Jammerossi

Merak ettiğim konu, bundan 34 yıl önce yok olmuş bir ülkede yaşama fikrinin bugün Türkiye’de yaşayanlar açısından nasıl görüldüğü...

Bundan üç gün önce İngiliz Independent gazetesinde bir haber okudum. Bazen böyle şeyler yapıyorum; okuyorum. Genelde “seyreden” bir toplumda okumak eski moda bir davranış bozukluğu olarak görülebilir ama hangimiz düzgünüz ki?

Haberde, Yemen’deki Husilerin Umman Körfezi’ndeki Amerikan bandralı bir petrol tankerine yaptığı başarısız roket saldırısının ardından petrol fiyatlarında %4’lük bir artış olduğundan ve başbakan Rishi Sunak’ın bu saldırılar devam ederse genelde enerji fiyatlarının %25 artabileceği kaygısı taşıdığından bahsediyordu.

Aklıma ilk gelen şaka şöyleydi: “Arabanızın fiyatını iki katına çıkarmak ister misiniz? Deposunu doldurun!” Bu şaka aslında bana ait değil (zaten içinde zekâ barındıran bir şeyi vücudum almıyor.), hatta yeni de değil. Bu eski bir Doğu Alman şakası. Trabant model dandik arabalarının ne kadar değersiz olduğunu belirtmek için söylerlerdi. Burada durum farklı ama şaka gene de uydu.

Ben yaklaşık bir buçuk yıl Doğu Almanya’da yaşadım. Gerçi ben gittiğimde artık Doğu Almanya diye bir ülke yoktu ama birleşmenin üzerinden fazla da zaman geçmemişti. Birçok alışkanlık ve buna eşlik eden şaşkınlık hali devam ediyordu. Yaşadığım Dresden şehrinde ilk defa McDonalds’ın açıldığına şahitlik ettim. Yaklaşık 100 – 150 metre kuyruk vardı kapısında. Bir habere göre haftalık stoklarını beş saatte tüketmişlerdi. O gün o sıraya girenler şimdi McDonalds hakkında ne düşünüyorlardır acaba?

Doğu Alman şakasıyla birlikte aklıma bir soru takıldı: Acaba Doğu Almanya eskisi gibi devam etse bugün yurtdışına yerleşmeye giden ülkemiz insanlarından oraya yerleşmek isteyen olur muydu? Tahmin edersiniz ki hiçbir şey uzaktan göründüğü kadar kötü veya güzel değildir. Bir yeri turist olarak görmekle orada yaşamak arasında çok büyük farklar vardır.

Ben iyisi mi size bazı bilgiler vereyim, siz de bu hipotetik soruya bir yanıt verin. Merak ettiğim konu, bundan 34 yıl önce yok olmuş bir ülkede yaşama fikrinin bugün Türkiye’de yaşayanlar açısından nasıl görüldüğü. Başlayalım…

- Doğu Almanya’da bütün kreşler ve okul öncesi eğitim bedavaydı. Buna yemekler de dahil. Buralarda bireysellik yerine kollektif düşünce aşılanırdı. (Bizim yemekler daha iyi diyerek lafı çevirmek de mümkün tabii.)

- Emziren anneler fazla gelen sütlerini süt bankalarına bağışlardı. Bu sayede zorluk çeken annelere bu sütler dağıtılırdı. Özellikle öksüz çocuklar öncelikliydi. Kayıtlara göre sadece 1989 yılında 200.000 litre süt bağışı yapılmış. (Biz daha fazlasını yaparız aslında ama deprem olmasını bekliyoruz. Gerçi oraya da destek ilk beş – altı ay kadar. Allah’tan devletimiz şefkatli kollarıyla depremzedelerimizi sarıp sarmalıyor.)

- Geri dönüşüm hem çok önemli hem de büyük bir iş koluydu. Çocuklar geri dönüşüm malzemeleri toplar ve bunun karşılığında para alırlardı. (Kâğıt toplayıcılarımızın Doğu Alman kültürünü yaşattıkları bir gerçek.)

- Sovyetlerin etkisiyle çok güçlü bir spor geleneği vardı. 1980 Olimpiyatlarında 47 altın madalya aldılar. (O dönem nüfus 16 milyondu.) Lakin, burada gerçekçi olmak da lazım. O dönemde Doğu Bloku ülkelerinde doping yaygındı. (Biz ise adamların beş katı nüfusla, katıldığımız tüm olimpiyatlarda 41 altın madalya aldık. Öte yandan, sadece beş sporcumuz dopingli çıktı. Bu gurur bize yeter.)

- Devletin dini yoktu. Hatta sorsanız çoğu ateistti. Öte yandan Hristiyanlık geleneklerine izin veriliyordu. Örneğin, Komünyon ayininin yerini Jugendweihe dedikleri Gençlik Kutsaması almıştı. Bu bir anlamda laik bir reşit olma töreniydi. (Adamlar dinsizken bir kılıfına uydurup inananlara bir ortak yol bulmuşlar. Bugünkü Türkiye’de müslüman ve Sünni olmayanların yaşadığı özgürlüğün yanında tabii ki çok geridelermiş.)

- Kadınlar çalışmaya teşvik edilirdi. Her alanda erkeklerle birebir eşit ücret alırlardı. Çalışan kadınlara ücretsiz çocuk bakımı hizmeti de bedavaydı. (Aynen bizdeki sistem!)

- Doğu Alman müzisyenler sadece Almanca şarkı söylerlerdi. (Halbuki günümüzde Türkiye’deki şarkıcılarımız sürekli yabancı dillerde şarkı söylüyor.)

- Kapitalist propaganda yaptığı düşünülen filmler sansüre uğrardı. Maksat ideolojinin zarar görmemesi tabii. (Bizde sansür denen sistem neredeyse yok derecesinde olduğu ve hüküm süren ideolojiye karşı herkes rahatça fikrini söyleyebildiği için bu nokta bize pek uymayabilir.)

- Trabant efsane bir arabaydı. Küçük, iki kapılı ve dandik. Bu arabayı almak için ortalama 10 yıl beklemek gerekiyordu. Bir de Wartburg vardı. Trabant’ın bir – iki seviye üstü, dört kapılı ve daha az arıza yapanı. Onun için ise 20 yıl beklemek lazımdı. (Oysa hemen her Türk vatandaşı milli gururumuz TOGG’a istediği an ulaşabiliyor.)

- Coca Cola’nın yerine Vita Cola yaygındı. Daha az şekerli, daha çok limoni bir versiyonu. Bugün de Vita Cola satılmakta ve eski Doğu Alman topraklarında Pepsi’den daha yüksek bir Pazar payına sahip. Bir de sonradan Club Cola çıktı ama hala satılıyor mu, bilmiyorum. (Coca Cola yerine Kristal Cola veya Cola Turka tercih edenler parmak kaldırsın.)

- Doğu Alman gizli polisi Stasi’de 90.000 kişi çalışıyordu. Tahmini 250.000 kişi Stasi’nin izleme ve gözetlemesiyle hapse düşmüştür. Bugüne kalan dosyalar bile 111 km’lik bir raf alanını dolduruyor. (Bu konuda yorum yapsam mı acaba?)

- Doğu Almanlar Kızılderililere tutkundu. Onları işgalci kapitalistlere karşı bağımsızlıkları için savaşan baskı altında ama cesur bir toplum olarak görürlerdi. Kızılderililerde şahsi mülkiyet kavramının olmaması da artı bir noktaydı onlar için. Hatta Doğu Alman film yapımcıları Kızılderilerin kahraman olduğu Western filmler de çektiler. (Her daim kazananların yanında olmanın neresi sorunlu, anlamıyorum. Bizler Rambo’nun askerleriyiz!)

- 1974 yılına kadar kot pantolon sadece kaçak olarak ülkeye giriyordu. Nietenhosen dedikleri ve gençler arasında yaygın olan çivili, vidalı pantolonla okula, dans salonlarına girmek yasaktı. (Bizde böyle bir sorun yok şansımıza. Sadece şort, kısa etek, dekolteli elbise, puşi, esprili T-shirt falan giymemek ve üstünüzde gökkuşağını çağrıştıran renklerde bir şeyin olmaması hayrınızadır.)

- Doğu Almanya’da mizah genelde sosyal eleştiri barındıran, politik hiciv üzerineydi. Hükümet bununla ilgili Şaka Operasyonu adıyla bir operasyon düzenleyip sokakta yapılan şakaları dinlemeye ve kaydetmeye başlamıştı. Bu yolla yıllarca hapis yatanlar oldu. (Bizde özel bir operasyon düzenlendiğini hiç duymadım. Para cezası, yayın yasaklama, tutuklama gibi işlemler için sokakta adam kovalanmıyor. Tek yapılması gereken, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) vatandaşlarımızın ihbarda bulunması. Başka türlüsü barbarlığa girer çünkü.)

- Pul koleksiyonculuğu çok yaygındı. Ulusal Filatelist Birliği’nin 70.000 üyesi vardı. (Bizim gençliğimizde “Gel, sana pul koleksiyonumu göstereyim” demek başka anlamlara gelirdi.)

- Hem özel hem de devlete ait çiftlikler vardı. Her ikisi de kollektif olarak işletilirdi ve çalıştırılırdı. Özel çiftliklerin çoğu sivil halkın kurduğu kooperatiflerdi. (Bizdeki sistem daha iyi bir kere. Neresi iyi derseniz, söylemeyeceğim; kendiniz araştırıp bulacaksınız bir zahmet.)

- Çalışmak her vatandaşın hakkıydı ve devlet talep eden herkese bir iş bulmakla mükellefti. İşsizlik oranı %0’dı, yazıyla yüzde sıfır. Gerçi bu çalışanların %15’i gerçek bir işe sahip değildi. (Bankamatik memuru diye bir tanım duydum geçenlerde, o ne?)

- Konutlandırma sorunu bizdeki TOKİ benzeri büyük plakalarla yapılan – ki hala ayaktalar ve halk buralara komünist blokları diyor – birbirinin aynı toplu konutlarla çözülmüştü. Hemen herkese ev verilmiş ve kira ücretleri dondurulmuştu. (Bizim sistemi 50-60 yıl öncesinden taklit etmiş afacanlar ama tam da becerememişler; kira dondurmak neyin nesi?)

- Askerlik zorunluydu. 18-26 yaş arasında yapılması gereken 18 aylık hizmet süresi vardı. Vicdani retçiler ise Ulusal Halk Ordusu’na (Nationale Volksarmee) katılıyor ve ellerine silah almıyorlardı. Onun yerine inşaat gibi işlerde çalışıyorlardı. (Her Türk asker doğar. Bizde istisnasız herkes güle oynaya askere gider. Bizde vicdani retçi yoktur, olamaz, olmamalıdır. Burada bir anlık ciddi olacağım. Türkiye’de askerlik yapan gençlerimizin neler çektiğini ve içlerindeki vatan sevgisinin ne kadar çok olduğunu tabii ki biliyorum. Öte yandan, bu gençlerimizin bir bölümü gerçekten askerlik yapmaya müsait değiller. Bu vatana eli silah tutmadan da hizmet verebilecek gençlerimiz var. Bu insanları daha doğru bir düzenlemeyle en fazla katkı yapacakları ihtiyaç bölgelerinde tutsak daha iyi olmaz mı? Yazık değil mi canları pahasına vatanı koruyan bunca gencimize.)

- Üretim Doğu Almanya için hayatiydi. Ülkenin hemen her köşesinde devasa fabrikalar kurulmuştu. İmalat öncelikliydi. (Adamlardaki vizyonsuzluk böyle bir şey işte. Biz ekonomimizde üretimi azalttık ve bak, harika bir seviyedeyiz.)

- Mosaik diye bir çocuk dergisi vardı. Burada basit tarih, bilim, coğrafya bilgileri de verilirdi. (Bizim zamanımızda Milliyet Çocuk vardı ve ben her hafta mutlaka baştan sona okurdum. Şimdilerde durum ne bilmiyorum ama sanırım klasikleri çizgi roman olarak çocukların dilinde yayınlayan pek yok sanırım.)

- Cinsel serbestlik hakimdi. Özellikle bu konulara girecek bir kilisenin olmaması bu serbestliği daha da yaygınlaştırmıştı. Bir de Doğu Almanya’nın çıplaklar kampları meşhurdu. Özellikle göl kıyılarının belli bölgelerinde FKK (FreiKörperKultur- Özgür Vücut Kültürü) işareti gördüğünüz noktadan itibaren üstünüzdekileri çıkarmaya başlamanız gerekiyordu. (İşte sadece bu maddeye tav olup Doğu Almanya’ya koşarak gitmeye can atacak bir sürü insan çıkacaktır cennet vatanımızdan.)

Doğu ve Batı Almanlar sürekli bir çekişme halindeydi. Doğular, Batılılara bizdeki Herbokolog anlamında her şeyden anladığını iddia edenlere takılan Besserwisser lakabıyla sesleniyordu. Batılılar için ise Doğu Almanlar Jammerossi’ydi. Sürekli yakınan ve pişmanlık çeken Doğulu.

Sizce biz hangisine daha yakınız?