Tunç Soyer: Çıtayı yükseltmeliyiz
31 Mart’ta ortaya çıkan tablonun ‘Türkiye yerelden değişecek’ mesajı verdiğini, bu durumun getirdiği görevi de sorumlulukla sürdüreceğini söyleyen Soyer, İzmir’i dünya kenti yapmayı hedeflediklerini belirtti.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 31 Mart’ta ortaya çıkan tablonun “Türkiye yerelden değişecek” mesajı verdiğine dikkat çekti.
Görevi bunun verdiği sorumlulukla sürdüreceğini belirten Soyer, Birgün'den Yaşar Aydın'ın belediyecilik anlayışı ve projeleri ile ilgili sorularını yanıtladı.
Soyer, yerel yönetimde çıtayı yükselteceklerini, İzmir’i “dünya kenti” yapmayı hedeflediklerini belirterek, “Sosyal demokratların başarılı belediyecilik ve yerel yönetim anlayışı diye anlatabilecekleri bir öykü yaratmalıyız. Sosyal demokrat belediyeciliğin farkını ortaya çıkarmalıyız” dedi.
İŞTE O SÖYLEŞİ:
Siyasetle başlayalım. 31 Mart seçimlerinde ne oldu, toplum ne kazandı?
Çok önemli bir deneyim yaşadık. Herkesin kafasında olan “bu adamlar asla gitmez” denilen karamsarlık hali yıkıldı. Otoriter bir rejimin sandık zoruyla gitme ihtimalinin belirdiği bir süreç yaşadık. Bunun çok önemli ve umutlu bir şey olduğunu düşünüyorum. Sadece bir siyasete, partiye değil tüm ülkeye dair bir umut belirdi. Bize dair olan kısma gelince çok açık ki Türkiye değişecekse yerelden değişecek mesajı verilmiş oldu. Bu da bize büyük bir sorumluluk yüklüyor.
Nasıl bir sorumluluk?
Ortaya çıkan o umudu büyütecek, bütün ülkeye yayacak bir çalışma yapmak lazım. Belediye Meclisi’nde çoğunluğumuz, alınan oy oranı, yıllardır yerelde iktidar olmamız nedeniyle İzmir’in sorumluluğu fazla. Çok daha fazla rol üstlenmeli ve başarılı projelere imza atmalıyız ki diğer kentlerde farklı zorluklar nedeniyle yapılamayan şeyleri kapatmayı başaralım.
Bu tabloda İzmir’i nasıl tanımlarsınız?
Sürecin lokomotifi diyelim. Böyle bir görevi olmalı İzmir’in. Sosyal demokratların başarılı belediyecilik ve yerel yönetim anlayışı diye anlatabilecekleri bir öykü yaratmalıyız. Sokaktaki çukurun kapatılmasından, kentte yaşan insanın konforun artırılmasında, temizlik işlerinde, ulaşımda, altyapı sosyal hizmetlerde çok daha fazlasını çok daha iyisini yapmak zorundayız. Yerel yönetim anlamında çıtayı yükseltmeliyiz. Sosyal demokrat belediyeciliğin farkını ortaya çıkarmalıyız.
Sizden beklenti sadece saydıklarınız değil. Ekonomik kriz, işsizlik gibi sorunlara da çözüm bekleniyor.
Çok doğru. Esas olarak hükümetin çözmesi gereken birçok temel mesele de bizim görevlerimizden biri haline geldi. Biz bahsettiğiniz iki sorunun çözümünde kırsal kalkınmaya çok önem veriyoruz. Hükümetinin uyguladığı tarım politikaları tamamen iflas etmiş durumda. Daha geçen vergiyi sıfırlayarak tonlarca soğan, mısır pirinç ve 24 kalem ithal ettiler. Bu üreticiye haksızlık değil mi? Girdi maliyetini indirecek bir şeyler yapsana. Onu yapmıyor, üreticiyle haksız rekabet yapıyor. Burada yerel yönetimlere görev düşüyor. Biz o üreticiyi iyi yaşatmak zorundayız. Bu aynı zamanda köyden kente göç sorununu da ortadan kaldıracak bir hamle olacak. Topraklarında üretime devam edenler göç etme gereği duymayacak. Tüketici ise daha sağlıklı ürünlere kavuşmuş olacak. Tarım politikalarının yanlışlığı, başka bir tarımın mümkün olduğu ortaya çıkacak. Ve biz bu bereketli toprakların itibarını iade etmiş olacağız. Göreceksiniz İzmir tarımsal kalkınmanın kırsal kalkınmanın başşehri olacak. Başka bir tarım politikasının mümkün olduğunu başta Tarım Bakanı ve hükümet olmak üzere herkese göstereceğiz.
Kırsal kalkınmada sınırlarınız İzmir mi olacak? Etrafınız tarım havzaları ile dolu.
İzmir hiçbir zaman asla sadece tek başına İzmir olmadı. Manisalılar İzmir’e ‘bizim sahilimiz’ der örneğin. Bütün Ege öyle bakar. Balıkesir’in, Aydın’ın Manisa’nın ürettiği ne varsa yüzyıllardır İzmir üzerinden dünyaya gitmiş. Fuar dediğimizde bütün Ege İzmir’e akmış. Bu yüzden sadece İzmir’in kooperatifleri ile değil Ege’nin tüm kooperatifleri ile birlikte çalışacağız.
Bu kısa süre içerisinde neler yaptınız?
İzmir üretici kooperatifleri ile ilk toplantımızı yaptık. Onlara dedik ki ‘ne üretirseniz üretin satın alacağız’ Tek koşulumuz, kişiler değil kooperatif üretecek. İstanbul ve Ankara’da tarım yeterli değil. Doğal bu şehirlerle tarımsal üretim alanında ortak proje yapma şansımız yok. Biz bir tedarik zinciri kuracağız. İstanbul’u 16 milyonluk, Ankara’yı 5 milyonluk pazar olarak görüyoruz. Üreticiden aldığımızı oralara ulaştıracağız. Adrese teslim tüketici kooperatifleri aracılığıyla yapacağız, dükkan açmayacağız. İşte o noktada büyükşehirler birlikte çalışacağız.
Büyük bir organizasyondan bahsediyorsunuz.
Sadece organizasyon değil aynı zamanda planlama. Tüm üretimi planlayacağız. Üretici kooperatiflerini yaptığımız ilk toplantıda ‘2019 yılında ne üreteceğinizi ne kadar üreteceğinizi taahhüt edin ben de onu sizden kaçtan alacağımın sözünü vereceğim’ dedim. 2020 için aynı şeyi yapacağız. Dolayısıyla 1 sene öncesinden Ege’de ne üretileceğini, ne kadar üretileceğin ve kaç liradan üretileceğini biliyor olacağız. Bu aslında devletin yapması gereken bir şey ama yapılmıyor. Üretici de ne kazanacağını, ne kadar üreteceğini hatta ne üreteceğini bilecek. Bugün üretici pazar kaygısı ya da başka nedenlerden dolayı “bu sene enginar üretmeyeyim” diyebiliyor. Biz pazar araştırması yaparak ‘bu ürünü üretin, alacağız’ diyeceğiz. Bir ürün deseni çıkaracağız. Miktarı belirleyeceğiz.
Bu ürünlerin ihracı için büyükşehir bünyesinde ihracat ofisi de kuracağız. Kooperatifler bu konuda yetersiz kalıyor. Biz devreye gireceğiz. Ürünlerin markası, coğrafi işareti, tescili ile ilgileneceğiz. Borsa ile Ticaret Odası, Sanayi Odası’yla birlikte çalışıyoruz. Bazı ürünleri işlememiz, kurutmamız, konserve yapmamız gerekecek. Bir endüstriyel tasarım ekibi ile çalışmaya başladık. Yani tarımsal kalkınmayı önümüzde en büyük hedef olarak görüyoruz. Aziz Bey’in başlattığı bir süreç var. O hafıza çok önemli. Biz sıfırdan bir işe başlamıyoruz. Tüm dünyanın gıpta edeceği bir noktaya geleceğimizi biliyoruz.
Hükümet destekleyecek mi?
Tarım Bakanı’na gidip anlatacağım. Siyasi bir takım oyunlar falan yapmayacağım. Çünkü ben bunu İzmir için yapıyorum. Kendi projem, kendi siyasi perspektifimle gidiyor olmayacağım. İzmir’in projesidir bu diyeceğiz. Anlayacaklarını ümit ediyorum. Anlamazlarsa kendi göbeğimizi keseriz, yapacak bir şey yok.
Seferihisar’da rahat ulaşılabilir bir başkan oldunuz. İzmir’de bu tarzınızda Israr edecek misiniz?
Edeceğim. Telefonumu hiç değiştirmedim. Mutlaka cevap veriyorum, gece de olsa. Randevu vermekte zorlanıyorum şimdi. Geciktikçe insanlar alınganlık gösterebilirler,’ artık ulaşılmaz oldun’ diyebilirler. Biraz zor bir durum. O temponun düşeceğine dair bir inanç var içimde. Ama bundan vazgeçmek istemiyorum. Bisiklet de kolaylaştırıcı bir şey. Teması kolaylaştırabiliyor.
İzmir göç alıyor. Siyasal iklimin de katkısı vardır. Bir yanıyla da kenti zorlayan bir durum. Göçe dair bir planınız var mı?
Biz arazi üretmek zorundayız. Bizim için en temel meselelerden biri bu. Bu aynı zamanda istihdam için de geçerli. Mesela Atatürk Organize Sanayi Bölgesi ful çalışıyor. 40 bin insan çalışıyor, 600 fabrika var. Mükemmel götürüyorlar fakat yeni yatırım yapmak istiyorlar. Mutlaka arsa üretmeliyiz ki göçle gelen insanlara yaşam alanı çıksın. Kentin merkezinde sıkışmamalıyız. Oradaki imar durumunu, doğal zenginliği korumaya çalışmalıyız. Ben bunun bir tehdit olacağını düşünmüyorum. Eğer iyi organize edilirse göçün bir tehdit olacağını düşünmüyorum hatta tersini daha fazla yapmak zorundayız. Üniversite mezunu gençlerimizi burada tutamıyoruz. Onları tutmamız lazım. Kaçırıyoruz onları ama onlara ihtiyacımız var. Bu kenti bir dünya kenti yapacaksak yetişmiş kadrolara, insanlara istihdam olanağı yaratmak zorundayız. Göçü bir tehdit olarak görmediğim gibi buradan giden göçü de engellemeye çalışacağım.
İZMİR KÜLTÜRDÜR
Anladığım kadarı ile göçü şans olarak değerlendiriyorsunuz.
Çok doğru. Aynı zamanda bu demokrasinin de teminatıdır. Siz ne kadar çok nefes, çok ses yaşatıyorsanız şehirde, demokrasiyi de o kadar yaşatıyorsunuz. İzmir’in şansı biraz da budur. Dilini, kültürünü bilmediği insanlar bir arada yaşamışız. Bu demokrasidir, başka bir adı yok. İzmir bunu başarmış. İzmir o nedenle AKP’ye oy vermez. Çünkü İzmir AKP’yi demokrasiye bir tehdit olarak görür. CHP’lilik çok sonradan gelir. Önce bu bilinçle bakar İzmir. Bu yaşam kültürünü bir “tarz” zannederler ama bu çok daha derin bir şeydir. Biz bunu güçlendireceğiz İzmir’de.
KUCAKLAŞMAYI SAĞLAYABİLİRİZ
Türkiye siyaseten neredeyse ikiye bölünmüş durumda. İzmir de bir ucunda duruyor. Bu değişebilir mi?
Sürekli hakaret eden, tepeden bakan, ayrıştıran dilden yoruldu insanlar. Zaten biz günlük hayatımızda o dili kullanmıyoruz ki. Misafir geldiğinde başköşeye oturtuyoruz. Biz zaten öyle bir kadim kültürün insanlarıyız. Dolayısıyla da bu dil meselesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. O dili biz değiştirdikçe, sevgi dilini güçlendirdikçe siyasetin dilinde de değişim başlayacak.
Seçimi kazandıktan sonra en az oy aldığınız yere gittiniz. Nasıl karşıladılar sizi?
Haber vermeden gittim. Kendi kendime köyün sokaklarında dolaştım. Sonra biriyle karşılaştık, kahve de kapalıymış sonra kahveyi açtılar oturduk. Oturup konuşmaya başladık. Muhtar falan da geldi. O kadar makul o kadar mütevazı taleplerle çıktılar ki karşıma… Utandım yani… Ve istediklerini yaptık. İnanın bana bir sene sonra seçim olsa en yüksek oy alacağımız yerlerden biri olacak orası. O yüzden çok umutluyum. Otoriter sistem cehaleti ve ayrışmayı besliyor, korkuyu besliyor. Biz bunlarla başa çıkabiliriz. Özgürlük ve yaratıcılıkla, kucaklaşmayı sunabiliriz. Bunları sunduğumuz takdirde zaten o cehalet de bitiyor, korku da bitiyor. Hepsi iç içe aslında.
***
KARAKILÇIK BUĞDAYININ HİKÂYESİ
Ben Seferihisar’da kırsal kalkınmaya 10 yıldır buna çalışıyorum. Ölçeği ile burası çok farklı tabi. Ama model kafamdaydı. Küçük adımlarını kendi ölçeğimizde attık. Karakılçık buğday hikayemiz var. Bir avuçla başladığımız şey bugün 500 dönüme çıktı. Bir amca avuç dolusu karakılçık buğdayını bize verdi. Önce saksılarda yetiştirdik. Sonra 6 dönüme çıkardık şimdi 500 dönüm oldu.