Babacan'dan Erdoğan'ın Hatay'daki sözlerine tepki: Şantaj yapıyor
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Erdoğan'ın Hatay'daki sözlerine tepki göstererek “Bana oy vermezseniz şehirleriniz yıkık kalmaya devam eder diyor. Yerel seçimde bana destek vermezseniz, hizmet alamazsınız diyor. Şantaj yapıyor. Böyle bir şey olur mu. İstismar, istismar, istismar…” dedi.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, 6 Şubat depremlerinin yıldönümünde; Kahramanmaraş’ta açıklama yaptı.
Babacan, “Sayın Erdoğan, geçen gün Hatay’da ne demiş? ‘Bakın, yerel yönetimle merkezi hükümet uyum içinde olmazsa işler yürümüyor. Hatay’da işler yürüyor mu?’ demiş. Kendisi yarın Kahramanmaraş’a gidecek. Sorsun vatandaşlara, Kahramanmaraş’ta işler yürüyor mu? Kahramanmaraş’ta belediye ile hükümet aynı partiden değil mi? Burada işler yürüyor mu?... İnsanları yerel seçimle tehdit ediyor. Bana oy vermezseniz şehirleriniz yıkık kalmaya devam eder diyor. Yerel seçimde bana destek vermezseniz, hizmet alamazsınız diyor. Şantaj yapıyor. Böyle bir şey olur mu. İstismar, istismar, istismar…” dedi.
Babacan, şunları söyledi:
“Tam bir sene evvel; burada yaşadığınız korkuyu, acıyı, çaresizliği biliyorum. Bir sene evvel bu şehrin nefesini, sesini, huzurunu yok eden o geceyi, sizler kadar anlamam mümkün değil. Biliyorum ki çok zor. Ülkemizin en karanlık sabahına uyandık. Rakamlara indirgenemeyecek 11 ille, üç dört bölgeyle sınırlandırılmayacak; sayı ile ifade edilemeyecek bir felaket yaşadık. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her ilimizde hissedilen bir depremdi bu. İstanbul’daki bir öğrenci, Maraş’taki ailesinden haber almak için telefona sarıldı, depremi İstanbul’da hissetti. İzmir’de bir kardeş, Hatay’daki ağabeyine ulaşamadı; depremi İzmir’de hissetti… 6 Şubat, Türkiye’nin yedi bölgesini vurdu, 81 ilinin, 85 milyonunu vurdu.
“HERKESİN ORTAK SORUSU, ‘İLK 48 SAATTE DEVLET NEREDEYDİ?”
Ben depremin üçüncü gününden itibaren bölgedeydim. Maraş’ın o yaşadığı çaresizliği gözlerimle gördüm. Evladına, kardeşine, anne babasına sevdiklerine ulaşamayan insanların ıstırabına tanık oldum. Kendi çalışma arkadaşlarımı da kaybettim… Üçüncü gününden itibaren hep buralardaydık. Biz öyle özel uçaklarla, helikopterlerle gelip; tekrar uçup gidenlerden olmadık. İlçe ilçe, köy köy gittik; girilmemiş sokaklara girdik. Yardım eli uzatılmamış insanlarımıza ulaştık. Arama kurtarma çalışmaları başlatılmayan enkazların başındaki çaresizliği gördük. Karanlık sokaklarda, gece eksi 17 derecede vatandaşlarımızın hangi şartlarda hayata tutunmaya çalıştıklarına tanık olduk. Ateşin düştüğü yerleri gördük. Acıyla kavrulmuş sokakları gördük.
Gün gün yaşanan her şey çok acıydı. Herkesin ortak sorusu, ilk 48 saatte devlet neredeydi. Bazı yerlerde bu süre 72 saatti, bazı yerlerde 4 gündü, 5 gündü. Köy muhtarları, ‘Biz enkazdan kendi ellerimizle komşularımızı çıkarttık’ diyordu. Dile kolay ama yüreğe çok ağır bu. Evladının olduğu bir enkazın başında günlerce tek başına bekleyen insanlar gördüm. Ellerini parçalaya parçalaya moloz kaldıran insanlarımızı gördüm. Günlerce aç susuz kalmış bebeğine çaresizlikle sarılan anneler gördüm. En temel ihtiyaçları için saatlerce kuyrukta bekleyen vatandaşlarımızı gördüm.
DEMİŞTİM Kİ, ‘UZMANLAR UYARIYOR’
Tüm bu tabloya baktığımda, ne gördüm? Göz göre göre gelen bir depremle, göz göre göre gelen bir afetle mücadele edemeyen bir hükümet gördüm. 6 Şubat depremlerinden 1 buçuk sene evvel buradaydım. Şehrin orta yerinde dört yıldızlı bir otelde il kongremizi yapmıştık… Ben demiştim ki, ‘Uzmanlar uyarıyor, Doğu Anadolu Fayı’nın Maraş bölümünde 500 yıldır bekleyen enerji var.’ Tam bir buçuk sene önce. O konuşmayı yaptığım, şehrin en merkezi yerindeki otel yıkıldı… Tamamen un ufak oldu. Tek bir kişi bile oradan sağ çıkmadı… Sonradan ortaya çıktı ki o otelin sağlam olmadığını ilgili kurumlar biliyormuş. Dönemin İçişleri Bakanı’nın, 6 Şubat depremlerinden evvel, bir şov havasında yaptığı tatbikatta; bu otelin yıkılacağı yazılıymış. Yıkılacağı belli olan binaları, mezar diye bırakmışlar.
“KILLARINI KIPIRDATMADILAR”
Kayıtsızlığın, umursamazlığın resmi; insanımıza verilen önemin ne kadar düşük olduğunun resmi. Uzmanlarla senelerce ‘Kahramanmaraş’ta deprem olacak’ dedi. Onlar da kıllarını kıpırdatmadılar. Deprem geliyorum der, insanlarımızı göz göre göre kaybettik.
İlk 48 saat ne oldu, ilk 72 saat ne oldu? Sistem niye işlemedi. Niye kurumsal yapı felci yaşandı? Neden enkazların altında kurtarılmayı bekleyenler varken, iş makinaları şehirlerin girişlerinde bekletildi? Neden ilk 48 saatte, 72 saatte; derhal harekete geçmesi gereken kurumlar harekete geçmedi? Silahlı Kuvvetler neden çok geç devreye girdi? Bunların hepsi karanlık. 17 Ağustos depremlerinde askerler hemen devreye girmişti. Neden sonra görmeye başladık, askerlerimizi? Madenciler, gönüllüler… Harekete geçmek istediler, çoğu yerde geçemediler. Arama kurtarma çalışmalarında yapılan ihmalleri unutmayacağım.
“6 ŞUBAT 2023 SABAHI DEPREMZEDEYDİLER, BİR SENE GEÇTİ HALA DEPREMZEDELER”
Üzerinden bir sene geçtikten sonra, hala temel ihtiyaçlarına erişemeyen vatandaşlarımızın yaşadıklarını unutamayacağım. Sırf seçim geliyor diye, apar topar konut yapmaya çalışanların; acıdan devşirmeye çalıştıkları fırsatları unutmayacağım. Nerede verilen sözler, hani nerede konutlar? Türkiye Cumhuriyeti bu kadar zayıf bir devlet mi, bu kadar yokluk çeken bir devlet mi? Bir sene geçti hala burada yaşayan insanlar gündelik yaşamlarına geri dönemedi. 6 Şubat 2023 sabahı depremzedeydiler, bir sene geçti hala depremzedeler. 6 Şubat 2023 sabahı her şey anormal, bir sene geçti; hala her şey anormal…
“YOK OLAN KENTLERİN YERİNDE KENTLEŞMEYE DAİR BİR HAZIRLIK YOK”
Şu anda vatandaşlarımız kıt kanaat imkanları ile başlarını sokacak eve kavuşamıyor. Bir sene oldu. Açıklama yapmamışlar mıydı, bir yılda tamamlayacağız diye. Ülkenin en tepesinden bunu duymamış mıydık? Yok olan kentlerin yerinde kentleşmeye dair bir hazırlık yok. Kültürel altyapı oluşturma hazırlığı, sosyal dokuyu yeniden inşa etme hazırlığı yok. Biz bunlara razı değiliz. En büyük sorun… Tam bir yılı geçti, plan yok, program yok; büyük bir belirsizlik hâkim. Hiç kimse ne zaman ne olacağını bilmiyor… Orta hasarlı binaların ev sahiplerinin, o evlerde oturanların oluşturduğu bir platform var, onlarla buluştuk. En büyük şikayetleri, ‘Biz hiçbir şey bilmiyoruz’ diyorlar. Evlerimiz yıkılacak mı, yıkılmayacak mı? Hepsi birbirlerine bakıyor. Gerçekten çok acı.
Sayın Erdoğan, geçen gün Hatay’da ne demiş? Demiş ki, ‘Bakın, yerel yönetimle merkezi hükümet uyum içinde olmazsa işler yürümüyor. Hatay’da işler yürüyor mu?’ demiş. Kendisi yarın Kahramanmaraş’a gidecek. Sorsun vatandaşlara, Kahramanmaraş’ta işler yürüyor mu? Kahramanmaraş’ta belediye ile hükümet aynı partiden değil mi? Burada işler yürüyor mu? Kahramanmaraş’ın depremi dün gibi yaşamasına razı değiliz. Tek sebebi koordinasyon bozukluğu. Merkezi yönetim ile yerel yönetim arasında gerekli iletişim sağlanmıyor. İnsanlar dinlenmiyor. O ilk hafta demiştim ki, 8 Şubat, Hatay’dan canlı yayın yapıyoruz… Bir gün önceden çıkmıştı, televizyona tehdit eden açıklamasını unutmuyorsunuz değil mi? O zihniyet bir yıl geçti değişmedi.
“ŞANTAJ YAPIYOR”
Şimdi de insanları yerel seçimle tehdit ediyor. Bana oy vermezseniz şehirleriniz yıkık kalmaya devam eder diyor. Yerel seçimde bana destek vermezseniz, hizmet alamazsınız diyor. Şantaj yapıyor. Böyle bir şey olur mu. İstismar, istismar, istismar…
Devleti yönetenlerde öyle bir anlayış var ki, ‘Her şeyi ben bileceğim, her şeyde benim imzam olacak.’ Hele hele işin ucunda rant varsa. Büyük bir rant varsa, Ankara’dan habersiz kuş uçmayacak. Şu anda ülkenin yaşadığı sorunların temelinde bunlar var…
“BİR YILDA TAMAMLAYACAĞIZ DEDİLER, YÜZDE 10 CİVARINDA BİR GERÇEKLEŞME VAR”
Cumhuriyet’in 100. yılında Hatay’daydım. İnsanlarımızı dinledim. Herkesin hikayesinin başka, biricik olduğunu göstermeye çalıştım. Ocak ayında Gaziantep’teydim. Yaraların hala sarılamadığını gördüm. Yapılan deprem konutlarının, yaşayan nüfusun ancak yüzde 10’una ulaştırılabildiğini de gördüm. Kahramanmaraş’ta da oranlar böyle. Bir yılda tamamlayacağız dediler, yüzde 10 civarında bir gerçekleşme var…
Şu anda bir muhalefet partisiyiz. Çok önemli bir görevimiz var. Demokratik denetim. Sıkıntılar, sorunlar varsa; bu sorunları görmek, tespit etmek; tüm Türkiye’ye duyurmak. Ama sadece sorunların tespiti değil, aynı zamanda çözüm üretmek… O günlerde söyledim; çözüm merkezi hükümet, yerel yönetim, sivil toplum bir araya gelecek, yerele yetki ve imkan devri yapılacak ve çözüm yerelden başlayacak…
Biz yanlışa yanlış diyoruz, doğruya doğru diyoruz; yanlışın da doğrusu budur diyoruz. Tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir insan olarak söylüyoruz. 14 Mayıs seçimlerinden sonra, deprem bölgesinden, iktidar partisine oy verenlere hakaret eden, aşağılayan, vatandaşı küçük gören zihniyeti kınıyorum. Halkımız bir karar verdiyse, saygı duyarız. Kuzeyden güneye, doğudan batıya. İnsanlarımızın, insan onuruna yaşarış bir şekilde yaşaması için biz çalışacağız.
“ŞEHİDİMİZİN ACISI İLE KAHROLURKEN, AİLESİNİN ÇADIRDA YAŞADIĞINI ÖĞRENDİK VE BİR KEZ DAHA KAHROLDUK. NE YAPACAKLARINI ŞAŞIRDILAR…”
Depremin 11. ayında, Irak’ta hayatını kaybeden Kahramanmaraşlı şehidimiz Müslüm Özdemir şehadeti ile bölgedeki insanların sesini ana haberlere taşımak gibi bir hayırlı gelişmeye de vesile oldu. Onun şehadeti, Kahramanmaraş’ın şu anda içinde olduğu şartların Türkiye tarafından daha iyi görülmesine, anlaşılmasına vesile oldu… Şehidimizin acısı ile kahrolurken, ailesinin çadırda yaşadığını öğrendik ve bir kez daha kahrolduk. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Normalde şehit evlerine, büyükçe bayraklar götürülür, ailesi ziyaret edilir. Baktık o çadıra bayrak götürsek mi, asmasak mı; ikilem yaşamışlar. Depremin yaralarının sarılamadığını, hala vatandaşlarımızın hangi şartlarda yaşadığının ibretlik görüntüsünü nasıl saklayacağız; derdine düşmüşler. Soğuk çadıra bir de apar topar ısıtıcı bile gönderdiler. Belki de milyonlarca insan, insanların hala çadırlarda kaldığını da bu vesile ile gördü. Buraların sesini insanların duyması gerekiyor. İki ayrı mağdur grupla, yol üstü buluştuk, konuştuk… Mağdurların sesini duyurmak, hem de sorunlara çözüm üretmek için de buradayız. Demokratik denetim…
“KAYBOLAN VATANDAŞLARIMIZIN SAYISI DA 1000 CİVARINDA”
Depremde kaybolan vatandaşlarımızın sayısı da 1000 civarında. Bu da büyük bir acı… Katlanılması zor acılar bunlar. Yüzlerce insan, yakınlarını soruyor; iktidardan ses yok. Soruyorum: Bir ay, iki ay, dört ay değil; bir sene geçti… Deprem öncesi uyarıları görmezden geldiniz, binlerce insanımızın ölümüne sebep oldunuz, hala seslerini duymuyor, kulak tıkamaya devam ediyorsunuz. Deprem kayıpları nerede? Bir açıklama getirin. Deyin ki, bugüne kadar şunları yaptık. Ama tamamen karanlık. Bu acıyı daha fazla yaşatmayın.
Bu ülkeyi karanlıkta yönetmeye o kadar alıştılar ki… Hiçbir şeffaflık yok. Eski komünist blok ülkeleri vardı… O ülkelere çevirdiler Türkiye’yi. Hiçbir sorunun cevabını alamıyorsunuz. Hiçbir şey belli değil, diyorlar. Orta hasarlı binalar var, vatandaşlara çık deniyor… Ama tam arkasında inşaat devam ediyor. Siz bu insanların aklıyla alay mı ediyorsunuz. Bu kadar belirsiz, yönetimin birbirinden habersiz olduğu, bu karanlık sebebiyle insanların mağdur olduğu bir yönetim olamaz. Gerçekten çok yazık. İnsanlarımıza yazık.
Yaşadığımız bu acı, bir hakikati gösterdi. Haber gelir gelmez, tüm toplum kesimlerinden herkes seferber oldu. Herkes kendi imkanınca elini uzattı. Bu toprakların insanı kimliği ne olursa olsun, birbirini çok seviyor, elini uzatmaktan çekinmiyor. Biz birbirimizi daha çok seveceğiz. 6 Şubat acısından sonra bu hakikate şahit olduk.”