Ödüllü profesör: Aslında kötü bir öğrenciydim
Kanser üzerindeki çalışmalarıyla Vehbi Koç Ödülü’nü alan Prof. Dr. Mehmet Toner Sözcü’den Özlem Gürses'e konuştu.
İşte o röportaj:
Hep anlatıyorsunuz, aslında kötü bir öğrenci olduğunuzu ve üniversitede düşük puan aldığınız için o yıl yeni kurulan İTÜ Maçka Makina'ya girdiğinizi…
Doğru! Başıma gelen en güzel başarısızlık budur. Oraya gittiğimde olağanüstü iki insan beni sardı sarmaladı; biri Profesör Aksel Öztürk, kürsü başkanı, mesleğini size sevdiren biri, bu çok önemli, bir gence mesleği sevdirmek… Onun kürsüsünde yine Profesör Abdurrahman Kılıç hocam, o da araştırmayı seviyor, bu iki isim beni kanatlarının altına aldılar ve beni yeni bir yola çıkardılar.
Onların da yönlendirmesiyle önce MIT'de mühendislik sonra Harvard'da tıp… bugün de ikisinin kesişimi olan, 60 kişilik bir araştırma merkezinin başındasınız.
GELECEĞİ DÜŞÜNÜRÜZ
Bilim adamı kimdir ?
Hakikaten el üstünde tutuluruz, saygı görürüz… Ama 36 senedir daha bana bir kişi, benim çocuğum bilim adamı olmak istiyor demedi! Bilim adamı nedir diye Sir Ken Robinson'un çok güzel bir tarifi var, diyor ki “bilim adamı kafasının içinde yaşar, bütün vücudu o kafayı toplantıdan toplantıya götürmek için kullanır, başka da hiçbir fonksiyonu yoktur vücudunun, meraklı bir insandır…”
Bizim yaptığımız iş şu; bundan 30 sene sonraki geleceği düşünürüz ve geleceği yaratmaya çalışırız. Ben hem mühendislik okudum, hem tıp, hem biyoloji… çok disiplinli konularda çalışmayı, bilmediğim konulara girip merakla öğrenmeyi, hatta yenilikler yaratmayı seviyorum. Bazen bilmediğiniz zaman daha da cesur oluyorsunuz aslında…
BULUŞUYLA DÜNYADA SES GETİRDİ
Toner, geliştirdiği mikroçip teknolojileri ile kanser hücresinin 1 saat gibi kısa sürede tespit edilmesini sağladı. Buluşuyla dünyada ses getiren Toner, Özlem Gürses'in sorularını yanıtladı.
“Kanser tedavileri için hücre bilimi çalışmaya devam ediyoruz.”
100 milyon dolar değerinde bir buluşunuz var, kan içinde kanserli hücreleri bulan bir mikroçip… Biraz anlatır mısınız ?
Mikroçip dediğiniz aslında, bilgisayarlarda kullandığımız, enformasyonu hızlı bir şekilde taşıyan çipler… Biz bu çipleri alıyoruz, içinde kan sıvılarını dolaştırıyoruz. İnsan vücudunda 37 trilyon hücre var, bunun 32 trilyonu kan hücresi. Bunlar sürekli olarak deli gibi dolanıyor vücudumuzda. Peki biz kan testini nasıl yapıyoruz bu trilyonlarca hücreye ? Hiç hassas olmayan bir şekilde, hala Romalılar zamanından kalan testler bunlar. Biz 2000 yılında dedik ki neden biz bunu kanı doğru dürüst okuyamıyoruz ?
Ve çalışmaya başladınız…
O tarihte MIT'de benim odamda bu işe başladık ve bugün Amerikan Hastanelerindeki en büyük mikro teknoloji laboratuvarını kurduk. Bu çip şimdi şirketleştirildi ve klinik çalışmaları başladı, umarım yakın zamanda da kullanıma geçecek.
Başka ne çalışıyorsunuz şu anda?
Hücre bilimine devam ediyoruz. Şu aralar bu kanserli hücrelerin dışarıda çoğaltılması üzerinde çalışıyoruz, yani bir hastanın kendi kanserli hücresini bulup ona uygun ilacı o hastaya vermek… amacımız bu. Şu anda yüzde 10 hastanınkini çoğaltabiliyoruz ki klinik olarak yeterli değil. Bu çok büyük bir araştırma şu anda bizim için, hücre bilimi. Erken teşhis gelecekte kanserin en önemli tedavisi olacak. İkinci bir çalışmamız kanserde erken teşhisi mükemmelleştirecek yöntemler…
Kanserli hücreler bazen grup halinde, yani 2-3-4-5-10 tanesi birbirine yapışmış dolaşıyor ve bunların metastaz potansiyeli çok yüksek. Bunların biyolojisi tamamen farklı, bunu anlamaya çalışıyoruz.
“Ben kimsenin gitmediği yere gitmek isterim…”
Bilim çok mu sıkıcı ?
Öyle görünüyor değil mi ? J Böyle devamlı düşünüyorsun, düşünüyorsun… O kadar da sıkıcı değil. Benim iki derdim var bilimde, birincisi kimsenin gitmediği yere gitmek. Var olan hipotezi kanıtlama beni heyecanlandırmıyor, bilimin büyük kısmı böyle yapılır. Ama ben hep risk alıp kimsenin gitmediği yere gitmeyi isterim.
İkinci prensibim de, herkes gider Mersin'e ben giderim tersine ! Takipçi olmayı sevmiyorum. Ama orada da nereye gideceksin, işte onu iyi bilmek gerek. Bir yerden sonra “sezgi” de giriyor devreye, hissediyorsunuz doğru yeri… Düşünsenize 30-40 yıl sonra olacak şeyi ilk siz bulup uyguluyorsunuz.
Bir bilim insanı nasıl yaşar?
Benim bir duş testim vardır, duştayken düşündüğünüz konu sizi en çok meşgul eden konu. Mesela şu anda ben duşta bu hücreleri nasıl kültüre edip uygun ilaçları bulabiliriz, bunu düşünüyorum! Devamlı kafam orada…
CESARETİ OLMAYAN BAŞARILI OLMAZ
Çalışmalarınıza nasıl kaynak yaratıyorsunuz?
Bilim adamı da her iş gibi, kendi fonunu bulması lazım. Hayalinizi anlatıp, insanları ikna edip, bu kaynakları bulmak zorundasınız. Devletten fon alıyoruz, Gates Vakfı'ndan fon alıyoruz, Savunma Bakanlığından fon alıyoruz… hatta, bu kanser işinde Hollywood'dan bile fon aldık, düşünün! Hollywood'da 7 çok önemli kadının yarattığı o vakfın ilk fonlama alan “Dream Team” dedikleri hayal ekibi bizdik, tam 15 milyon dolarlık bir kaynak bu…
Müthişmiş gerçekten
Hatırlıyorum bir gece Hollywood'da bir toplantıdayım, çok da güzel genç bir hanım, çok da bilgili konuşuyoruz. Hissediyorum, meşhur, ama kim, bilmiyorum! Ben bir ara dayanamadım, dedim “bir selfie”, onu da çok beceremiyorum ama, neyse çektik fotoğrafı. Hemen oğlum Ali'yle Emre'ye yolladım : “Bu kim??”
Ali aradı, “ya baba sen inanılmazsın!” Katy Perry'miş!!! Katy Perry ile yarım saattir konuşuyormuşum, haberim yok!
“Türkiye'de kendi büyük fikrimizi daha yaratamadık… daha fazla zaman kaybedemeyiz.”
Hep yapıcı ve iyimser olmanın önemini anlatıyorsunuz…
Saint Exupery'in bir lafı var “sizin işiniz geleceği tahmin etmek değil, onu yaratmak… “ Yani diyor ki “koltuğunuzda oturmayın, çıkın çalışın, onu yaratın…!” Geleceği yaratmayan ülkeler başkasının yarattığı geleceği satın almak zorunda kalırlar. Türkiye kendi geleceğini yaratmak zorunda.
Bakın 2013'te bir arkadaşım fikir fabrikası gibi çalışan bir bilim laboratuvarı kurdu, 2019'da sadece fikirlerden ve araştırmadan başlayan bu şirket 8 milyar dolara satıldı. Türkiye'de daha hiçbir şirket bu rakama değer bulmadı. Geleceği yarattığınız zaman değeri çok büyük.
Nasıl olacak bu?
Üniversiteler bu açıdan çok önemli. MIT'den çıkan 25 bin şirketin yaptığı gelir 2 trilyon dolar, küçücük bir üniversite bu. Hele bir de bir şey keşfettiğiniz zaman, olay bambaşka boyuta geliyor… Geleceği yarattığınız zaman en az 100 sene de onun faydasını görüyorsunuz.
Türkiye'nin kendi fikrini üretip, ürün haline getirip dünyaya satacak kapasitesi var. Genç, akıllı, atılımcı insanlarla dolu ülkemiz… Sanayide üretemeyeceğimiz hiçbir şey yok ama kendi büyük fikirlerimizi daha yaratamadık.
Bizim bu gençlere yol açacak kanunları, ekosistemi sağlamamız lazım. Çünkü sonunda hepimizin faydası bu. Ekonomik refah dediğimiz, daha sağlıklı yaşamak, daha iyi iş imkanları ile yaşamak, çocuklarımıza daha iyi bir hayat vermek istiyorsak geleceği yaratmak zorundayız. Ve bunu bir an önce yapmak zorundayız!
Geleceği yaratmak kolay bir iş değil, neye ihtiyaç var sizce ?
Önce merak. Meraksız insan fazla bir şey yapamaz, çünkü merak size öğrenmeyi öğretir… Oysa ilkokulda, ortaokulda, lisede, hatta üniversitede biz tam tersini yapıyoruz.
İkincisi, yaratıcı olmak lazım. Bütün eğitim sistemimiz beynin sol tarafına yüklenmiş vaziyette. Adama fizik veririz, matematik veririz, onu yaparız, bunu yaparız, canına okuruz çocukların. Sağ taraf için sanat, tiyatro, sinema, resim, müzik… bunları vermeliyiz.
Üçüncü ve son; cesareti olmayan insan başarılı olamaz, çünkü cesareti olmayan insan risk alamaz. Cesareti olmayan bir insanın dünyayı değiştirebilmesi mümkün değildir, biz bunu da okulda öğretmiyoruz.
İnsanı hayatta tutan, başarılı yapan bu 3 özelliktir, ülkeyi de kalkındırmak istiyorsak meraklı, yaratıcı ve cesur gençler yetiştirmek zorundayız.