Güle güle Muharrem İnce
"Her ne kadar memleket için elini taşın altına koyduğunu söylese de İnce’nin meselesi perde önünde sergilediği kadarıyla şahsi. Perdenin arkası karışık."
Siyaset dünyamızın tiyatro ile olan ilişkisi genel olarak birbirlerini eleştirirken kullandıkları ‘tiyatro yapıyorlar’ ya da ‘tiyatro yapmayın’ düzeyinde olduğu, her iki kullanımı da olumsuz olduğu hepinizin malumu. Tiyatrocuların çoğunlukla boş verdiği, arada hiddetlendikleri bu durum hakkında devlet – tiyatro ilişkisi kapsamlı uzunca bir yazı kaleme alınabilir. Ama sıkılmaya ne gerek var. Gelin biz öyle yapmayalım. Siyasilerin tiyatroya yaptığını bu defa biz onlara yapalım. Memleket yangın yeriyken sinir uçlarımızla kafasına göre oynamaktan çekinmeyen Muharrem İnce’ye tiyatro tarihinin penceresinden bakalım.
Önce kısa bir tiyatro tarihi
Tiyatro Antik Yunan Uygarlığı’nda, Şarap Tanrısı olarak bilinen ama aslında zevkin, doğadan hayata dolacak umudun tanrısı olan Dionyssos anısına yapılan kır şenliklerinde doğar. Dionyssos’un insanları bir araya getirip sosyalleştiren gücü zamanla kırlardan şehirlere taşınır. Bu taşınma sırasında komedya şehrin kenarlarında kalırken, tragedya merkeze, Atina’ya gelir. Atina’daki şenliklerde zamanla devlet tarafından desteklenen tragedya yarışmaları yapılmaya başlanır. İşin içine yarışma girince uyulması gereken kurallara ihtiyaç duyulur.
Bu ihtiyacı Aristoteles karşılar. Tragedyanın biçim kurallarını Poetica’da neredeyse bir kek tarifi gibi detaylandırarak anlatır. Bütün bu kurallar tek bir hedef için tasarlanmıştır. Oyunun sonunda seyirci üzerinde oluşması beklenen tiyatronun en tartışmalı, üzerine çok şey yazılmış kavramlarından katharsis’tir. En basit anlamıyla oyun boyu sahnede seyrettiği trajik kahramana acıyan ve onun başına gelecekleri korkuyla izleyen seyirci finalde bu korku ve acıma duygularından arınır. Çoğu yerde katharsis bu arınma olarak tanımlanır. Kafalar burada karışır. Korku ve acıma duygularından arınmak neden önemlidir? İşin içine burada tiyatro – devlet ilişkisi girer.
Tragedya yarışmalarını Atina devleti düzenler. Bir hafta süren yarışmaları değerlendiren bir jüri vardır. Birinci olan tragedya yazarı halk içinde saygınlık ve ödül kazanır. Katharsisin arkasında böyle ilişkiler ağı vardır. Devletle hiçbir ilişkisi olmayan komedya kırlarda devlet yönetiminden din adamına her şeyi eleştiredursun, tragedya ‘düzen, nizam, intizam’ mantığıyla yönetimle çatışmaya girmeyen birey, başkaldırıdan uzak bir toplum yaratır. Tragedyanın görevi halk ile onu yönetenler arasındaki ilişkinin yönetenler lehine bir düzen içinde kalmasının sağlamaktır. Peki tragedya bunu nasıl yapar? Katharsisi nasıl yaratır? İşte burada trajik bir kahramana ihtiyacımız var.
TRAJİK KAHRAMAN
Bu trajik kahramanın nasıl olacağını Aristoteles çok net anlatır. Her şeyden önce belli kişilik özelliklerine sahip olması gerekir. Kibirlidir. Yeri geldiğinde düzene kafa tutacak kadar gözü karadır. Gururdan ölmeye hazırdır. Zorlu bir amacı, bir hedefi vardır. Bu hedefe giden yolda yasa, kural, kaide dinlemez. Ne var ki bunlar trajik kahraman olmaya yetmez. Ona bir hata lazımdır.
Kahramanın yapması beklenen bu hata yasalara düzene aykırı ancak erdemli olmak zorundadır. Tragedyanın bir yerine kadar işler yolunda gider. Çatışan taraflarda bir güç dengesi vardır. Ancak trajik hatanın yapılmasıyla işler değişmeye başlar. Yıkıma giden yolda tragedya kahraman çeşitli eşiklerden geçer.
Yazgının değiştiği peripeteia bunlardan biridir. Kendisine verilen yazgıya karşı çıkmış, yaşamını yeni bir yazgıya doğru yönlendirmiştir. Yıkımdan önceki son eşik anagnorisis denilen bilgisizlikten bilgili olmaya geçiş anıdır. Bu bir farkediştir. Tragedya kahramanının kendini gördüğü dev aynası kırılır. Geri dönüşün mümkün olmadığı, hatanın telafi edilemeyeceği bir noktada gerçekleşen bu aydınlanma yıkımı engellemeye yetmez. Kahraman kendi müdahalesiyle değiştirdiği kaderinin ona hazırladığı yeni sonu yaşamak zorundadır. Bu öyle güçlü, öyle sert bir yıkımdır ki seyirci kendi başına gelmediği için şükreder. Gelelim Muharrem İnce meselesine.
GELELİM MUHARREM İNCE’YE
Geçtiğimiz hafta Fatih Altaylı’ya konu olduğu programda Muharrem İnce, aklı selim bir siyaset insanı olmaktan ziyade gerçeklik ile olan bağları kopmuş, kendine bir mağdur hikayesi yazmış, yazdığı bu hikâyeye kendini inandırmış, bunun sonucunda mağduriyetinin sorumlularına karşı bir intikam planı hazırlamış bir insan profili çizdi.
Her ne kadar memleket için elini taşın altına koyduğunu söylese de İnce’nin meselesi perde önünde sergilediği kadarıyla şahsi. Perdenin arkası karışık.
Kendini kahramanlaştırmak yolunda İnce kontrolsüzce sarf ettiği ‘Sırça köşklerde yaşayanlar, sırça köşklerinden çıkmayanlar, salon siyasetçileri, oturdukları yerden benim aleyhimde tweet atan, sözde sanatçılar... Siz bunları gördünüz mü? Bu zorlukları gördünüz mü?’ sözleriyle vaktinde kendisine oy verenlere verip veriştirerek kurgulamaya çalıştığı mağduriyeti derinleştirmeye çalıştı. Sonraki adım bu mağduriyet üzerinden bir kahraman kimliği geliştirmek oldu. Hayal dünyasında bunu sağladığını kendi kendine inandırsa, etrafındaki taşıma kalabalık üzerinden sürekli köpürtmeye çalışsa da ortada böyle bir durum yok. Muharrem İnce’nin değil kahraman, yukarıda anlattığım trajik kahraman olma ihtimali bile yok. Kibirli, evet. Hatası da var. Ancak hatası erdemli değil. Hadi kendi yazgısına karşı çıktı bir baht dönüşü yarattı diyelim. Farkındalık geliştireceği, bilgisizlikten bilgiye geçeceği aklı selim noktaya bir türlü gelmiyor. Hatta bunda ısrarcı. Dahası yaptığı hata sadece onu değil, hepimizi tedirgin edici bir noktaya götürme ihtimali var. Bu erdemli mi şimdi? Hayır değil. Bir siyasetçide erdem yoksa başka bir şey aramakla uğraşmayın. Olmasını beklediğiniz hiçbir şeyi bulamazsınız.
Tiyatroya geri dönelim.
Biraz Shakespeare
Antik Yunan ve Roma döneminden sonra tam bin yıl boyunca tiyatro yasaklanır. Kıta Avrupa’sında bulduğu her çatlaktan çıkmaya çalışadursun, yaşamsal soluğunu ona, İngiltere tarihinin en çalkantılı günlerinde Shakespeare verir. Shakespeare tiyatroya psikolojiyi dahil eder. Her karakterin psikolojik bir derinliği, hırsları, öfkeleri, hassaslıkları, arzuları vardır. Tiyatro sahnelerinin daha önce görmediği bu oyun kişileri aşık olurlar, katil olurlar, entrika çevirirler, masum kalırlar. Shakespeare’in evreninde kahramanlarla hainler, krallarla soytarılar kol koladır. Orası sahnedeki hayat değil, hayatın içindeki sahnedir. Herkese yer vardır. İnce’yi buralarda bulabiliriz.
Bu saatten sonra bulsak ne yapacağız?
Güle güle Muharrem İnce.