Kobani davasında Yargıtay-AYM krizi: 'Böyle bir yargı neler yapmaz ki?'
Kobani davasının 41. duruşma periyodunun 2. oturumunda Avukat Kazım Bayraktar, “Yargıtay, AYM üyelerinin hukuki düşüncelerini suç kabul etti. Böyle bir yargı, toplumdaki muhaliflerin siyasal düşünceleri hakkında neler yapmaz ki?” dedi.
Kobani davasının 41. duruşma periyodunun 2. oturumu, Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
"TARİHSEL KORKU", "GİZLİ AMAÇ" VE "ADLİ TACİZ"
MA’nın haberine göre, bugünkü duruşmada tutuklu siyasetçi Günay Kubilay’ın savunmasını bitirmesinin ardından avukatı Kazım Bayraktar söz aldı.
Bayraktar, savunmasını "tarihsel korku", "gizli amaç" ve "adli taciz" başlıkları altında yapacağını söyledi.
Antik çağdan bu yana siyasi davaların iktidarların tarihsel korkularına ayna tuttuğunu söyleyen Bayraktar, “‘Gizli amaç’ ve ‘adli taciz’ kavramları ise AİHM’e aittir. Türkiye’nin mahkum edildiği iki kararda kullanılan bu kavramlar, aşağıda açıklayacağım gibi Türk burjuvazisinin ve siyasi temsilcilerinin, bu iki davaya konu olan Kobani direnişlerinde güncellenen tarihsel korkularının hukuk dilinde ifade edilme biçimleridir” dedi.
“AZAMİ SERMAYE BİRİKİMİ VE AZAMİ DİKTATÖRLÜK”
Avukat Bayraktar, sermaye güçlerinin çoğaldığını ve buna karşı devasa kitlelerin giderek yoksullaştığını belirterek, şunları söyledi:
“Bu aynı zamanda azami sermaye birikimini, azami kar hırsını, azami diktatörlüğü beraberinde getiriyor. Kar paylaşımı ve dünya kaynaklarının paylaşımı gittikçe daha kanlı savaşlara doğru ilerliyor. Bu paylaşım savaşlarının arka planında, devletlerin siyasal yetkileri tek merkezde toplamaya doğru adım adım ilerlediğini görüyoruz. Yargı, yasama ve yürütme tek adamın elinde toplanıyor. Bu da ister istemez yargıyı da diktatörün aracı haline getiriyor. Ortaçağ’da topraklar imparatorluğun elinde merkezileştikçe Ortaçağ’ın sonlarında engizisyon mahkemeleri boşuna kurulmadı. Engizisyon mahkemelerinde işkence bizzat mahkeme yargıçları tarafından yapılarak sorgu alınırdı.”
ALMANYA'DA NAZİ MAHKEMELERİ
Bayraktar, benzer sürecin Almanya'da Nazi mahkemelerinde de görüldüğünü söyledi:
“Giderek tüm yetkilerin Hitlerin elinde toplandığını görüyoruz. Bu süreçte dikkat çekilmesi gereken en önemli şey, o dönemin yargılamalarında milli irade ve millilik argümanları kavramlarıdır. Üstün ırkın öne çıkartılması ve milliliğin öne çıkartılması, yargılamalardaki hukuksal ilkelerin adım adım tasfiyesi ile gerçekleşir.
Bu süreçte, Nazi mahkemelerinin yargılamalarının arkasındaki gerçeğe baktığımızda, Almanya’nın daha önceki birinci paylaşım savaşında kaybettiği sömürgeleri geri alma, yeniden ele geçirme stratejisi yatıyordu. Bu yetkilerin tek elde toplanması için topluma empoze edilmesi gereken siyasal argüman millilik ve milli iradeydi.
“LİDERİN KOYDUĞU İLKELER HUKUKTAN ÖNCE GELİR”
Millilik öne çıktığında hukukun tasfiyesi zorunlu hale gelir. Millilik ya da milli irade ne istiyor, milli irade neyi amaçlıyor? Bunu en çok iktidar temsilcileri bilir. Onlar neyin milli iradeye uygun olduğuna karar verirler.
Nazi Almanya’sında bu süreç böyle ilerledi. Buna karar veren tek kişi Hitler’di. Nazi Almanya’sının yargı makamlarına yükselerek tepeye gelen kişiler, özellikle Hitler ya da ekibi tarafında gelen yargıçlardır. Bu yargıçlar bu millilik çerçevesinde öylesine ortaklaşır ve birleşir ki sonuç şu noktaya gelir; Hitler Almanya’dır, Almanya Hitler'dir.
O literatürde yasa öncelikli değil, öncelikli olan liderin koyduğu ilkelerdir. Bunlar hukuktan önce gelir. Bu mekanizma içinde görev alan Alfred Rosenberg, ‘hukuk ve siyaset lidere bağlanmıştır. Irksal değerler gerekçesi ile bağlanmıştır. Alman üstün ırkının alman milletinin en yüksek çıkarlarını lider tayin eder. Tek adam tayin eder. Tek adam neyi düşünürse onun emrindeki devlet bürokrasi de ona göre kararlar vermek zorundadır’ demişti.”
“KARARNAMELERLE REJİM ADIM ADIM UYGULANDI”
Ortaçağ'da kutsallığın, milliliğin ve milli iradenin din olduğunu söyleyen Bayraktar, şöyle devam etti:
“Papa ya da imparator ya da kral... Tanrının yer yüzendeki temsilcisidir onlar. Onların kuralları hukukun yerini alır ya da hukuk onların kurallarından ibarettir. Kapitalizm sürecinde de devletin tepesindeki bir kişi ya da birkaç kişi ne derse, o hukukun yerini almaya başlar.
Bunların ışığında, bugün güncelde yaşanan bir kavga söz konusu. Bakın Yargıtay, AYM kararlarını uygulamama kararı verdi. Bunu yapmakla kalmadı, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Bunun çok önemli anlamı var.
Biraz daha geriye gidelim. Demirtaş ve Kavala kararı yayınladığında bu devletin en tepedeki tek temsilcisi dedi ki ‘AİHM bizi bağlamaz.’ Bu sadece kendi tabanına yöneltilmiş siyasi bir söylem değildir. Bunun karşılığı vardı. Çünkü bu sistem tek adam rejimine 15 Temmuz darbesinden sonra dönüşmeye başlamıştı.
“TEK ADAMIN HASSASİYETLERİNİ İFADE EDEN DAVALAR”
Kararnamelerle ve yasalarla bu rejim adım adım uygulandı. Bu süreçte tek adamın devlet içerisindeki yetki ve gücünün nasıl arttığını gördük. Böyle bir kişi ‘AİHM kararı bizi bağlamaz’ dediğinde yargı organlarında bir dizayn oluştu. Tek adamın hassasiyetlerini ifade eden davalarda AİHM kararları bağlanmamaya başlandı.
AYM Enis Berberoğlu kararı verdiğinde de Erdoğan ‘AYM kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum’ dedi. Yargıtay ve AYM üyeleri atamaları sırası geldiğinde, Cumhurbaşkanı tarafından özel kişiler olarak yeniden yapılandırıldı.
Yargıtay’ın yeniden yapılandırılması belli ölçülerde başarılı olsa da AYM’deki yapılanma tek adamın dediği şekilde karar verebilecek, yekpare yapı henüz oluşmadı. Öte yandan AİHM'in milletvekilleri hakkında verdiği kararlar çerçevesinde, AYM de AİHM kararlarına uymamaya başladı. Fakat AYM, her uyan kararı verdiğinde iktidar ile çatıştı.
“YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ KRİZİ BAŞLATTI”
Geldiğimiz noktada; Can Atalay başvurusunda AYM tutukluluğun haksız olduğunu kararını verdi. Yerel mahkemenin bu kararı uygulaması gerekirdi. Ama özel tayin edilmiş o yerel mahkeme topu Yargıtay'a attı. Attı ki yüksek yargı içerisinde bu kriz belirgin hale gelsin. Yargıtay 3. Ceza Dairesi krizi başlatacak kararı verdi. Yetkisini ve görevini aşarak bunu yaptı.
Burada bir yargı krizi söz konusu değil, yargı krize sokulmuştur. İktidar tarafından tayin edilmiş unsurlar eliyle böyle bir açmazın içine getirilmiş ve şimdi anayasal hak ihlali tespiti vermiş bir anayasa mahkemesinin kararı uygulanmıyor.
“HUKUKİ GÜVENCEMİZ YOK”
Yargıtay, bu kararı vermekle yürütmenin başında bulunan tek adamın talimatını yerine getirdi. AYM’ye yönelik yandaş medya eliyle aynı zamanda bir linç kampanyası başlatıldı. Bunun arkası AYM üyeleri belki de tehdit ile istifaya zorlanacaklardır. Yargıtay başkanı konuştu, AYM başkanı konuşmadı.
Suç duyurusunun yok hükmünde olduğu, işlevsiz olduğu Yargıtay tarafından biliniyordu. Yargıtay, AYM üyelerinin hukuki düşüncelerini suç kabul etti. Böyle bir yargı, toplumdaki muhaliflerin siyasal düşünceleri hakkında neler yapmaz ki? Onu örgütle, terörle ilişkilendirerek, muhalif düşünceye her şey yapabilir. Hukuki güvencemiz var mı, yok… Bakın AYM üyelerinin dahi hukuki güvencesi yoktur.
“ŞİMDİ AYM, ÖZGÜR BİR KARAR VEREBİLİR Mİ?”
Bayraktar, mahkeme heyetine “Şimdi AYM, HDP davası kapsamındaki tutuklulara dair özgür bir karar verebilir mi?” diye sordu.
“AYM özgürce böyle bir kararı veremiyor. Veremediği için de AİHM’e başvurduk. AİHM bu tutuklamaları hak ihlali olarak karar verse ne olur? Ne yapsak etsek AİHM ve AYM bu davadaki iktidarın hassasiyetle takip ettiği böyle bir davada ancak iktidarın istediği biçimde karar vereceğini gördük.
Gelinen aşamada iktidar, muhalifleri cezaevlerinde tutmak, eziyet etmek, zulmetmek, gözdağı vermek, tehdit altında bulundurmak için yargıyı kullanır. Bakın bu şekilde yapılanmış Nazi mahkemelerinde yargı kararları ile beş bin insan öldürüldü.
“SUİKASTÇININ HANÇERİ, YARGICIN CÜPPESİNDE GİZLENİR”
Hitleri eleştiren idam cezasına sebep oluyordu. Adli suçlarda dahi Nazi mahkemesi hâkimi Hitler gibi düşünerek, ırkın kötü insanlarda arındırılması düşüncesiyle adli davalarda bile idam cezası için gerekçeler oluşturdular.
Bu kararları veren hakimler, daha sonra Adalet Davası'nda yargılandılar. Bunlar hakkında mahkûmiyet kararı verilirken mahkemenin kararındaki şu gerekçe çok önemlidir; ‘Suikastçının hançeri, yargıcın cüppesi altında gizlenmiştir.’
Bu cümle önemlidir. Bu cümle hepimize ders olmalı diye düşünüyorum. Bakın millilik meselesi üzerinde AKP hukuk danışmanı, AYM’nin verdiği kararı ‘milli karar değil’ olarak nitelemişti. Bu iktidarın ortaklarından Devlet Bahçeli, AİHM’in Demirtaş ile Kavala kararları ile ilgili 'AİHM’in Demirtaş’ın serbest bırakılması kararını milli vicdanda hükümsüzdür. Milli iradeye ve Türk mahkemelerine hakareti reddediyoruz' demişti. Nazi mahkemelerindeki gerekçe kararlarına benzerliğine bakar mısınız?
“ÜÇ KORKU YARGILAMALARA ÇOK ÇIPLAK OLARAK YANSIR”
Türkiye devleti kurulduğundan bu yana yargısının üç temel korkusu vardır. Bunlardan biri komünizm korkusu, ikincisi Kürt korkusu, diğeri ise keser döner sap döner gün gelir hesap döner korkusu. Kürtler ile komünistler bu devletin iktidarları tarafından sürekli yargılandılar ve idam cezası aldılar. Bu değişmez.
Ancak bir de keser döner sap döner korkusu var. Bu korkunun davaları, Mendereslerin yargılandığı dava. İstiklal mahkemeleri, 12 Eylül mahkemeleri, Ergenekon davalarıdır. Yine Cemaat davalarıdır. Bunlar keser döner sap döner korkusudur. 15 Temmuz darbesinde bugün ki iktidar kaybetseydi aynı şeyi cemaat yapacaktı. Aynı şeyi onlar bunlara yapacaktı. Üç korku yargılamalara çok çıplak olarak yansır.
“TÜM SİYASAL FAALİYETLER SUÇ İLAN EDİLDİ”
İktidar güçlerinin kendileri burada değil, ama temsilcileri burada. HDP, parlamentoda siyasal mücadele veriyordu. Siyaset oradan buraya taşındı. Fakat şöyle bir benzerlik var; savaşta düşmanın öngöremeyeceği araçlara başvurmak. Düşmanı yanıltmak, ön görmek yeteneğini zaafa uğratmak. Savaşın normal taktiğidir.
Ama biz bunu siyasetin savaş biçimine dönüştüğü davalarda tanıklık ediyoruz. Siyasal iktidarlar, siyasal muhaliflerini öngöremeyecekleri taktiklerle yargı önüne düşürebilirler. Yargıda öngörmekten bahsediyoruz. Öngörülemezlikten hareketle ihlal kararı veriyorlar.
Şöyle bu dava üzerinde HDP’nin siyasal faaliyetlerini iddianame ve mütalaaya aldılar. Tüm siyasal faaliyetler suç ilan edildi, HDP’nin geçmişe dönük siyasal faaliyetleri, üstelik dokunulmazlığa sahip milletvekilleri üzerinde uygulanan siyasal faaliyetleri şimdi suç diye yargılanıyor. Nereden öngöreceğiz neye göre öngöreceğiz?
Müvekkilim Günay Kubilay parti adına, partinin sitesinde gündeme ilişkin açıklamalar yapmış. Hepsi güncel ile ilişkili açıklamalar. Açıklamalarda şiddete çağrı da yok. Yıllar önce yapılmış bu açıklamalar. Bu açıklamalar yapılırken müvekkilim bunun suç olacağını neye göre öngörecekti? İzin verilmiş yasal açıklamalar bugün suç sayılıyor. Dönüp dolaşıp o açıklamalardan dolayı yargılıyorsunuz. Savaştaki taktik, düşmana uygulanan taktik, iktidarın siyasal muhaliflerine uygulanıyor.”
“KAYNAKLARA EL KOYMA AÇGÖZLÜLÜĞÜ”
Bayraktar, ülkenin doğal kaynakları özelleştirme maskesi altında sermaye güçlerine paylaştırılırken Kürtlerin yaşadığı coğrafyadaki kaynakların Türk burjuvazisinin özel mülkiyetinde kalması için "sopanın Kürtlere daha çok inip kalktığını" söyledi.
Kürt halkının seçim yoluyla kazandığı her demokratik mevzinin sermayedarlar için kaynak ve pazar kaybetme korkusu olduğunu söyleyen Bayraktar, "Bu korkunun en yeni ve somut örneği, HDP’nin seçimle kazandığı yerel yönetimlere siyasi darbeyle atanan kayyımlardır. Kaynaklara el koyma açgözlülüğü o boyutlardadır ki; HDP tarafından kazanılıp da kayyım atanmayan tek bir belediye hemen hemen kalmamıştır. Bu siyasal darbeler, azami kar-azami egemenlik yasasının hükmü altında varlık sürdüren sermayenin/burjuvazinin özü seçim ve oy hakkına dayanan demokrasiye haddini (devlet/iktidar aracıyla) bildiren sayısız tarihsel örneklerden biridir. Arka planında, yerel yönetimler belli kaynaklara hükmederler ve belli kaynaklar yerel yönetimlerin kullanımına verilmiştir. Kayyımların bu kaynakları nasıl kullandıklarına iki kez tanık olduk. Yağma ve talan" dedi.