Abdullah Gül'den yıllar sonra FETÖ itirafı geldi
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 31 Mart yerel seçimlerine ilişkin ve Bank Asya açılışına ilişkin konuştu.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ile AKP’yi kuran, AKP iktidarının ilk Başbakanı ve ilk Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, 31 Mart yerel seçimlerine ilişkin olarak açıklamalarda bulundu.
Gül, “Mazbata, hayırlı uğurlu olsun. Artık normalleşmenin zamanıdır, vaktidir. İktidarın önünde 4 – 4,5 yıllık kesintisiz bir zaman var. Bunu en iyi şekilde değerlendirmeleri gerekiyor. Çok önemli problemler bizi bekliyor. Önceliğimiz ekonomi olmalı” dedi.
Ocak Medya’da Veysi Dündar, “11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile içten bir görüşmenin notları…” başlıklı yazısında Gül ile görüşmesine dair detayları aktardı; gözlemlerini paylaştı.
Dündar’ın yazısının ilgili bölümü şöyle:
Normalleşme şart
Bu notların en başına dün tanıtım iletisinde yer alan normalleşme mesajını koymak lazım. “Mazbata, hayırlı uğurlu olsun. Artık normalleşmenin zamanıdır, vaktidir. İktidarın önünde 4 – 4,5 yıllık kesintisiz bir zaman var. Bunu en iyi şekilde değerlendirmeleri gerekiyor. Çok önemli problemler bizi bekliyor. Önceliğimiz ekonomi olmalı” dedi.
Buna dair sosyal medyada yer alan yorumlardaki eleştirel tona ve bir miktar Sn. Gül’e ithaf edilen tarafgir yaklaşıma dair tek bir yorumum olacak: Son bir yıl boyunca yazılarımı okuyanlar, Sn. Gül’ün benim aracılığımla beyan ettiği normalleşmeden kastının ne olduğunu tespit ve teslim edecektir.
Normal olanın kuralların başta yazılması, maç oynanırken ve bittikten sonra değişmemesi olduğuna dair yazdığım onca yazı ile Sn. Gül’ün vurgusu aslında bir şablonun keskinliğinde mutabık bana göre.
Tam da burada; “Ak Parti’yi kuran ve onun ilk Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçen Gül ile bugünkü Akparti’yi ayıran çizgi ne?” sorusu akla gelmeli. Buna dair basit ve yalın bir yanıt var aslında. Sn. Gül “Akparti’nin vizyon belgesini yazdığını ve ona hala uyduğunu” ifade ediyor. “O belge ne diyorsa ben o rotadayım” diyor.
Ya AK Parti’den ayrı düşmesi?
“AkParti’nin kurucu ilkelerinden yolunu çeviren ben miyim? Elimdeki 30 km öteyi gösteren dürbün ile baktığımda gördüğüm engeli, engebeyi işaret ettiğim için suçlanmam haksızlık değilse nedir?” diye soruyor.
Ak Partililerle ne zaman görüşme imkanı oldu ise bunları ifadeden kaçınmadığını belirtti. Tayyip Erdoğan ile uzunca bir süredir görüşmediğini ifade etti.
Ve belki de şu hususu benim için ilk defa altını çizerek zikrediyor:
“Benim Cumhurbaşkanlığım sırasında iade edilen kanunların çetelesi tutulmamıştır. Ama bugünü anlamanın arka planı işte geçmişte uyarılarıma da yol açan, konulara farklı yaklaşımlardır. Kanun hazırlıklarını yakından takip ettim, yanlış bulduklarımın Meclis’e sunulmadan önce değişmelerini sağladım.”
Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusu
Sn.Gül’e 24 Haziran öncesi adaylık ve akabinde yaşanan sürece dair soru sormasam muhtemelen hem ona hem kendime haksızlık etmiş olurdum. (Malum bu konuda bana ulaşan bilgiyi Halk TV’de canlı yayında paylaşmıştım).
Sn. Gül adaylık süreci devam ederken Sn. İbrahim Kalın ve Sn. Hulusi Akar’ın kendisine yaptıkları ziyareti tabii ki hatırlıyor. “Birisi okul arkadaşım (Akar) diğeri ise bizatihi kendimin yurtdışından Amerika’dan (Kalın) davet edip siyasete kazandırdığım kişi” dedi. Bu ikilinin; adaylık sürecini öğrenmek için geldiklerini, ilikli ceketler ve saygın bir seviyede görüşlerini sorduklarını ve cevaplarını aldıklarını belirtti.
O görüşmede: “Kimsenin kimseyi tehdide ne ihtiyacı ne de cüreti olduğunu” ifade etti.
Sn. Abdullah Gül iç rahatlığı ile ülkeyi acı bir sürece yönlendiren cemaat yapılanmasında rahmetli Erbakan’ın talimatı ile iştirak ettiği banka açılışı haricinde bu yapılanma ile hiçbir tevafuka tabi olmadığını net ve açık biçimde ifade etti.
17/25 sonrası ne yapılmak istendiğini öğrenmeye çalıştığını, ancak sürecin ilerleyen dönemlerde yönetilemez hal aldığını gördüğünü ifade etti.
Sonuçta Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunun o şekilde sonuçlanmasının kendisine yönelik bir gözdağından değil siyasetin olağan akışı içinde Meral Akşener’in tercihinden kaynaklandığını (belki bir kez daha) söyledi.
27 Nisan e-Muhtırasına mukabil yanıtı o gece bizzat kaleme aldığını, 15 Temmuz’da telefon kullanarak yaptığı kamuoyuna açıklamaların da “cesaretini sorgulayanlar için” gerekli dersleri içerdiğini ifade etti.
“Kendisine neden daha sık açıklamalar yapmıyorsunuz?” diye sorduğumda; “artık o konumda olmasam bile bir Cumhurbaşkanı olarak söylediğimiz her söz döviz kurlarına, dolayısıyla ekonomiye etki ediyor. Buna hakkımız yok. Ben Cumhurbaşkanı görevim bittiğinde günlük siyasi tartışmaların uzağında olacağımı söylemiştim. Ölçülü konuşmak zorundayız. Gerekli gördüğüm yerlerde -KHK olsun, Başkanlık olsun, vb- örnekleri çoktur, açıklamalarımı yapmışımdır. Ben bir parti başkanı olmadığım için her gün açıklama yapmam doğru olmaz” dedi.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ve ilzam etmiş bir devlet adamı olarak bugün Avrupa’nın birçok yöneticisi ile kopmayan bağlar ve teatiye tabi temaslara haizim. Bu sadece bana özgü olmamalı. Avrupa ve dünya ile entegrasyonun bir yolu da budur.” Bu ifadeler açıkçası biraz gurur biraz da teşvik içermekte.
Diyalogdan kimse bir şey kaybetmez.
Örnek alınacak bu hasletin bir devlet geleneği halini almasından daha güzel ne olabilir?
Hükümete tavsiyesi ve yeni parti
Türkiye’nin ekonomik anlamda yazık ki sorunları olduğunu söylemesi ve bir an önce bunu aşacak önlemlerin alınmasını salık vermesi şaşırtıcı değil. Ne de olsa üniversitede ekonomi dersleri vermişti.
İktidara önündeki 4,5 seneyi hayırlı kullanma tavsiyesinde bulunuyor.
Tabii ki “yeni bir parti kuruyoruz sen de bize katıl” demedi. Ama açık söylemek gerekirse tüm veriler ülkeye ve siyasete dair söyleyecek çok şeyi olan Sn. Gül’ün bu topa gireceğine delalet ediyor. Tabii nasıl ve ne şekilde?
Biraz makale biraz söyleşi tadındaki yazımı karşımda son derece moralli bir Abdullah Gül bulduğumu ifade etmeden bitirmemeliyim.
Kendisine beni etkileyen iki insana -George Clooney ile amcama- olan benzerliğini ifade ettim. Beraber fotoğrafçının karşısına geçtiğimizde bir yönetmen kaygısı ile acaba Sn. Gül’ün karizması altında ezilecek miyim endişemi paylaştığımda aldığım yanıt ise benim de yeterli kifayete haiz olduğum idi. Resimlere bakanlar buna dair kararı verecektir.
Kapıdan girdiğimde mazhar olduğum hararetle uğurlanırken daha uzun bir söyleşinin de sözünü almanın iç rahatlığına sahiptim.
(Bir son not da masasında tesadüf ettiğim Sinan Eskicioğlu kitabına dair olsun. Bu kitabın ana fikrini yazmış idim. Bir sonraki söyleşide kitaba dair görüşlerini mutlaka soracağım.)