Kızılcık Şerbeti neden yasaklanamaz?
İhtimal var mı bilmiyorum. Ancak kararın gözden geçirilip bu yanlıştan dönülmesi gerekiyor. Bizim böylesi birlikteliğe ihtiyacımız var.
Kızılcık Şerbeti dizisinin başına gelenler malumunuz. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Türk televizyon tarihinde eşi benzeri görülmeyen bir ilke imza atarak Ankara İdare Mahkemesi’nden son anda gelen yürütmeyi iptal kararını uygulamaya koyup, 5 haftalık yayın durdurma cezasını geçen hafta aniden başlattı. Dizinin özetinin yayınlanmasının ardından, yeni bölümün başlamasına dakikalar kala gelen ve alelacele uygulanan bu karar pek çok açıdan düşündürücü. ‘Yayın hizmetleri, toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeremez' gerekçesi ile durdurulan diziye dramatik açıdan baktığımızda böyle bir durumla karşılaşmıyoruz.
Olağanüstü durumlarda, afetlerde görüşüne başvurmak için konunun uzmanlarıyla görüşülürken RTÜK böylesine büyük bir cezayı uygulamaya koyma aşamasında alanın uzmanlarından görüş alıyor mu, bilmiyorum. Okuduğum yazılarda ben böyle bir görüşe rastlamadım. Gözümden kaçtıysa affola. Ancak başvurulmadıysa sorun var. Zira üniversitelerimizde bu konuda eğitim yapan bölümler, kıymetli öğretim görevlilerimiz var.
Her şeyden önce şunu söylemeliyiz: Alandan bir uzman görüşüne başvurulmadan yapılan değerlendirilmeler, alınan kararlar şaibelidir. Bunlar ya keyfiyet içerir ya çıkar gözetiliyordur ya da siyasidir. Ülkemizde sahne, sinema ve televizyondan oluşan gösteri sanatları alanında iyi kötü oluşmuş bir endüstri var. Buna ek olarak, yıllardır alana öğrenci yetiştiren bölümler ve sivil meslek örgütleri de mevcut. RTÜK’ün bu kurumları yok sayması, onların olmadığı anlamına gelmiyor. Sessizlikleri elbet eleştirilebilir ve eleştirilmelidir. Ancak o bambaşka bir yazı konusu.
Bu alanda eğitim almış, eser üretmiş, yurt içi ve yurt dışında toplumsal cinsiyet konusunda çalışmalar yapıp kitaplar yayınlanmış biri olarak bu konu ‘çekilin ben doktorum’ diyebileceğim bir alana düşüyor. Ünvanımın getirdiği sorumluluk ve sanatsal duruşum gereği izninizle bu konuda birkaç şey söylemek istiyorum. Gelin konuya senaryodan başlayalım.
BİR SENARYO YAZMAK
Oyun yazarlığı ve dolayısıyla senaryo yazarlığı öğretilebilir tek yazarlık türüdür. Bu nedenle ülkemizde pek çok yerde oyun yazarlığı ya da senaryo yazarlığı adı altında kurslar bulunur. Bir senaryo yazarının kaleminin iyi olmasının elbet gereklidir. Ancak burada öne çıkan yazınsal yeteneğin analitik yaklaşımla harmanlanış şeklidir. Zira senaryo neredeyse tümüyle matematik ve hesap işine bağlı yazınsal bir tasarımdır.
Karakterlerin yaratılması, birbiri ile olan ilişkiler bellidir. Olayların gelişimi, neden – sonuç ilişkileri, ilginçlik – inandırıcılık dengeleri, toplumdaki karşılıkları bu hesabın içindedir. Yaşamda ne varsa hikâye de onun paralelinde ilerler. Mesele insandır.
Seyircinin hikayeyle arasında kurulan ve seyir sürekliliğini sağlamayı hedef alan adımlar bellidir. İnişler çıkışlar, düğümler çözümler, krizler barışmalar ardışık bir düzen içinde ilerler. RTÜK’ün tüm bu yapının tek bir karesindeki eyleme bakarak böylesi büyük bir karar vermesi konuyu hiç anlamadığını, senaryo yazımı hakkında bilgi sahibi olmadığının anlaşılması bakımından önemli. Gelelim kararın gerekçesine. Önce biraz hafıza tazeleyelim.
BALKONDAN DÜŞERSEM İNANMA, BEN YAŞAMAYI SEVİYORUM
Türkiye’de kadınların balkondan düşerek ölmesinin önemli milatlarından biri 29 Mayıs 2018’de Ankara’daki bir plazanın 20. katından ‘düşerek’ ölen Şule Çet cinayeti ile başladı. Kamuoyunun peşini bırakmadığı 1.5 yıl süren dava sonucunda sanıklardan Çağatay Aksu 12 yıl 6 ay, Berk Akand 18 yıl 9 ay hapis cezası aldılar. Aksu’ya iyi al indirimi uygulandı. O günden bugüne Türkiye’de balkondan düşen kadınların sayısı giderek arttı. Son iki yılda 93 kadın ‘balkondan düşerek’ öldü.
Türkiye’nin yüzleşmesi gereken ancak konu kadın olunca bir türlü yüzleşmek istemediği konularından birinin Kızılcık Şerbeti’nde karşımıza çıkmasında bir acayiplik yok. Bu konuya çok acilen farkındalık yaratmak gerekiyor. Diziler de bu farkındalık yaratılmasında önemli yer tutuyorlar. Acayiplik RTÜK kararında. Zira toplumun kutuplaşan iki farklı kesimi arasındaki ilişkileri gerçekçi bir anlayışla ele alan dizi karakterlerinin tümü, tüm farklılıklarına rağmen Nursema karakterinin başına gelen bir erkek tarafından camdan itilerek düşme olayı karşısında yek vücut oldular. Hikâyenin ana aksını taşıyan karakterlerden hiçbiri olayı görmezden gelip geçiştirmedi. Aksine toplumda görmeye çok ihtiyacımız olan birlik içinde konu ele alındı.
RTÜK böylesi bir örnek davranışın nesinden rahatsız olmuş olabilir ki? İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan, Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine dair 6284 sayılı kanunun kaldırılmasının açıkça dile getirilebildiği bir dönemde böylesi önemli bir toplumsal birleşmenin nesi sizi rahatsız etti? Bu sorunun dramatik kurgu içinde mantıklı bir cevabı olmasına imkân, ihtimal yok. Gelelim bir başka konuya.
TÜRKİYE’DE SENARYO YAZMAK
Ülkemizde televizyona iş yapmanın yolu yığınla kısıtlamayı, baskıyı ve işi bilmeden işinize karışanları göze almaktan geçer. Televizyona iş yaptığım dönemde bizzat deneyimlediğim, sonrasında bu işi yapmaya devam eden arkadaşlarımdan dinlediğim değişmez gerçek senaryo ekiplerinin maruz kaldığı baskıdır. Yazı ekibinin kendi kendine uyguladığı oto sansürle başlayan bu dar alanda hikâye üretebilme meselesi pek çok müdahaleden sonra izleyici ile buluşur.
Televizyon kanalları ticari işletmeler olduklarından gelen senaryo dosyalarının hem çok farklı hem de herkesin içselleştirdiği o ‘zararsız’ bir şablona oturması istenir. RTÜK’ü rahatsız eden sahne eminim ki çok tartışılmış, hikâyenin gerekleri bu şablona göre düzenlenmiştir. Çünkü burada bir yanlış yok. Yanlış olan RTÜK’ün aldığı siyasi bir kararı, öyle değilmiş gibi gerekçelendirerek sunması. Bunun kabul edilir bir şey olmadığını belirtmek ve bu haliyle cezanın dizi ekibine karşı yapılmış olan bir emek gaspı, seyirciye yapılmış haksızlık olduğunu söylemek gerekiyor. Ceza gerekçesinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ilgili bir ifade var. Kısaca ona da bakalım.
GÖZ ARDI EDİLEN DUYGUSAL ŞİDDET
Kadına yönelik şiddet katmanlıdır. Şiddet, fiziksel bir eylem üzerinden uygulanmakla birlikte çoğu zaman psikolojiktir. Nursema karakterinin tüm yaşamının zemininde ailesi ve çevresi tarafından ilmek ilmek örülmüş duygusal şiddetle karşılaşırız. Sanatla ilgilidir, hat yapar ancak sergi açması kerhen desteklenir. İlk bahanede de bir bahaneyle iptal ettirilir. Desteklenmez. İlgisi ve hevesi hakir görülür. Zararsız bir oyalanmanın ötesine geçmesi istenmez.
Nursema’nın odasından başka bir yerde özgürce yaşaması mümkün değildir. Kendi istediği ve kimseye zararı olmayan ufak adımları atması bile başlı başına meseledir. Bütün bu şiddet Nursema’ya evden çıkarken, telefonla mesajlaşırken ya da sebepsiz bir tebessümünde bile gerçeği kapatmak zorunda olduğu yalanlar söylemeye iter. Özgürdür ama odasında. Hat yapsındır ama ev içinde.
Evin iki oğlu ise böyle kısıtlamalar yaşamazlar. Onlar sadece erkek olarak doğdukları için her şeyi yapmaya doğuştan hak sahibidirler. Bu açıdan bakıldığında karakterlerin toplumda karşılığı olan ve kırılması gereken toplumsal cinsiyet rollerine son derece uygun olarak tasarlanmış olduğunu söylemek gerek. Nursema’nın bu yapıyı kırmaya çalıştığı minik çabaları, dizide toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönünde atılmış önemli adımlar. Yani kararın burasında da dizide gördüğümüzle örtüşmeyen bir ifade var.
Cumhuriyetin 100. yılında biz kadınlar yaşamın her alanında olmak için hala bin dereden su getirmek durumunda kalırken alınan bu karar erkek dünyasına ait, kadını kısıtlayıcı bir karar. Değil bir televizyon dizisi için, hiçbir şey konuda bu kabul edilemez.
SEYİRCİ MESELESİ
RTÜK cezasıyla oluşan mağduriyette konunun bir de seyirci kısmı var. Kızılcık Şerbeti halk tarafından ilgiyle takip edilen bir dizi. Halkın içinde olduğu ekonomik güçlükler, baş edilemez seviyelere çıkan hayat pahalılığı, günden güne ağırlaşan gündem içerisinde televizyon ne yazık ki halkın neredeyse tek eğlencesi. Keşke böyle olmasa ama durum bu ne yazık ki. Bu açıdan bakıldığında kararın seyirciyi de etkileyen bir yanı var.
Toparlayalım.
Bu alanda emek vermiş bir yazar ve akademisyen olarak RTÜK’ün gerekçesinin dizide bir karşılığının olmadığını, gerekçenin bu haliyle bir bahaneden ibaret olduğunu söylemek durumundayım. Aldıkları bu karar nedeniyle kendilerini kınıyorum.
Duyulan rahatsızlık bir arada yaşamanın güzelliğiyle ilgiliyse ve bu rahatsızlık yaratıyorsa orada bir sorun var demektir. Seyircisiyle, yazarıyla, oyuncusuyla, yapımcısıyla bizler bir arada yaşamı destekleyen, toplumsal barışa sonuna kadar inanan, bunun gereğini yerine getirmeye devam eden insanlar olmaya devam etmek durumundayız. Normal koşullar altında RTÜK bu mücadeleyi desteklemeliydi. Gelinen nokta üzücü.
Bitirelim.
Bu vesile ile Kızılcık Şerbeti dizisinde çalışan tüm set emekçilerine, oyuncu arkadaşlarımıza, emeği geçen herkese içten sevgilerimi iletiyor, uğradıkları bu haksızlıkta onlarla dayanışma içinde olduğumu bilmelerini istiyorum.
İhtimal var mı bilmiyorum. Ancak kararın gözden geçirilip bu yanlıştan dönülmesi gerekiyor. Bizim böylesi birlikteliğe ihtiyacımız var.
Hepinize iyi bayramlar dilerim.