin bir numaralı gündem maddesi haline gelmesi, yaşanmakta olan depremin büyüklüğü hakkında önemli ipuçları veriyor.
BAŞKANLIK SİSTEMİ BİZE UYMUYOR
Sohbetimiz Okmeydanı’ndan geçerken kesintiye uğruyor. Bunun nedeni İmamoğlu’nu görmek isteyen kalabalık bir yurttaş grubunun trafiğin akışına halk adına el koyması… “Durdurun da Recep” diyerek aracının şoföründen bir kez daha kenara yanaşıp kapıyı açmasını isteyen İmamoğlu, yine soluğu vatandaşın arasında alıyor. İnsanlarla selamlaşıp teşekkür ettikten sonra, “Röportaj yapıyoruz, kusura bakmayın” diyerek tekrar dört tekerin üstüne geliyor. Sohbete kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İmamoğlu’nun üst politik tartışmalara dair fikirlerini de merak ediyoruz. Aylardır kamuoyunun yakından izlediği bir politikacı olan İmamoğlu’nun, memleketin ‘ağır’ konularına ilişkin ne düşündüğü tam olarak bilinmiyor zira. Bu konuların başında da ‘başkanlık sistemi’ geliyor. İmamoğlu, başkanlık sistemine ilişkin kanaatini şu sözlerle açıklıyor: “Bir Cumhurbaşkanı’nın yerel seçime bu kadar müdahil olması toplumun vicdanında kabul görmüyor. Halbuki tarafsız bir Cumhurbaşkanı olabilseydi, Türkiye’nin durumu bugün başka olurdu. Bence halkın psikolojisi ya da toplumun sosyolojik incelemesi derinlemesine yapılmadan bu sisteme geçildi. Bu sistem Türkiye’ye uymuyor.”
SÜRECİ TOPLUM DİZAYN EDECEK
“31 Mart’tan sonra yeni bir siyasi denklem ortaya çıkabilir mi?” İçinden geçilen sürecin en revaçta sorularından birisi de bu. İmamoğlu tartışmalara ilişkin şöyle düşünüyor: “Bence herkes kendine gelir. Çünkü gerçekten uzun süreli yönetimi bu ülkede birçok dönem siyasiler kaldıramadı. Şu anda da aynısı yaşanıyor. Tabii herkesin bu anlamda bir aklı varsa… Aynaya bakar, özeleştiri yaparsa, kendini yenilerse… Buna biz de dahiliz. Kaldı ki bugün, Türkiye’de yeni dönem siyasi sürecini, siyasiler değil toplumun beklentisi belirleyecek gibi duruyor. Toplum dizayn ediyor süreci. Bence buna dikkat etmek lazım, burada bir mesaj var.”
BİR KARİYER PLANIM YOK
İmamoğlu genç bir siyasetçi olarak nitelendiriliyor. Böyle olunca bundan sonrasında ne yapacağı da kendisine yöneltilen soruların başında geliyor. Biz de elbette bu konuyu es geçmiyoruz ve İmamoğlu’nu “Kazanırsanız ya da kaybederseniz, kendinize nasıl bir yön çizeceksiniz?” şeklinde kişisel bir soruyla burun buruna bırakıyoruz. İmamoğlu bu soruya sanki biraz ‘kaçamak’ bir cevap veriyor: “İnanın, gündemimde İstanbul’u yönetmek dışında hiçbir şey yok. İnsan zaten siyasette kendi kariyerini planlayamaz. Planlandığı takdirde iş bütün ruhunu kaybeder. İlkesel olarak kendim asla bir kariyer planlaması yapmam. Zaman ne gösterir bilemeyiz.”
***
BEYOĞLU DA DAHİL 10 İLÇEYİ KAZANABİLİRİZ
Bu kadar seçim bölgesi gören bir siyasetçiye, ‘Hangi ilçelerde değişim öngörüyorsunuz?’ diye sormasak olmazdı. İmamoğlu, “Aslında çok iddialı görünmediğimiz ama sürpriz beklediğimiz ilçeler var” diyor.
Ciddi anketler yaptırdıklarını, CHP’nin kazanacağı ilçelerin sayısının (Mevcut 14 ilçenin dışında) 10’u bulabileceğini aktarıyor ama bir isim verip diğerinin heyecanını kırmaktan çekindiğini söylüyor. Yola Beyoğlu’ndan çıktığımız ve isminin açıklandığı günden bu yana geniş kesimlerin desteğiyle karşılaştığı için, Alper Taş’ın şansına ilişkin görüşünü soruyoruz. İmamoğlu buna, “Beyoğlu iddialı olduğumuz ilçelerden birisi. Farkın çok göründüğü ama değişime gebe olan başka ilçeler de var” sözleriyle yanıt veriyor.
YENİ BİR YEREL YÖNETİM MODELİNE İHTİYAÇ VAR
Yerel yönetimlere yönelik Anayasal sınırlamalar Türkiye demokrasisinin en hassas meselelerinden biri. Merkezi idareyi yerel yönetim karşısında ‘patron’ kılan bu antidemokratik yapı, uzun yıllardır pek çok kesim tarafından eleştiriliyor. İmamoğlu’nun bu konudaki fikirleri şöyle:
“Kanunun sınırladığı çerçevede belediye başkanlığı yapmak elbette mümkün değil. ‘Belediye başkanı ne yapamaz?’ diye sorsanız, bizim çok eski belediye başkanlarından birinin sözünü hatırlatabilirim; ‘Adam asamaz, para basamaz.’ İnanın belediye başkanından her şey istenir. Dolayısıyla, ‘Bu benim konum değil, bununla ilgilenemem’ diyen insan belediye başkanlığı yapamaz. Türkiye’de yerel yönetim hak ettiği yerde ve değerde değil. Mutlaka yasal bir düzenlemeye ihtiyacı var. Bunu ilk talep edenlerden biri de Sayın Cumhurbaşkanı’ydı.
O makama gelince yerele farklı bakılıyor. Yerel yönetimleri güçlendirme yönünde bir karar alınması için, derin bir hoşgörüye ve demokrat bir zihne ihtiyaç var. Umuyorum bunu başarırız. Eğer yasayı çiğnemeden ama sınırları da aşarak, güzel örnekler üretirsek, toplum bunların iyi olduğunu düşünürse, ‘Evet ya böyle olabiliyormuş’ deyip, o güzel örnekler üzerinden modeller oluşturabiliriz. Elbette bunu tesis ederken, devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünü gözeten denetleyici mekanizmalar da kullanabilirsiniz. Özet olarak Türkiye’nin yeni bir yerel yönetim modeline ihtiyacı var. Biz bunun adını ‘21. Yüzyıl Belediyeciliği’ diye de tanımlıyoruz.”