Bir halk olarak koca bir deprem göçüğünün altındayız
Bugün biz bu enkazın altındayız ve kurtarın çığlıklarımıza gelmediniz ama yarın sizi tarihin enkazına gömüp arkamızı dönüp yalvarışınıza aldırmadan gideceğiz. O defter bu hesap sorulmadan hesaplaşılmadan kapanmayacak. Bir de bunu not ederseniz…
Bir halk olarak çırpınıyoruz. Bir halk olarak. Parası olan parasından, olmayan emeğini. Hiç olmadı gidip Kızılay’a kanını veriyor. Durmadan malzeme taşıyor halkımız, giyecek, yiyecek, battaniye, çadır, bez. Taşıyoruz. Paketliyoruz. Yüklüyoruz. Ne yapsak okyanusta bir zerre. Durmadan çalıyor telefonlar. Yardım isteyenler, yardım etmek isteyenler. Bölgeye gitmek isteyen gençler, gönüllüler kapılara yükleniyor.
USTALAR
Tohumlar gibi yerin altına gömülen madenciler, yerin altına tünel açmakta usta oldukları kadar enkaz altından insan almakta usta. Derin çizgileri ile çektikleri cefanın izleri yüzlerinde, hayat sevincini koca gözlerinde toplayan inşaat işçileri, yıkıntılarda demiri kesmekte betonu kırmakta usta. Vinç operatörleri, iş makinesi operatörleri, karıncayı incitmeden yıkılan çatıyı tüy gibi enkazı üstünden almakta usta. Pilotlar, askerler, tır kamyon şoförleri, canları pahasına araç sürmekte kararlı ve usta, tam teçhizatlı her koşulda can kurtarmaya eğitilmiş arama kurtarmacılar, ve doktorlar hemşireler sağlık emekçileri, açlıkta susuzlukta saatlerce bitmeyen bir yorgunlukla bir felaketin ortasında binlerce yaralının canını kurtarmakta usta. Gençler, belediyeler, dernekler, siyasi partiler, solcular, devrimciler yardımları toplamakta, saymakta, listeler hazırlamakta, iletişimi sağlamakta, insanları organize etmekte, güvenliği almakta, kimseye iyi niyeti istismar ettirmemekte, çalıp çırptırmamakta, çalmaya kalkanın tepesine çökmekte, kimse onlara talimat vermemişken her işin üstesinden gelmekte usta. Gazeteciler kimsenin ayağına dolanmadan, saygısızlık etmeden, insanlığını yitirmeden haber yapmakta, gerçekleri anlatmakta usta.
KİM USTA DEĞİL?
Kim usta değil biliyor musunuz? Hani ustalık dönemini geçiren biri var ya, herkese talimat veren, o distopya filmlerinden fırlamış bir android gibi metalik bir ses duygusuz bir suratla ekranda beliren tehdit makinesi…işte o. O üç noktayı siz doldurun. Hain bir ağırdan almayla bekledi. Devletin yerine geçen tek kişi ve onun iki dudağına bağlanan devlet, yardım etmek için ayağa kalkmış bir halka şunu yap şurada dur diyemiyor. AFAD siz olmasanız biz yapacaktık, yok yutubirlar, yok ahbaplar yüzünden yapamıyoruz diye ağlaya yatmış durumda. Durumun bu olacağı biliniyor zaten. Sen bu ortamda çalışmak, bu ortamı düzenlemek için varsın. Kendi gönüllülerini saatlerce bekleten, hiçbir işe koşamayan, havalimanlarında izdihamın ortasında bırakan adı organizasyon kendi ne bilmediğimiz bu AFAD. Ne olduğunu, neyi nereden cukkalamak için organize edildiğini, kimin arka bahçesi olduğunu deprem sonrasına bırakıyorum.
EL OĞLU DUYAR!
Dünyanın her yerinden insanlar biliyor halimizi Bulgaristan, Hırvatistan, Çekya, Fransa, Yunanistan, Hollanda, Polonya, Romanya, İtalya, Macaristan, Avusturya, Almanya, Belçika, Estonya, İspanya, Malta, Slovakya, Portekiz, Karadağ, Arnavutluk, İsrail, Rusya, Ukrayna, Ermenistan, Iran, Özbekistan, Kırgızistan, Kürdistan, Meksika, Lübnan, Cezayir, Tunus, USA, Azerbaycan, Japonya, İsveç, Finlandiya, İngiltere. O haddini bilmez Yunan haddini, sınırları aşarak gelmiş. Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim diye açmış sabah haberlerini. Neye ihtiyaç var? diye soran yoldaşlar arıyor sınır ötesinden. Hepimiz Türk’üz yazıyor Elen harfleriyle duvara biri. Hepsi biliyor halimizi, anlıyor halimizden, ama anlamayanlar var. Ve tepemizde. Biliyoruz.
TALİMATLARIYLA!
Talimatla yürüyor her şey, talimatla. Talimatı veren, maazallah bunamış, delirmiş olsa bittik. Aslında kaymakam, vali Allah’tır memleket literatüründe, yalan mı? Hele ki bir felaket söz konusuysa. Umumi Hayata Müessir Afetler diye bir kanunumuz var 1959 tarihli. Genel hayatı etkileyen afetler diyor yani. Ona göre kaymakam vali her tür fabrikaya iş makinesine vince el koyabilir, askere emir verebilir, yurttaşlar insanlar için yapabilecekleri için sınır koymayan bir yetki. Talimat beklemeden üstelik. O 10 ilin valileri kaymakamları, 04.17 de deprem olduktan sonra kapsamı anlamak için bir saat geçirdiklerini varsaysak, saat 05.17 de o illerde ayakta kalan herkesi, Malatya’daki 2. Ordu dahil, iş makinelerini işe koşabilirdi komşu illerden yardım isteyebilirdi. Talimat beklemeseydi. Ama ne mümkün! Biz işler hızlı hallolsun diye bütün yetkileri yalnız bir kişiye devretmiş bir memleketiz. Ona bağlı olan tüm kademelerdeki tüm yetkisizlerin kendi kararıyla hareket etmekten ödü kopuyor. Talimat beklemeselerdi yüzlerce araç, iş makinesi, binlerce asker, sahra mutfakları, sahra hastaneleri kurulabilir, en azından gelecek yardımı organize edecek alt yapı oluşturulabilir, binlerce hayatın kurtarılmasına zemin sağlanabilirdi. Biz 1999, 17 Ağustos depremini yaşamışız bir milletiz üstelik. Orada kimse var mı? diye haykırdık gece uykularımızda. Ceset torbası, seyyar tuvalet, palet diye sayıklamaya başlıyoruz deprem duyunca. O çöküntünün altında bile bu kadar kalmamıştı o devlet. Orada, 6 saat sonra asker emir beklemeden sahaya girmiş balık adamlarla bile arama kurtarmaya başlamıştı. Tarafımız belli: darbe ve ordunun canını aldığı kuşakların ahfadıyız. Ama! Belki de tek hayat kurtaracağı vakittir bu. Sınır ötesi operasyonda olmasa belki de. Barış herkese lazım acı çok acı öğrenmedik mi? Ve görmedik mi bugün iktidarına şirk koşulur diye telefonu kaldırıp askeri sahaya sokun diyemediklerini.
HUZUR VE UTANÇ
Biz bu yıkıntıya bakınca insanları görüyoruz, insanların acılarını. Biziz o enkazın dibinde oturup enkaz altında soğuktan yardıma gelmedikleri için ölen kızımızın elini tutan. Sanki bıraksak ölecek gibi. Biz: Bir emekli öğretmen olarak, 30 yıldır devletime hizmet ettim, vergi verdim, bir gün devletim benim yanımda olacaktı. Neden olmadı? diye haykırıyoruz. Biz cenazemizi arabamıza koyuyoruz, sakince konuşuyoruz. Muhabirin yiyecek verelim amca teklifine toklukla ‘Sağol kızım, Allah razı olsun, ihtiyacım yok!’ diyoruz, biz enkazın altında bir video ile vasiyet yazıyoruz, ölüm tehlikesi altında içimize dert olan yardım parası. ‘Hakkınızı helal edin! Bir sürü insanın bende hakkı var. Mustafagile 2500 borcum var. Kimsenin hakkını koyman bende, insanlara yardım edin. Yardım parası var bende: Mırık Ahmed’in çocuklarının. Onu ödeyin.’ Bizim insanımızın haksız yere üzerinde kalacağını, hak geçeceğiniz düşündüğü paralar bu: tam iki bin beş yüz lira. 30-40-50 bin lira maaşları ile yardım kuruluşlarının tepelerinde CEO olarak oturup, bir de işledikleri günahlar huzursuz ettiği için üzerine huzur hakkı parası alanlar, çadır fabrikası olan Kızılay’dan daha ilk gün oraya çadır yığamayanlar, insanları soğuktan öldürenler utanır mı, korktukları bir Allah var mı? Sanmam.
GEREKSİZ NEZAKET
Onlar, en tepedekinden en alttakine, o enkaza bakınca bizim gördüğümüzü ve insanları görmüyorlar. Bir inşaat sahası görüyorlar. ‘Abartıyorsun yok canım bu kadar da olamaz’ demeyin. Borsada yükselen çimento-inşaat şirketlerinin hisselerine bakın. Depremlerin ardından rantsal dönüşüm yasalarını çıkarıp, fakirin fukaranın denize bakan gecekondularına el koyup, onları evlerinden depremlere getirmedikleri kepçelerle sürüp, inşaat ile paraya para demeyen bunlar değil mi?
Deprem bölgesinde yağma var diyorlar. Görüntüde açılmamış bir marketin kilitlerini kırıp su almış, yiyecek almış birkaç depremzede. ‘Açık olsa paramızla alacaktık’ diyor insanlar. Bu halk o marketleri baştan aşağı indirmiyor, o bölgeye gelmiş koltuk ısıtmalı konvoylarınızı ateşe vermiyorsa, enkaz kalıntısı ile sizi taşlamıyorsa gereksiz nezaketindendir. Ha bir de onu 5 gün enkaz altında bırakan devletin başını kaldırdığı an, saniyesinde tepesine bineceği tecrübeyle sabit olduğundan.
TARİHE NOT
Deftere yazacaklarmış. Mümkünse en başa yazın. En başa tutturun adlarımızı. Adlarımız yazdırmak için sıraya girecek vaktimiz yok. Ama benim anladığım bizim canımız pazardayken sizin değil, deri koltuklarınızda oturup, bir halk soğuk ve açlıkla boğuşurken defter tutacak zamanınız var. Bugün biz bu enkazın altındayız ve kurtarın çığlıklarımıza gelmediniz ama yarın sizi tarihin enkazına gömüp arkamızı dönüp yalvarışınıza aldırmadan gideceğiz. O defter bu hesap sorulmadan hesaplaşılmadan kapanmayacak. Bir de bunu not ederseniz…