Vuslat Doğan Sabancı’nın Yeni Solo Sergisi: Emanet
"Bugün kadınların, çocukların, sokak hayvanlarının, katledilen doğanın, plastik çöpü haline gelen okyanusların, hepimizi tehdit eden iklim krizinin kökeninde bozulan bu güven sözleşmesi, emanete hıyanet var."
24 Mayıs sabahı bir İngiliz dostum tarafından Vuslat Doğan Sabancı’nın Kraliyet Sanat Akademisi’nde (The Royal Academy of Arts) yapılan, Emanet adlı sergisinin basın toplantısına çağrıldığımda nasıl bir şeyle karşılaşacağımı açıkçası bilmiyordum. Vuslat Doğan Sabancı adını duyduğumda aklıma gelen kadın ile, davetiyede heykellerinin hikayesini anlatacak kadın birbirinden çok farklıydı. Pek çoğumuz gibi Vuslat Hanımın sanatla ilgilendiğinden habersizdim. Beni heyecanlandıran ilk şey bu fark oldu. Zira bir insanın kendinden farklı kimlikler çıkarma arayışına girip, bir yolculuğa çıkması kıymetli bir çaba.
İmkanlar, olanaklar kadar azimli olmayı, vazgeçmemeyi, sürekliliği de gerekli kılan, yol aldıkça belirmeye başlayan inişli çıkışlı bir yol. Bu arayış sonucunda ürettiklerini başkalarına açmak ise cesaret gerektiren bir karar. Yeri geldiğinde kırılmayı göze alan, ‘Yaptıklarımla, yapamadıklarımla, bu benim’ diyebilme gücünü kendinde bulan, bir emin oluş noktası. Bu yazıda, Vuslat Doğan Sabancı’nın adını sadece Vuslat olarak kullanmayı tercih ediyorum. Zira bir insanın hakikat yolculuğundan bahsederken, adından başka her şey bana fazlalık görünüyor.
Bu düşüncelerle geldiğim basın tanıtımının yapılacağı Burlington House’a ulaştığımda, The Guardian, The Telegraph, The Times gibi önemli İngiliz gazetelerinin kültür sanat yazarları ile konuşurken Vuslat’ın az sonra bize anlatacakları daha heyecan verici bir hal aldı. Konuya devam etmeden önce sanat yaşamına kısaca bakmanın aydınlatıcı olacağını düşünüyorum.
Yeni Bir Yol
Londra’da yayınlanan Olay Gazetesi’nden Hülya Özkoyuncu’ya verdiği röportajda Vuslat, sanatla olan ilişkisinin on beş yıl önce, medyada çalıştığı dönemde başladığını söylüyor. Uzunca bir süre kendine sakladığı atölyesinde yapmış olduğu heykellerin, PİArtworks’ten Tuğçe Yeşim’den gelen teklifle bir galeride sergilenmesi Vuslat’ın Sessizlik adını verdiği sergisinin oluşmasına, daha da önemlisi atölyesinden çıkmasına vesile olmuş.
İlk kişisel sergisi olan Emanet ise Baksı Müzesi’nin kurucusu Hüsamettin Koçan’dan gelen teklifle şekilleniyor. Bayburt’un Bayraktar Köyü, Çayırlar Mevkii’nde kurulu olan Baksı Müzesi, 20 Haziran – 20 Ekim arasında Emanet’e ev sahipliği yapacak. Serginin küratörü İspanyol sanat tarihçisi ve yazar Chus Martinez.
Tepeki Sanat Galerisi
Baksı Müzesinin hikayesi hayli ilginç. Bayburt’un en ücra köylerinden birinde modern mimarisi ile dikkat çeken Baksı Müzesi aynı köyden çıkan Hüsamettin Koçan’ın, çocukken çalışmak için Almanya’ya giden babasını ‘acaba bugün gelir mi?’ diyerek çıkıp beklediği tepede yer alıyor. Yıllar sonra akademiye gidip sanat eğitimi alan Koçan, bir zamanlar babasının yolunu gözlediği tepeye 2010 yılında Baksı Müzesi’ni kurarak bu bekleyişini taçlandırıyor.
Baksı Müzesi 2014 yılında Avrupa Birliği Parlamenterler Meclisi tarafından verilen Avrupa Konseyi Müze Ödülü sahibi. Koçan, Baksı Müzesi’nin anahtar kelimelerini periferi, sivil sürdürülebilirlik, üretim, göç, yabancılaşma, kültürel demokrasi, sanatçılar, kadın ve çocuklar diye tanımlıyor. Vuslat’ın Emanet’i, bu anahtar kelimelerden göçe çapalanıyor.
Aile Köklerinden Dünyaya
Vuslat’ın arayışı aile köklerinin de dayandığı coğrafyayı yakından tanımakla başlıyor. Geniş bir araştırma döneminin olduğu bu arayışta Vuslat; Gümüşhane, Kelkit ve Bayburt’un her ilçesine giderek coğrafyayla hemhal olmaya çabalıyor. Sergi için hazırlanan kısa filmde, ‘Daha henüz kafamda hiçbir kavram, bir hikâye yoktu. Buraya geldim. Nehrin yanında saatlerce oturdum. Bu yollardan geçtim. Kokladım, baktım. Bana en çok konuşan bu nehirdi’ diye anlatırken, dağlar arasından olmadık bir yırtık yaratarak bir yaşam alanı oluşturan nehre dikkat çekiyor. O yaşam alanından kendine bir yol buluyor. Yaşama doğru akan bu nehir, Vuslat’ı aile köklerine götürerek Emanet’in de yolunu çizmeye, sınırlarını belirlemeye başlıyor. Yüzü atalarına, onlardan kalanlara, nesilden nesile emanet edilenlere dönüyor.
Araştırma sürecinde bölgenin tarihine de inen Vuslat’ın yolu 1960’larda yayınlanan masallarla kesişip vaktinde anneannesinden dinlediği bir serçe masalına açılınca Emanet’in çarkları dönmeye başlıyor. Seyahatleri sırasında bölgeden toplayıp atölyesinde pigmentlerini çıkardığı taş, toprak ve bitkiler ise bu sergiyi oluşturmakta bölgenin Vuslat’a verdiği emanetler.
‘Hepimiz Bu Dünyada Emanetiz’
‘Hayat, geçmiş tüm yaşanmışlıklar hatta şu anki yaptığım çalışma ve serginin de emanet olduğunu gördüm’ diyerek sergisine bu ismi koymaya karar verdiğini söyleyen Vuslat’ın hareket noktası aralarında özel bir bağ olduğunu belirttiği anneannesi. Vaktinde ondan dinlediği serçe masalını bir yandan iyiye doğru uyarlayıp, bir yandan hafızasından silinenleri yeniden keşfederek atmaya başladığı ilmekler, yine anneannesinden armağan zincir bir kolye ile şekilleniyor. Serginin merkezini oluşturan Hayatın Göbek Bağı adlı çalışma böylelikle ortaya çıkıyor. Vuslat, bu zincir üzerinden ailesindeki kadın atalarından kalana emanete sahip çıkarak kökleniyor.
Bu köklenişte insanın kendi ruhunu görüp onurlandırması arasına ilişki kuran Vuslat, emanete sahip çıkmanın insanın kendisiyle yüzleşmesini sağlayan bir işlevi olduğunu belirtiyor. Kişinin atalarından kalan ve içine doğduğu dünyanın emanetlerine sadık kalırken, kendinin de bir emanet olduğunun ayrımına vararak yaşaması, gerek kişisel gerekse toplumsal zeminde önemli bir kerteriz noktası. Buradayım. Buyum. Bu kadarım diyebilmenin anahtarı.
Bu anahtarın insanlarla ve doğayla kurduğumuz ilişkide önemli bir rolü var. Zira emanet kelimesinin işaret ettiği ‘korumak amacıyla devretmek’ anlamı aynı zamanda güvene dayalı bir sözleşmenin beyanı anlamında. Emanete hıyanet etmenin büyük kabahat sayıldığı kültürümüzde geldiğimiz noktada bu güven akdi pek çok yerde bozulmuş, pek çok emanete hıyanet edilmiş durumda.
Bugün kadınların, çocukların, sokak hayvanlarının, katledilen doğanın, plastik çöpü haline gelen okyanusların, hepimizi tehdit eden iklim krizinin kökeninde bozulan bu güven sözleşmesi, emanete hıyanet var.
Ne yapıp edip en sevdiklerimizi geride bırakıp gittiğimiz bu dünyada birbirimize emanet edildiğimizi yeniden hatırlamamız lazım. Her şey bu kadar çığırından çıkmışken doğal bir refleks olarak işlemesi gereken bu tutum bugün artık bir lüks. Dahası, bunca bencillik, kutuplaşma, ötekileşme arasında ‘Bizler aslında birbirine emanet edilmiş insanlarız’ demek muteber görülmeyen bir iyimserlik. Kötünün bağırgan ağzının yanında pek azımızın işittiği bir fısıltı. Peki ne yapalım? Duymayalım mı?
Bir zamanlar babasını beklediği tepeye bir sanat galerisi kuran Hüseyin Koçan ile ata toprağında kendisine emanet edilenlere sahip çıkma arayışını sanat yoluyla anlatma gayretine giren, bunu insanlarla paylaşma cesaretini gösteren Vuslat, bu fısıltıyı dinleyip duyanlardan. İkisinin Baksı Müzesi’nde buluşması aynı zamanda kendileri ve o bölge için hafızayı koruma, emanete sahip çıkma çabası. Bu takdir edilesi bir gayret. Zira Vuslat’ın da dediği gibi ‘Hatırlamak çok önemli. Unutursak tekrardan aynı hikâyenin içine düşüyoruz.’
Aynı hikayenin içinde debelenip durmaktan kurtulmak, birbirimize emanet edildiğimizi hatırlayıp hiç unutmamak dileğiyle.
- http://baksi.org/tr/baksi-hakkinda
- https://olaygazete.co.uk/kultur-sanat/vuslat-dogan-sabanci-kraliyet-sanat-akademisinde-emaneti-anlatti.html