Milli Eğitim Bakanı yanıtı biliyor! Peki; ya öğretmenler…?
Atalay Girgin* Her 24 Kasım’da olduğu gibi, bu kez de aynısı olmasa da benzeri gerçekleşti: Dört bir yandan öğretmen popülizmi yükseltildi. Hamaset erkenden...
Atalay Girgin*
Her 24 Kasım’da olduğu gibi, bu kez de aynısı olmasa da benzeri gerçekleşti: Dört bir yandan öğretmen popülizmi yükseltildi. Hamaset erkenden yollara düştü. Dağa taşa sardı. Beklentiler çoğaltıldı. Hatta abartıldı.
Günümüz Türkiye gerçekliğinde mücadele aracı olmaktan çok, her biri küçük ya da büyük “öğretmen kümesleri”ne dönüşen eğitim sendikalarından, gazetelerde ve internet sitelerinde eğitim üzerine kalem oynatan yazarlara dek neredeyse her kesim öğretmenlere şirinlik yapmakta, öğretmenin sırtını kaşımakta birbirleriyle yarıştı. Öneri üstüne öneri, talep üstüne talep eklendi. Sendikalar ardı ardına, öğretmenlerin ekonomik durumuyla ilgili anketler yayınladı.
Milli Eğitim Bakanı bile 24 Kasım Öğretmenler Günü için 3600’le ilgili “sürprizimiz olabilir” derken, bazıları hızını alamayıp, gönlünden ne geçerse sıralamaya girişti. Takım elbise talebinde bulunan bile vardı bunların arasında…
Sanırım 24 Kasım pazarı biraz daha erken açılsa, işporta tezgâhlarına izin çıksa öğretmene iç çamaşırı, sütyen, külot, çorap diyenleri de görecekti memleketim insanı… Neyse… Daha o günlerle karşılaşmadık. Lakin bu gidişle çok da uzak değildir o günler!
Peki; tüm bunlar neden ve niçin yapıldı? Öğretmenlerin ekonomik, sosyal sorunlarını çözmek, özlük haklarında iyileştirmeler sağlamak ve yeni haklar doğrultusunda yeni bir mücadeleye girişmek için mi?
Ne yazık ki hayır! Tüm bunlar, hakların mücadeleyle kazanılmadığı her yerde olduğu gibi, ulufe ve lütuf beklentilerini körüklemek için yapıldı ve hala da yapılıyor.
Lakin gerçekliğin ve onun hakikatinin yanından geçenler, kıyıda köşede ve yok denecek kadar azdı. 24 Kasım’ı vesile ederek yazan köşe yazarlarından eğitim sendikalarının dile getirdiği taleplere kadar dikkatlice izleyin. Hiçbirinde gerçekliğin hakikatinin kırıntılarına, eğitimin ve öğretmenin asli sorunlarına ilişkin palyatif olmaktan öte, köklü ve kalıcı çözüm önerilerine rastlayamazsınız.
Neredeyse her şey, istisnai bazı talepler dışında, ekonomiye ve ekonomik sorunlara endekslenmiştir. Sanki öğretmene on bin lira ya da iki bin dolar maaş verilse eğitim sorunları sabahtan akşama düzelecek, öğretmenin ve öğretmenliğin sorunları ortadan kalkıverecekmiş gibi…
Gerçi “İtibardan tasarruf olmaz” yaklaşımı düstur bellenecek olursa, toplumun ve devletlûların bilincine içkin olan bu bakışa göre en azından ‘itibar sorunu’ sırra kadem basardı ya… Neyse… Hamasi söylemlerle öğretmenliğe övgüler düzmek, öğretmenin sırtını kaşımak varken, gerçek sorunlara değinmenin, hakikati dile getirmenin ne önemi var ki…
Bu 24 Kasım’da da günler öncesinden herkes kendi rolünü oynamaya girişmiş, akıntıya kürek çekme yarışına başlamış olsa da birilerinin dile getirmediği hakikatleri, sorular temelinde anımsamak ve anımsatmak gerek. Elbette kısa bir yazının sınırları içinde her şeyi ifade edebilmenin mümkün olmadığını bilerek.
Buradan hareketle önce 24 Kasım’ın kendisinden başlayalım:
1- 12 Eylül Askeri Darbesi’yle vücut bulan diktatörlüğün bakiyesi bir gündür, 24 Kasım Öğretmenler Günü.
Bu diktatörlüğün ve onunla vücut bulan rejimin uygulamalarına karşı olduğunu söylerken, “mangalda kül bırakmayan”lardan, hem “12 Eylül’ü yargılıyoruz” deyip hem de onun yaptığı yasalar ve kurduğu kurumlar aracılığıyla iktidar eyleyenlerine; aynı rejimin postalları altında ezilen, işkence hanelerinden geçenlerinden, onun muhbir vatandaşı olan, nimetlerinden yararlananlarına dek, neredeyse herkesin, gönüllü ya da gönülsüz dudaklarına tutunan bir tebessüm ya da yüzünde açan gülücüklerle arz-ı endam eylediği bir gündür 24 Kasım…
2- Eğitimin ve öğretmenin sorunları, salt ekonomiye, ekonomik taleplere indirgenemez. Çünkü “ öğretmenlik, ne ücreti az diye yapılmayacak ne de parası çok ya da “Hiç yoktan iyidir. İdare eder” denilerek kapılanılacak bir iştir”1.
Aksine, öğretmenlik, asli sorumluluğun topluma karşı olduğunu bilerek yapılması gereken bir meslektir. Bundan dolayı, öğretmen, bir düzenin egemenlerinden çok, kendisinin de bir parçası olduğu topluma karşı sorumluluğu asli ilke belleyen kişidir. Bir eğitim filozofu olarak da nitelenmeyi hak eden Nermi Uygur’un deyişiyle, öğretmenler ve eğitim bilimciler, “egemenlerin işgüderi olmamalıdır”.
Ne var ki buna rağmen, hırsızlığın, yalan ve talanın, yoksulluğun ve yolsuzluğun değneksiz gezdiği bir dünyada “Öğretmen düzenin duvarındaki tuğla”ya2 dönüşmüştür. Asli ve öncelikli sorumluluğunun içerisinde yaşadığı topluma karşı olduğunu unutmuş ve egemenlerin kayıtsız şartsız işgüderi olup çıkmıştır. Öğretmenlerin ezici bir çoğunluğu bundan zerrece bir rahatsızlık duymadığı için de haklarını mücadeleyle kazanmak yerine lütuf ve ulufe beklentisiyle yaşamayı bilincine içselleştirmiştir.
Düşünün bir kez: Öğretmenlerin sendika aidatları bile işveren (yani devlet) tarafından ödenmektedir. Dünyanın neresinde, hangi işveren, hangi sendikaya “Benim çalışanımı sendika üyesi yap sana para vereyim” der? Eğer bir işveren sendikaya bunu diyorsa, bu durumda o sendika asıl olarak kimin sendikasıdır? Peki; neden, hiç kimse bundan rahatsızlık duymaz? Neden, istisnalar hariç, kimse bunu bir sorun olarak görmez ve dile getirmez?
3- Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, “Eğitim sistemi, içerisinden çıktığı toplumun aynasıdır” dediğinde, neden, eğitim üzerine yazanlardan eğitim sendikalarına dek hiçbir çevreden itiraz gelmez? Neden, herkes sükût ikrardan gelir, dercesine susar?
Oysa eğitimin iktidarların oyun alanı olduğu toplumlarda, eğitim sistemleri, siyasetin, siyasal iktidarların aynasıdır. İktidar eyleyenlerin, düşünsel ufuklarının genişliğini, derinliğini ve entelektüel kapasitelerinin düzeyini gösterir. Onların nasıl bir insan, nasıl bir toplum istediklerine göre şekillenir. Bizdekinin hali pür melalini hepimiz biliyor ve görüyoruz. Fazla söze gerek yok!
Adını koyalım: Türkiye’deki eğitim sorunlarının asli nedeni öncekilerin yanı sıra, 16 yıllık icraatıyla şimdiki siyasi iktidardır. Elbette bunu, yani “Eğitim, onu yapan ve uygulayan siyasal iktidarın aynasıdır. Eğitimin niteliği, siyasal iktidarın düzeyini ve değerini gösterir. Bunun sorumlusu da sizsiniz” sözünü, Ziya Selçuk söyleyemez. Peki; neden eğitim sendikaları ve eğitim üzerine kalem oynatanlar doğrudan bunu dile getirmez? Eğitim sorununun ve çözümünün aynı zamanda siyasal iktidar sorunu olduğunu söylemez?
4- Eğri oturanlar eğri konuşuyor. Gerçekliğin üzerine şal örtmekte mahirler. Ama bu, gerçekliği ortadan kaldırmıyor. Eğitim alanının siyasal iktidarların oyun alanı olduğu ne kadar doğruysa, günümüz öğretmen camiasının da bir genelleme düzeyinde hem entelektüel hem etik tutarlılık hem de ahlaki olarak dip yaptığı en az bunun kadar doğrudur.
Küçük bir örnek: Üniversiteyi daha yeni bitirdikleri, yani bilgileri hala taze olduğu halde, dershanelere gitmeden, onların rahle-i tedrisinden geçmeden KPSS’yi geçebilenlerin sayısı parmakla gösterilebilecek kadar azdır. KPSS’yi bir biçimde geçse bile “torpil”i olmadan, hatta “torpilliler hiyerarşisi”nde üst sıralarda yer almadan, bir liyakatsızlık ve kayırmacılık sistemi olan mülakatı geçenlerin sayısı ondan da az.
Hal böyleyken, “Hangi öğretmen?”, “Hangi ahlak?”, “Kimin ahlakı? Kimlerin ahlakı?” diye sormadan, entelektüel düzeyden, etik tutarlılıktan söz etmenin, “Ahlak, eğitimin temeli olacak”, “Ahlak telakkisi” ahkâmı kesmenin herhangi bir hükmü olabilir mi? Peki; bu bir sorun değil midir? Yalnızca “Mülakat kaldırılsın” demek bu sorunu çözer mi? Ya da 24 Kasım’ı da kapsayan etkinlik kapsamında indirilen hatim sayısına göre bu sorunlar külliyen çözülür mü?
Eğitime ve öğretmenlere ilişkin sorunları daha da uzatabiliriz. Ancak bu, yazının hacmini arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Peki; yukarıda dile getirilen soru ve sorunların çözümü yok mu? Elbette var. Lakin bu, bir başka yazının konusu3. Yukarıda yazılanlar bile öğretmenlerin ve eğitim sendikalarının şimşeklerini çekmek için yeterince çarpıcıyken, başka sorunları ekleyip onları daha fazla kızdırmanın gereği yok.
“Öğretmen” Hangi “Düzenin Duvarındaki Tuğla”dır?
Kızdırmak demişken “Öğretmen düzenin duvarındaki tuğla”dır önermesine bir açıklık getireyim. Bu sözü, duyan ya da okuyan öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu, nedendir bilinmez, harimi ismetlerine bir saldırı sayıyorlar.
Oysa bu söz, sistematik eğitim temelinde, öğretmen gerçekliğinin hakikatini dile getiren bir sözdür. Çünkü ister bir yalan-talan, hırsızlık-yolsuzluk-soygun, eşitsizlik-adaletsizlik düzeni olsun, isterse adil bir düzen olsun ikisinin de duvarında öğretmen vardır. Birincilerin inşa edilmesinin ve hükmünü sürdürmesinin de temel taşı öğretmendir. İkincisinin inşa edilmesinin ve varlığını devam ettirmesinin de…
Keza öğretmenin, aymaz bir tutum ve davranışla, duvarında bir tuğla olarak kalmayı sürdürmediği hiçbir yalan-talan, hırsızlık-sömürü-soygun, eşitsizlik-adaletsizlik düzeni ayakta kalamaz.
Eğer bir düzen, tüm yalanlarına, hırsızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk, baskı ve sömürüsüne rağmen hükmünü sürdürüyorsa, biline ki öğretmen, o düzenin duvarında, bilinçsizce ya da bilinçli bir aymazlıkla tuğlalık görevini icra eylemektedir. İçerisinden çıktığı ve kendisinin de bir parçası olduğu topluma karşı sorumluluk üstlenmemekte, aksine egemenlerin, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sömüren, yağmalayanların varlığını sürdürebilmesi için susmakta ya da “meyyus bir papağan misali” kendi kendine söylenip durmakta, onların düzenine hizmet etmektedir.
Buradan hareketle her öğretmen, bana kızmadan önce, şu soruyu (Laf aramızda, bu sorunun cevabını her milli eğitim bakanı bilmiyor olsa da hem bir eğitim bilimci hem de bir Milli Eğitim Bakanı olarak Prof. Dr. Ziya Selçuk biliyor olsa gerek) kendisine yöneltip yanıtını vermelidir:
Ben hangi düzenin duvarında bir tuğlayım? Söyleyin öğretmenim! Siz hangi düzenin duvarında bir tuğlasınız?
Peki; yanıtınız nedir öğretmenim?
* Felsefenin Işığında / Felsefece http://atalaygirgin.blogspot.com
1 http://atalaygirgin.blogspot.com/2018/04/nereye-gitti-bu-ogretmenler.html
2 http://atalaygirgin.blogspot.com/2008/11/dzenin-duvarndaki-tula-retmen.html
3 http://atalaygirgin.blogspot.com/2009/07/egitimde-radikal-degisim-zamandr.html Evet! “Başka bir yazının konusu”. Çünkü bu, okuduğunuz yazının sınırlarını ve kapsamını aşacak bir konu. Yukarıdaki linkte, bu konuda yaklaşık on yıl önce yazılmış bir yazı var. İlgilenenler için… Yakında bu yazıdan da hareketle konuyu ele alacağım.