CHP Sözcüsü Faik Öztrak: Erdoğan sorumluluklarından kaçmanın sonuçlarından kaçamaz
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, CHP MYK toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada 6 Şubat merkezli depremlerde afetin boyutunu artıran siyasi ihmalleri hatırlatarak AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'a tepki gösterdi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, bugün CHP Genel Merkezi’nde; MYK toplantısı devam ederken düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Deprem bölgesindeki her ilin, hatta her ilçenin ihtiyaçları farklı. Beyin cerrahı titizliğiyle bir planlama yapmak lazım. Ama sarayın kibirlisinin, böyle bir kapasitesi yok. Onun tek derdi var; bol bol ihale yapıp, törenle, seyyar temeller atmak. Sosyete pazarı çığırtkanı edasıyla, beton pazarlamak. Bu ülkeyi 21 yıldır yönettiklerini iddia edenler, sebebi oldukları 50 bin can kaybının, sorumluluğundan asla kaçamaz ama sarayın kibirlisi, fütursuzca sorumluluktan kaçmaya çalışıyor. Dün yine çıkmış, türlü bahaneler uyduruyor. Neymiş? ‘Tabiatın kendi işleyişine saygılı bir hayat nizamı kurmazsanız, bir gün gelir tabiat hakkı olanı alır götürür. Atalarımız çok güzel söylemiş; 'Dere yatağında akar.' Depreme dayanıksız bina yaparsanız, ilk büyük sallantıda yıkılır. 2018’de çıkardığı imar affıyla, seçim meydanlarında, ‘hayırlı olsun’ diye böbürlenen kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… İmar aflarına reklam filmi çeken kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… Ama Erdoğan sorumluluklarından kaçmaya çalışsa da sorumluluklarından kaçmanın sonuçlarından kaçamaz” dedi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, şunları söyledi:
“50 BİNDEN FAZLA YURTTAŞIMIZ, YARDIM ÇAĞIRARAK SOĞUKTA DONARAK CAN VERDİ”
"Gücün zekâtı tevazudur. Bu zekât ödenmezse, güç kibre dönüşür. Hayatta her şey inceldiği yerden kopar. Kibir ise zırh gibi kalınlaştıkça, etrafını yakıp, yıkar. Çok büyük zararlar verir. 2018’den bu yana, 85 milyonluk koca Türkiye bunu, yaşayarak tecrübe ediyor. Erdoğan’ın arşa ulaşan kibri, ülkemizin her bir ferdini mağdur ediyor. Ucube şahsım rejimi ve kibirlisinin elinde, ülkemizde çürümeyen, zarar görmeyen, çökmeyen tek bir şey kalmadı. Devletin adalet direği çöktü. Köklü kurumları çöktü. Eğitim çöktü. Dış politika çöktü. Ekonomi çöktü. Sağlık çöktü ve en sonunda depremde binalarımız, yollarımız çöktü. Afetler bu kibir abidesinin elinde, felakete dönüştü. İlk iki gün enkazın başında devlet yoktu. Mehmetçiğe zamanında emir verilmediği için, askerimiz yoktu. Deprem enkazının altında, 50 binden fazla yurttaşımız, yardım çağırarak soğukta donarak can verdi. Enkazın başında bekleyen çaresiz analardan, babalardan, çocuklardan, dedelerden, ninelerden ‘nerede bu devlet’ feryatları yükseldi. Sahra hastaneleri, sahra mutfakları, sahra çadırları hızla kurulamadı. Enkazdan çıkanlara, evini barkını kaybedenlere Mehmetçiğimizin sıcak yardım eli ulaştırılamadı. Oysa daha önceki felaketlerde Mehmetçiğimizin sıcak yardım eli; muhtaçları vakit yitirmeden kucaklamıştı. Mehmetçiğimizin bir tas sıcak çorbası, üşüyen bedenleri, hızla ısıtmıştı ama arşa çıkmış kibirleri, beceriksizlikleri, kifayetsizlikleri, ideolojik önyargıları nedeniyle, bunlar yapılmadı. Bir yönetici her şeyden vazgeçebilir ama sorumluluklarından vazgeçemez.
“HEP DİYORUZ, ARSIZLIK BUNLARIN EN BÜYÜK SİYASİ SERMAYESİ”
Bu ülkeyi 21 yıldır yönettiklerini iddia edenler, sebebi oldukları 50 bin can kaybının sorumluluğundan asla kaçamaz ama sarayın kibirlisi, fütursuzca sorumluluktan kaçmaya çalışıyor.
Dün yine çıkmış, türlü bahaneler uyduruyor. Neymiş? ‘Tabiatın kendi işleyişine saygılı bir hayat nizamı kurmazsanız, bir gün gelir tabiat hakkı olanı alır götürür. Atalarımız çok güzel söylemiş; 'Dere yatağında akar.' Depreme dayanıksız bina yaparsanız, ilk büyük sallantıda yıkılır. Dere yatağına bina inşa ederseniz, ilk büyük yağışta sele kapılır. Ormanları korumazsanız, İlk büyük yangında varınızı yoğunuzu kül eder. Yumuşak ve meyilli sırta ev kurarsanız, gün gelir toprak onu yutar.’ Yani, sellerde, depremlerde, yangınlarda, toprak kaymalarında ölenlerin sorumluluğu, ölenlerin kendisindeymiş… Ülkeyi 21 yıldır yöneten rantiyeci kibir abidesinin, bu can kayıplarında, bu büyük yıkımda, hiçbir sorumluluğu yokmuş. Her zaman yaptığını yapmış, sadece yetkiler benim, sorumluluk ise milletin, iyi ne varsa benden, kötü ne varsa milletten, demiş… Hep diyoruz; Arsızlık bunların en büyük siyasi sermayesi, arsız arlanmayı hiç bilmez. Hiçbir şeyden utanmaz. Utancı gidenin kalbi de zaten ölüdür. İş başında olduğu 21 yılda, 9 kez imar affı çıkaran kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan…
"ÇIKARDIĞI İMAR AFLARIYLA, DEPREME DAYANIKSIZ BİNALARI AFFEDEN KİM? SARAYIN KİBİRLİSİ ERDOĞAN"
2018’de çıkardığı imar affıyla, seçim meydanlarında, ‘hayırlı olsun’ diye böbürlenen kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… İmar aflarına reklam filmi çeken kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… Dere yataklarına evler yapılırken, bunlara izin veren kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… İstanbul’a, kadim şehrimizin tarihi siluetine ihanet eden kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… Karadeniz’in yaylalarının, güzelim Ayder’in rant uğruna talanına seyirci kalan kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… Derelerine, doğasına sahip çıkan yaşlı başlı köylülerimizi jandarmaya hırpalatan kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… Kendisi uçan saraylarda oradan oraya gezerken, orman yangınlarını söndürmek için, uçak almayan kim? Sarayın kibirlisi Erdoğan… Türk Hava Kurumu’nun mevcut yangın söndürme uçaklarını, çürümeye terk eden kim? Yine sarayın kibirlisi Erdoğan… Yaşadığımız her afet, felakete dönüşüyorsa, bunun sebebi 21 yıldır ülkenin başındaki Hükümet ve onun başı Erdoğan’dır, Erdoğan ama Erdoğan sorumluluklarından kaçmaya çalışsa da sorumluluklarından kaçmanın sonuçlarından kaçamaz.
“BİZİM HESAPLAMALARIMIZA GÖRE, FİZİKİ VE BEŞERİ SERMAYE KAYIPLARIMIZIN TOPLAMI, 126 MİLYAR DOLAR”
Sonuç apaçık ortada; 21 yıldır Erdoğan’ın kibrinin, kifayetsizliğinin, beceriksizliğinin bedelini, milletimiz ya canıyla ya da malıyla ödedi. Kahramanmaraş depremlerinde de 50 binden fazla yurttaşımızı kaybettik. Bizim hesaplamalarımıza göre, fiziki ve beşerî sermaye kayıplarımızın toplamı, 126 milyar dolar. En son Uluslararası Çalışma Örgütü ILO, Kahramanmaraş depremlerinin, çalışma hayatına etkilerini araştırmış… ILO’ya göre, deprem, bölgedeki çalışma saatlerinde, yüzde 16’lık bir kayba neden olmuş. Bu 657 bin 147 tam zamanlı işçinin, işini kaybetmesi demek. Emekçilerimizin gelirinde, her ay yaşanan kayıpsa, 150 milyon dolar. Her bir çalışanın aylık kaybı ise 4.351 lira yani ayda 231 dolar. Deprem bölgesinde 220 bin civarında iş yeri ya yıkık ya da ağır hasarlı. Yine deprem bölgesinde ekonomik aktivitedeki yavaşlama, çalışma saati bakımından, en az Adana’da, en çok da Malatya’da… Hep söylüyoruz. Deprem bölgesindeki her ilin, hatta her ilçenin ihtiyaçları farklı. Adana’nın ihtiyaçları ile Malatya’nınki aynı değil. Diyarbakır ile Adıyaman’ın ihtiyaçları aynı değil. Her yerleşim yerinin ihtiyaçlarına göre, beyin cerrahı titizliğiyle bir planlama yapmak lazım ama sarayın kibirlisinin, Böyle bir kapasitesi yok. Onun tek derdi var, bol bol ihale yapıp, törenle, seyyar, müteharrik temeller atmak. Sosyete pazarı çığırtkanı edasıyla, beton pazarlamak. Ziya Paşa şu beytini yazarken, sanki bunları görmüş de yazmış, ‘İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.’ Gerçekten o kadar akıldan, bilimden, hikmetten, tarihten bihaberler ki…
“5 YIL ÖNCE ASGARİ ÜCRETLE, 3 BİN 562 YUMURTA ALINABİLİYORDU. BUGÜN 2 BİN 933 TANE ALINABİLİYOR”
Cumhur İttifakı, Yeniden Refah Partisi’yle protokol imzalıyor. Protokolle, ‘Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın, Hazine’yi fonlamasının, önündeki engellerin kaldırılması’ hükme bağlanıyor. Taraflar altına imza atıyor. Açık, açık ‘karşılıksız para basacağız’ diyorlar. Nobel ekonomi ödülü sahibi, Paul Krugman: ‘Karşılıksız para basmak, çok fazla tatlı yemek gibidir. Yerken kendinizi iyi hissedersiniz. Sıkıntıları ise sonradan çıkar’ diyor. Tıpkı bugün olduğu gibi. Şu elimde tuttuğum banknot, ilk kez 2009 ocak ayında tedavüle girdi. 2009 ocak ayı başında, bununla 130 dolar alınıyordu. Bugün ancak 10 dolar 50 sent alınabiliyor. Yine 2009 ocak ayında, 200 lira ile doldurduğunuz pazar filesini, bugün doldurmaya kalksanız, ödemeniz gereken miktar, 500 lira değil, bin lira değil, bin 500 lira değil, 2 bin lira değil tamı tamına 2 bin 209 lira… Bu 200 liranın yanına, 10 tane daha aynısından koysanız, 2009’un ocak ayında aldığınız, meyveyi, sebzeyi, eti, peyniri almaya yetmiyor. Erdoğan 2011’de ne diyordu? ‘Eğer biz geldiğimizde asgari ücretle aldığın yumurtadan, aldığın sütten, aldığın peynirden, aldığın ekmekten bugün daha az alıyorsan, bize oy verme…’ Madem öyle, sarayın kibirlisinin, enflasyonla millete ödettiği hesabı da önüne koyalım. Erdoğan’ın ucube şahsım rejiminin hayata geçtiği, 2018’in haziran ayında, asgari ücretle 73 kilo beyaz peynir alınıyordu. Bugün 60 kilo alınabiliyor. Ucube cumhurbaşkanlığı hükümetinin başı Erdoğan 5 yılda, asgari ücretlinin sofrasından 13 kilo peyniri almış. 5 yıl önce asgari ücretle, 3 bin 562 yumurta alınabiliyordu. Bugün 2 bin 933 tane alınabiliyor. Ucube Cumhurbaşkanlığı hükümetinin başı Erdoğan asgari ücretlinin sofrasından 629 yumurtasını almış. Bundan 5 yıl önce asgari ücretle sofrasına 162 kilo tavuk eti koyabilen vatandaşımız, bugün sofrasına 141 kilo tavuk eti koyabiliyor. Ucube Cumhurbaşkanlığı hükümetinin başı Erdoğan asgari ücretlinin sofrasından 21 kilo tavuk etini kapmış. Ucube Cumhurbaşkanlığı hükümeti döneminde sofraya konan, pirincin 28 kilosunu, toz şekerin 41 kilosunu, sarayın kibirlisi almış götürmüş. Hangi birini söyleyelim? Liste uzayıp gidiyor. Bunun sorumlusu kim? Tabii ki ‘ekonominin sorumlusu benim, ben’ diyen Erdoğan.
“MİLLETİMİZ KENDİNİ UNUTAN, HALİNİ GÖRMEYEN ERDOĞAN’DAN BUNUN HESABINI SORMAK İÇİN, SANDIĞI BEKLİYOR”
Bugün dünyada gıda fiyatları düşerken bizde arşa çıktıysa, bir kilo kıyma 300 lirayı aştıysa, bir kilo soğan bugün 20 lirayı bulduysa, yumurtanın kartonu 90 liraya, karton sütün litresi 30 liraya dayandıysa, bunun sorumlusu kim? Tabii ki ‘ekonominin sorumlusu benim, ben’ diyen Erdoğan. Yine bugün gerçek işsizlerimizin sayısı, 8 milyon civarındaysa, 1 milyon 79 bin üniversite mezunumuz işsizse, 3 milyon gencimiz ne bir işte çalışıyor ne de okuyorsa, anasının, babasının yanında ev genci olmuşsa, bunun sorumlusu kim? Tabii ki ‘ekonominin sorumlusu benim, ben’ diyen Erdoğan. Milletimiz bunların ne yaptığını gördü, notunu da verdi. Şimdi, masasından çalınan peynirin, yumurtanın, pirincin, şekerin, işsiz evlatlarımızın çalınan geleceklerinin hesabını, sandıkta Erdoğan’dan sormaya hazırlanıyor. Milletimiz kendini unutan, halini görmeyen, ‘benim için varsa yoksa sarayımın beslemeleri, sarayımın yanaşmaları, sarayımın beşli çeteleri’ diyen, Erdoğan’dan bunun hesabını sormak için, sandığı bekliyor. Milletimiz bunların gözünde de gönlünde de yok.
“MİLLETİN KASASINDAN BUHARLAŞTIRILAN, 128 MİLYAR DOLARI DA HAZİNESİNDEN UÇURULAN 418 MİLYAR DOLARI DA SÖKE SÖKE ALACAĞIZ, ASIL SAHİBİ OLAN MİLLETİMİZE GERİ VERECEĞİZ”
Giderayak yaptıkları her iş, bunu açıkça gösteriyor. İşte en son yaptıkları kanuni düzenleme, 9 Mart 2023’te, depremde kaybettiğimiz 50 bin yurttaşımızın, daha kırkı çıkmadan, TBMM’de adrese teslim bir yasa çıkardılar. 7440 sayılı Kanunla, daha 2022’nin beyanname dönemi bitmeden, şirketler 2022 yılı vergi matrahını tespit etmeden, henüz belli olmayan bir matrahın, artırımına imkân getirildi. Türk Vergi Sisteminde, beyanname dönemi henüz bitmemişken, matrah artırımına imkân veren bir düzenlemeyle ilk defa karşılaşıyoruz. Daha önce eşine rastlanmayan böyle bir uygulamaya, neden ihtiyaç duyuldu? Bunu kim veya kimler istedi? Şeytan ayrıntı da gizli… Beyanname dönemi bitmeden, matrah artırımına imkân veren bu düzenlemeyle şirketler matrah artırımına giderse, 2022 ve öncesinde ödedikleri vergilerle ilgili olarak, vergi incelemesi yapılamayacak. Vergi incelemesi yapılamadığı için de yolsuzluklar, usulsüzlükler denetçilerden gizlenecek. Tekrar soruyoruz, adrese teslim bu düzenleme kim veya kimler için yapıldı? Beşli çetelerinizden, hangi şirketleri kurtarmak için bunu yaptınız? ‘Hırsız evden olursa, mandayı bacadan aşırır.’ Bunların durumu tam da bu ama ne yaparlarsa yapsınlar, milletin kasasından buharlaştırılan, 128 milyar doları da hazinesinden uçurulan 418 milyar doları da söke söke alacağız, asıl sahibi olan milletimize geri vereceğiz.
“BİZİM YÖNETİMİMİZDE ZİRAAT BANKASI, ÇİFTÇİNİN BANKASI OLACAK”
TBMM KİT Komisyonundaki görüşmelerde, bir başka skandal daha patladı. Ziraat Bankası 2018’de, ‘Havuz medyasına amiral gemisi alınsın’ diye, saray beslemesi bir iş insanına, toplam 800 milyon dolarlık bir kredi açmıştı. Bu kredinin ödemeleriyse, sözleşme hükümlerine uygun yapılmadı. Kredi borcu yasal takibe düşecekken, Ziraat Bankası 21 Nisan 2022 tarihinde, bu borcu yeniden yapılandırdı. Şimdi öğreniyoruz ki, saray beslemesi bu şirket, yapılandırmanın olduğu tarihten bu yana, borcunun sadece 586 milyon liralık kısmını ödemiş. Bu, bugünkü dolar kuruyla, 30 milyon 700 bin dolar yapar. Kalan 770 milyon dolara ise yanaşmalar çökmüş. Şimdi biz de soruyoruz: Bu ülkede hangi çiftçimiz, Ziraat Bankası’ndan böylesine avantajlı krediler alabiliyor? Borcunu ödemese de borcu böyle uygun koşullarla yapılandırılıyor? Biz bunu gerçekten merak ediyoruz. İşte ortak politikalar mutabakat metnimize, ‘Ziraat Bankası’nı çiftçinin, Halk Bankası’nı esnaf ve KOBİ’lerin bankası yapacağız’ diye, bu nedenle açıkça yazdık ama nedense, AK Parti’nin Ekonomi İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, bundan rahatsız olmuş, Ortak Politikalar Mutabakat Metnimizi değerlendirirken, ‘Burada hedef, Ziraat Bankası’nın bankacılık faaliyetlerini, sadece tarımla ve çiftçilerle sınırlandırmaktır. Bu durumda Ziraat Bankası, tarım dışındaki bir alana ve çiftçilerin dışındaki hiçbir gerçek ve tüzel kişiye, kredi ve finansman imkânı sunamayacak, yatırım yapamayacaktır’ ifadelerini kullanmış. Tam da öyle… Doğru anlamış. Bizim yönetimimizde Ziraat Bankası, çiftçinin Bankası olacak. Bir telefonla, saray yandaşlarına ballı kredi vermeyecek. Çiftçinin parası yandaşa, yanaşmaya peşkeş çekilmeyecek. Ahbap-Çavuş ilişkileriyle eşe, dosta, yandaşa kredi vermeyecek. Bu şekilde verilmiş krediler, derhal yeniden gözden geçirilecek. Ekşi yiyenlerden de hesabı sorulacak. Bu, sizleri rahatsız ettiyse, verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı sadece mutlu oluruz ama dedik ya, hırsız içeriden olunca, kapı kilit tutmazmış. Bunların hangi yolsuzluğunu, hangi usulsüzlüğünü anlatalım? Yediler, içtiler, şimdi hesabı millete yıkıp, kaçıp, gitmeye çalışıyorlar.
Birkaç gündür hem uluslararası basında hem de yerel basında ciddi iddialar yer alıyor. Türkiye, Kuzey Irak Yönetiminin çıkardığı petrolü, Kerkük-Yumurtalık-Ceyhan Boru Hattı üzerinden, uluslararası piyasalara sattığı için Paris’teki Uluslararası Tahkim Heyeti tarafından, 1.4 milyar dolar tazminata mahkûm olmuş. Sebep, Kerkük-Yumurtalık-Ceyhan boru hattından, 2014-2018 arasında yapılan petrol ticaretinin, Irak Merkezi Yönetimi’nin onayı olmadan yapılması. Enerji Bakanlığı ise; ‘Hakem heyeti, Irak’ın beş talebinden dördünü reddetti. Ülkemizin taleplerinin büyük çoğunluğunu kabul etti. Bu ihlaller sebebiyle, Irak Türkiye’ye tazminat ödeyecek’ deyip top çeviriyor. Lafı gevelemeyi bırakın. Türkiye Irak’a ne kadar tazminat ödeyecek açıklayın. Enerji Bakanlığı’nın yaptığı açıklamadan, Irak’ın taleplerinden birinin, tahkim heyeti tarafından, kabul edildiği anlaşılıyor. Bu durumda Irak’ın kabul edilen talebi nedeniyle, Türkiye, Irak’a tazminat ödeyecek mi? Ödeyecekse ne kadar tazminat ödeyecek? Irak yönetimi, Türkiye’ye tazminat ödeyecekse, bu tazminatın tutarı ne kadardır? Enerji Bakanlığı bu rakamları milletten neden saklıyor? Neyi korumaya, gizlemeye çalışıyor? Kuzey Irak petrolünün, Irak Anayasasına aykırı şekilde, Uluslararası pazarlara ulaştırılmasına, izin veren kim? Bu ticaretten Türkiye’de kimler nemalandı? Kimler köşeyi birkaç kez döndü? Erdoğan ailesi bu işin neresindedir? Damat bu işin neresindedir? Bu konular er ya da geç aydınlanacak. Hep söyledik gerçeklerin ortaya çıkmak gibi, güzel bir huyu var. Milletimizin sırtına yüklenen bu olağanüstü faturanın sorumlularını ortaya çıkarmak da, Merkez Bankası’nın arka kapısından buharlaştırılan 128 milyar doların hesabını sormak da, milletimizden çalınan 418 milyar doları da söke söke alıp, milletimize vermek de boynumuzun borcudur.
“CUMHURBAŞKANIMIZ KEMAL KILIÇDAROĞLU OLACAK, SOFRALARIMIZA HALİL İBRAHİM BEREKETİ GELECEK”
Türkiye’miz, bereketli topraklar üzerinde 4,5 saatlik uçuş mesafesinde 1,5 milyarlık nüfusa, 58 ülkeye ve 21,5 trilyon dolarlık pazara erişim imkânına sahiptir. Taşı sıksa, suyunu çıkaracak gençlerimizle; dünyanın her yerinde iş yapan, ter döken ihracatçılarımız ve iş insanlarımızla, ülkemiz çok önemli üstünlüklere sahiptir. Ülkemizin potansiyeli yüksektir. Geleceği de parlaktır. Yeter ki kral değil, kural ile yönetilsin, yeter ki kibir değil, tevazu ile yönetilsin. Yeter ki kutuplaştırarak değil, kucaklaştırarak yönetilsin. Yeter ki ‘her şeyi bir tek ben bilirim’ diyerek değil, istişareyle yönetilsin. 14 Mayıs’ta Türkiye seçimini yapacak. 15 Mayıs sabahı, Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı, Kemal Kılıçdaroğlu olacak. 15 Mayıs sabahında, Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönetiminde, milletimiz huzur içinde uyanacak. Sokağına, okuluna, işine, komşusuna huzurla, güvenle gidecek. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu olacak, sofralarımıza Halil İbrahim bereketi gelecek. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu olacak; ülkeye hak, hukuk, adalet gelecek. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu olacak, milletimizin çalınan neşesi geri gelecek. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu olacak, yurtdışına giden gençlerimiz, ülkesine dönecek. Ne diyor Pablo Neruda? ‘Tüm çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.’ 15 Mayıs sabahı, Kemal Kılıçdaroğlu gelecek, ülkemize bahar gelecek. Artık şafak atarsa 45… Yani bugün plaka Manisa’ya düştü. Bu vesileyle, tüm Manisalı yurttaşlarımızı sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz.”
“KADINLARI DOMUZ BAĞI İLE BOĞARAK ÖLDÜRENLERİ SAVUNANLARI BUGÜN İTTİFAK YAPAN ERDOĞAN’IN BİZZAT KENDİSİDİR”
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, basın toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, grup toplantısında Millet İttifakı ve CHP’ye yönelik açıklamalarının anımsatılması üzerine, Öztrak; şunları söyledi:
“Ne demiş büyüklerimiz? Kişi kendinden bilir işi… Dün Oslo’da kamu görevlilerini terör örgütleriyle doğrudan masaya oturtan, Habur’da çadır mahkemeleri kurduran, kadınları domuz bağı ile boğarak öldürenleri savunanlarla bugün ittifak yapan, onlarla ortak liste yazan Erdoğan’ın bizzat kendisidir. Bizim cemaziyelevvel bellidir. CHP Kuvay-i Milliye’den, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden neşet eden bir partidir. Cemaziyelevvel karışık olanların bize söyleyecek tek bir sözü yoktur. CHP ile herhangi bir terör örgütünü pazarlık yaptı diye bir araya getirmek bühtandır, ayıptır.”
“BUNLARI SÖYLEYENE 21 YIL SONRA AKŞAM YEMEĞİNDEN SONRA GÜNAYDIN DERLER”
Erdoğan’ın Türkiye’deki havalimanı sayısının artırılmasıyla övünmesi ve eski Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun, ‘Birbirine yakın havalimanları işlemiyor. Özellikle bölgesel havalimanlarını dikkate almak gerekiyor. Yani kaynak israfı oluyor. Yeteri kadar sefer yapılamıyor, bölgesel olmadığı için’ açıklamalarını değerlendiren Öztrak, şunları söyledi:
“Bunları söyleyene, 21 yıl sonra akşam yemeğinden sonra günaydın derler. Hükümetin nasıl plansız, programsız hareket ettiğini, rant hırsıyla gözünün nasıl dönmüş olduğunu, bu ülkede yol açtıkları israfın, savurganlığın şu sözler açık itirafıdır.”
“SAYIN BAHÇELİ, HÜDA PAR İLE KOL KOLA GİRMEKTEN RAHATSIZ OLMADIĞINI İFADE ETTİ VE AVUKATLIĞINA SOYUNDU”
Öztrak soru üzerine; MHP’nin seçime kendi amblemi ve listesi ile girme kararını ise şöyle değerlendirdi:
“Hatırladığım kadarıyla daha geçen hafta sayın Bahçeli, HÜDA-PAR ile kol kola girmekten rahatsız olmadığını ifade etti ve HÜDA PAR’ın avukatlığına soyundu. Bu açıklamaya baktığımızda, bu açıklama Cumhur İttifakı içinde çok ciddi bir kol bükme mücadelesi olduğunu ortaya koyuyor. Seçimi kaybedeceğini anlayan Cumhur İttifakı’nın tarafları öyle anlaşılıyor ki aralarında kavga etmeye başladılar. Hep söylüyoruz, 15 Mayıs sabahı Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu olacak. Ülkemize bahar gelecek.”