Bilinmeyen hikaye ortaya çıktı: Türkiye'ye çare olan 'Güzin Abla' kendi derdine çare bulamadı
50 yıldır herkesin derdine derman olmaya çalışan Feyza Algan, annesi Güzin Sayar’ın bilinmeyen hikâyesini, kendi hayatını, ‘Güzin Abla’ köşesini nasıl devraldığını anlattı.
Feyza Algan, nam-ı diğer ‘Güzin Abla’ ile YouTube da yayınlanan ‘Hürriyet Bizimle’ için Zoom üzerinden Fulya Soybaş'a konuştu. Algan annesi Güzin Sayar’ın bilinmeyen hikâyesini, kendi hayatını, ‘Güzin Abla’ köşesini nasıl devraldığını anlattı.
Yaklaşık 20 yıldır Güzin Abla köşesini siz hazırlıyorsunuz. Köşenin yaratıcısı Güzin Sayar ise anneniz. Güzin Sayar ve kızı Feyza Algan gerçekte kimdir?
Annem Güzin Sayar, kökeni Reşat Nuri Gültekin ve Refik Halit Karay’a uzanan, köklü bir ailenin kızı. İlginç bir hikâyesi var. Erenköy’de bir köşkte dünyaya geliyor. Dadılar, mürebbiyelerle büyüyor.
Ne yazık ki babası o 3 yaşındayken vefat ediyor. Anneannem babasının yanına taşınıyor ve ailesine yük olmamak için çalışmaya başlıyor. Annem de anneannem de 3 dil bilirdi. 3 kuşak Dame De Sion Fransız Kız Lisesi mezunuyuz.
Neyse, annem, liseye giderken, genç bir subay olan babama âşık oluyor ve anneannemin muhalefetine rağmen, 16 yaşında babamla evleniyor. Ben doğuyorum. 3 yaşıma bastığımda ise babam, evli ve çocuklu bir hanıma âşık oluyor ve bizi terk ediyor. Belki de tüm bunlar annemi aslında ‘Güzin Abla’ yapan nedenler. Ve biliyor musun? Babam beni terk ettikten sonra bir daha hiç aramadı. 19 yaşımda gidip buldum, tanışmak istedim ama o beni görmek dahi istemedi.
35 YAŞINDA HAYATA KÜSTÜ
Gerçekten mi? Yani o yaştaki genç bir kadın için çok zor zamanlar olmalı?
Evet öyle. Zordu ama geçti. Annem ben 8 yaşımdayken yeniden evlendi. Ben üvey babamdan çok şey öğrendim. Annem ile 5 sene evli kaldılar ama babamdır. Ama işte annemin kaderi mi diyeyim... Yine başka bir kadın girdi araya, ayrıldılar. Annem çok sevmişti üvey babamı.
Böyle bir olaydan sonra da 35 yaşında, hayata küstü. Çalışmaya ve bana adadı kendini. Anneannemin muhasebe müdürlüğünü yaptığı Yeni İstanbul gazetesine makale yazıyor, çeviriler yapıyordu. ‘Güzin Abla Dertlerinizle Baş Başa’ köşesi de orada doğdu. Haftanın 1 günü okurlarıyla buluşur, gazete önünde kuyruk olurdu.
"SESSİZ SEDASIZ YAZILARINI BEN YAZDIM"
Bu sırada siz büyümüştünüz tabii, değil mi?
Tabii. Okuldan sonra ben de anneme özenip, 21 yaşında, gazeteciliğe başladım. 28 yıl gazetecilik yaptım. Annem rahatsızlanınca ‘pat’ diye köşesini ele geçirmedim yani. Zaten gazeteciydim. ‘Güzin Abla’ hastalanınca bir süre sessiz sedasız yazılarını ben yazdım.
Köşesi boş kalsın istemedim çünkü Türkiye’de hele de o zamanlar herkesin derdini anlatacak, akıl alabilecek bir ablaya ihtiyaç vardı. O dönemlerde hatta şimdi bile psikolog, psikiyatrist deyince ‘Deli miyim ben? Niye gideyim ki?’ diyor insanlar. Maddi olarak gücü yetmeyenler de var. Bir anlamda o misyonu devraldı Güzin Abla köşesi.
CİNSELLİK KONUSU BÜYÜK BİR TABU
En çok hangi konuda yazıyorlar? Ne gibi sorular geliyor okurlarınızdan?
Cinsellik konusunda korkunç bir bilgisizlik var. Hiçbir şey öğrenmeden ilişkiye adım atıyorlar. İlk gece konusu hâlâ bir tabu, hâlâ bir bilmece. Ortaokul ya da lisede çocuklarımıza cinsel eğitim verilmesi lazım. Bir de aile konusu var. Karı-kocalar birbirlerine nasıl davranacaklarını dahi bilmiyor. Yani eşine iki güzel söz söylemeyi bırakın, ‘Eve geldim ya daha ne istiyorsun ki?’ diyen var.
Kadın sevgi, ilgi bekliyor. Ama yok. O kadar çok mektup geliyor ki... Hepsini yayınlayamıyorum ama oturup tek tek yanıtlıyorum. Sadece dert köşesi değil misyonumuz aynı zamanda eğitim de... Elimden geldiği kadar, bilmediklerimi sorup, öğrenerek bilgilendirmeye, yönlendirmeye çalışıyorum. Yarım asır oldu. Annemden bana...
Allah korusun ama yarın öbür gün size bir şey olsa kızınıza mı devredersiniz, ‘Devam et’ diye?
Yok. Ben annem gibi vasiyet etmeyi düşünmüyorum. Belki kızım devam etmek isterse bilemem ama torunumdan çok ümitliyim. 17 yaşında, pırıl pırıl, hayat dolu genç bir kız. Ben yazarken, o tabii şimdiki kuşağı daha iyi anlıyor, bana katkıda bulunuyor. Belki o yapar.
"YA ÇOCUKLAR NE OLACAK?"
‘Torunum’ dediniz. Kuşak farkı var tabii! Eskiden sorulan sorularla şimdikiler arasında ne gibi farklar var?
Annemin döneminde romantizm ağır basıyordu. Gençler birbirleriyle bakışıyor ama bir türlü yan yana gelemiyorlardı... Nerede kalmış el ele tutuşmak. Öpüşmek! Sevip de kavuşamamaktan, kavuşup da anlaşamamaktan dem vuruluyordu. Annemin zamanından beri süregelen ve hiç değişmeyen, bekâret, aldatma, şiddet gibi sorunlar da var tabii.
Şöyle de ilginç bir şey var. Birine söylediklerim, diğerini öfkelendirebiliyor. Aldatılan kadına, ‘Eşinden ayrıl, kendi hayatını yaşamaya bak’ desem, muhafazakâr kesimden, ‘Ayrılma, çek otur, çocukların için katlan’ desem çağdaş hanımlardan tepki alıyorum.
Gelin çıkın işin içinden... Aile içi şiddet konusu asla katlanamadığım bir konu... Ama bazen çaresiz kalıyorum, hiç sevmiyorum, ama ‘ayrıl’ da diyemiyorum çünkü kadının hiçbir sosyal güvencesi yok. Sokakta mı kalacak? Ya çocuklar ne olacak? O nedenle ortada durmak zorundayım. İşte bunu anlayamıyorlar.
Bunca senedir bu kadar dertle uğraşmak, ağır değil mi? Başta biraz bahsettiniz ama hiç mi derdiniz tasanız yok?
Olmaz olur mu? Anlatmaya kalksam kitap olur. Daha yeni ciddi bir kalp krizi geçirdim. Şimdi iyiyim, şükür. Babamı anlattım size. Babamdan hiç babalık görmedim. Ben de acılar kadınıyım. Ama iyi tarafından bakmak lazım. Bugün ayaklarımın üzerinde dimdik duruyorsam geçmişte yaşadığım zorlu süreçler beni güçlü kıldı, beni ben yaptı da ondan. Şu hayatta sadece kendime güvenmeyi öğrendim. Gençlere en büyük tavsiyem, hayatta önünüze ne zorluk çıkarsa çıksın, vazgeçmeyin.