Prof. Celal Şengör'den RTÜK Başkanı Şahin'e sert sözler: Haddini aşan beyanlar dağıtıyor; haydi, hodri meydan
Prof. Celal Şengör, Kızıl Goncalar dizisine yönelik soruşturmaya dair eleştirileri nedeniyle karşı karşıya geldiği RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin'in sözlerine tepki gösterdi. Şahin'in 'haddini aşan beyanlar dağıttığını' söyleyen Şengör, önceki tartışmaları konusunda da bilimsel ispat sunmaya çağırdı.
FOX TV'de yayın hayatına başladığı günden bu yana iktidara yakın medya, tarikatlar ve cemaatler tarafından hedef gösterilen Kızıl Goncalar'la ilgili tartışmalar sürüyor. Son polemik, Prof. Dr. Celal Şengör ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin arasında yaşandı.
Şengör, dizi hakkındaki soruşturmayla ilgili olarak "RTÜK neye dayanarak soruşturma açmaktadır? Toplum baskısını bahane ediyorlar. Hangi toplum baskısı? Aslında, o baskı bir avuç kendini bilmez yobazın baskısıdır. Daha önce bir programda İbrahim ve Musa 'peygamberlerin' tarihi değil mitolojik, yani masalsı karakterler olduğunu söylediğim için o programa da ceza kesmeye kalkmıştı RTÜK. E sonra ne oldu? Dediğimi bilimsel olarak isbat edince mahkemece cezadan vazgeçmek zorunda bırakıldılar" demişti.
Şahin ise buna tepki olarak şu sözleri sarf etmişti:
"(...) O isminin başında Prof. olan arkadaş kendi işine baksın. Uzmanlık alanındaki konularda ahkam kessin. Bıraksın da biz de işimizi yapalım. Yalan yanlış yüce dinimize ve kutsallarımıza saldırmış olduğu programın yaptırım kararının yargıdan döndüğü yaygarası ile kamuoyunu yanıltmayı ve halkımıza yalan söylemeyi bıraksın. Yargı süreci devam ediyor. (...)"
'HADDİNİ AŞAN BEYANLAR DAĞITMAYA DEVAM EDİYOR'
Celal Şengör, bugün gazeteci Fatih Altaylı aracılığıyla bahse konu ifadelere karşılık verdi.
Yanıtını İzmir seyahati ve yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle geciktirdiğini dile getiren bilim insanı, "RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri haddini aşan beyanlar dağıtmakta devam ediyor. Söyledikleri (ve ekibiyle birlikte yaptıkları) ülkemizin kültür ve eğitim yaşamına önemli ve olumsuz etkiler yaptıkları için ve bilhassa şahsım hakkında iftiraya varan sözlerine bir cevap vermek gereğini hissettim" diye yazdı.
'KENDİSİNİ ENGİZİSYON MAHKEMESİ SAVCISI MI SANIYOR?'
"Burada 'yalan yanlış yüce dinimize ve kutsallarımıza saldırmış olduğu programın' ifadesindeki yalan yanlış neymiş, onu tarihi belgelere dayanarak belirtse de biz de aydınlansak. Yargı sürecinin devam ettiğinden bahsediyor. İlk mahkemeyi kaybettiği istinaf mahkemesi ve Danıştay sözlerinden açıkça görülmekte; burada bana hangi 'yalanı' atfetmektedir. Ebubekir Şahin Bey Hazretleri bilimsel bir ifadeyi mahkemeye götürmeğe kalkarken, acaba kendisini Engizisyon mahkemesi savcısı mı sanmaktadır?" diye soran Celal Şengör, şöyle devam etti:
'EBUBEKİR ŞAHİN BEYEFENDİ HAZRETLERİ BU BİLİMSEL SONUÇLARI MI İNKAR EDİYOR?'
"Kendisine şunu tebliğ etmekten hicap duyarım, zira her uygar insan Engizisyon mahkemelerinin sonuncusunun 17. yüzyılda toplanmış olduğunu bilir. Malûm böyle bir denemeyi İtalyan Engizisyonu Galile’ye karşı yapmış, onu ev hapsine mahkûm etmişti. E, sonra ne oldu? 31 Ekim 1992’de Papa Johannes Paulus kilise adına Galileo’dan özür dilemek zorunda kalmıştı. Kısa bir süre sonra, 19 Eylül 2008’de Anglikan Kilisesi de Darwin’den özür diledi.
Ben İbrahim ve Musa Peygamber denen kişilerin tamamen masalsı karakterler olduklarını, Mısır’dan Yahudilerin Çıkışı ve bu arada Firavun’un ve ordusunun helâk olması olayının hiçbir zaman tarihi kaydının olmadığını söylemiştim. Bu anlatılar sadece Yahudilerin ulusal destanı olarak yorumlanan Tevrat’ın ilk beş kitabında (pentateukh) bulunan mitos parçalarıdır. Bu kitaplar da en erken MÖ 8. yüzyılda kaleme alınmışlardır. Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri bu bilimsel sonuçları inkâr mı etmektedir?
'HAYDİ, HODRİ MEYDAN'
O zaman buyursun, kendi inandıklarını isbat etsin (ama masalları değil, tarihi belgeleri kullanarak), ben de derhal bilimsel yanlışımdan dolayı özür dileyeyim. Unutmasın, bu tür iddialar mahkemelerde değil, bilimsel literatürde karara bağlanır. Haydi, hodri meydan.
'SUÇ DEĞİL Mİ?'
Bunu yapmadan önce de büyük İngiliz şairi ve Cumhuriyetçi politikacı John Milton’un basın-yayın özgürlüğünü savunan ilk önemli belge olan 1644 tarihli Areopagitica’sını da bir okuyuversin. Belki o zaman Kızıl Goncalar hakkında ekibiyle birlikte aldıkları kararın niçin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu anlayabilir.
Kızıl Goncalar sık sık basında ve televizyonda karşımıza çıkan çirkin olaylardan başka bir şey mi göstermektedir ulusumuza? Peki tarikatlar Anayasamızın 2. maddesinde belirtilen 'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir' hükmüne göre zaten yasak değil midir? Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye çalışmak suç değil midir?
Bunların yanında 30 Kasım 1925’te kabul edilen Takke Ve Zaviyelerin Kaldırılması Kanunu (tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile birtakım unvanların men ve ilgasına dair kanun) ile tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı; türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırılmıştır.
'EBUBEKİR ŞAHİN İSLAMİYETİ DEĞİL, TARİKATLARI KORUYOR'
Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri ve RTÜK üyeleri koydukları yasakla, İslamiyet’i değil, çirkin suçlar işledikleri sık sık gazete manşetlerimizde görülen ve aslen anayasamızca yasaklanmış olan tarikatları korumaktadır. Yaptıkları, Godfather filminde gösterilen kanun dışı bir organizasyonu ve ettikleri haltları beyaz perdeye taşıyan bir yapımı yasaklamaya benziyor. Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri’nin oradaki görevi kendi tâbiriyle 'yüce dinini' değil, gerçekleri savunmaktır. Bunun aksi lâikliğe de, insan aklına da aykırıdır.
'YOKSA KENDİSİ ATATÜRK'ÜN SÖZLERİNE KARŞI MI?'
Zaten yaptıkları da kendi ilân ettiği 'halka gerçekleri göstermek' amacıyla da her açıdan çelişmektedir. Yoksa kendisi Atatürk’ün aşağıdaki sözlerine karşı mıdır?
'Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi olan hayatta mutluluk sahibi yapmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddî ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum (şiddetli alkışlar).
Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur (sürekli alkışlar). Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir.'
Kastamonu, 1925
Açıkça söylese de biz de öğrensek."
DİZİ NE ANLATIYOR?
Dizinin iktidar çevrelerinde rahatsızlık yaratmasının nedeni, tarikatların kamusal alandaki ve devlet dairelerindeki gücüne mercek tutması. Yapım bununla birlikte, tarikatların kendi mensuplarına yönelik baskıcı ve gaddar yaklaşımını da gözler önüne seriyor.
Örneğin dizide anlatılan tarikat, savcıların ve doktorların kararlarına etkide bulunuyor. Öte yandan bu tarikat, çocukların eğitim hakkını da engelliyor. Çocuklar imam-hatiplere bile gönderilmiyor. Bir tarikat mensubu, imam-hatipte çalışan türbanlı öğretmen kardeşini 'kafir' olarak nitelendiriyor. Kendi içinde çocukları “eğiten” tarikatta, çocuğa yönelik şiddet ve çocuk yaşta evlilik de yaygın vakalar.
Ayrıca kadınlar da ağır baskı altında. Kadınların tarikatla bağlantılı işletmeler dışında çalışması yasak. Eşlerinden başka herhangi bir erkekle de iletişimde bulunamıyorlar. Erkeğin elinden su bardağı almaları bile 'günah' sayılıyor.
Tarikat içindeki erkekler ise başka kadınlarla ilişki yaşadıklarında tövbe edip kırbaç yiyerek hayatlarına devam edebiliyor.