Tırışkadan Nağmeler

Karısının boşanmak istediği bir erkek gerçekten seviyorsa ne yapmalı? Artık her boşlukta bir silah, bir savunma kalkanı olarak kullandığı söylemi bırakıp, o sözcüğün anlamını hayata geçirmeli.

Sevgimli Vatandaşlar,

Size sevgili yerine sevgimli diyorum çünkü ortada sevgi adına emin olduğum tek şey benimki. Bir bölümünüz uzundur sevgi ile arasına mesafe koymuş gibi duruyor. Sanki aranızda seviyeli bir ilişki varmış ve bu seviyeye ulaşmak için saatlerce kuyu kazmamız gerekiyormuş gibi. Şimdi, politik doğrucu diğer kişiliğim devreye girip “Bak evladım” dedi ki bana çocuk muamelesi yapılmasından hoşlanmadığımı en çok kendisi bilir, “Hiçbir zaman okuru karşına alma. Ne zaman ki buna yeltenenler oldu, hep kendileri kaybetti. Karşındakine derdini sevgi sözcükleriyle, yumuşak yumuşak, ponçik ponçik anlatmalısın. Onları yanına almalısın”.

Ben de birçok kişilik bulunmakta. En gıcık olduğum bu politik doğrucu olanı. Karım bu durumun her insanda olduğunu ve insanların farklı ruh hallerinde birbirinden ayrı kişilik özellikleri gösterdiğini söylüyor ve devam ediyor: “Tabii bu gerçek, senin ruh hastası olmadığın anlamına gelmiyor.”.

Madem durum bu, ben de baştan alayım…

Sevgimli Vatandaşlar!

Size sevgili yerine sevgimli diyorum çünkü ortada sevgi adına emin olduğum tek şey benimki. Sizlerin içinden fışkıran sevginin bana yönelik olup olmadığı hakkında pek bir fikrim yok ama teveccühünüze bir parça nail olabilirsem ne mutlu bana. Sevginizin kime yönlendiğini tabii ki en iyi siz bilirsiniz ama benim sosyal medyadan ve asosyal medyadan gördüğüm kadarıyla en çok Mustafa Kemal Atatürk’ü seviyorsunuz. O kadar çok seviyorsunuz ki adını anmadığınız bir an, bir konu, bir hadise, bir örnek bulunmamakta. Hakikaten takdire şayansınız!

Her nedense bu aralar çocukken oynadığımız bir oyun aklıma geliyor sık sık. Bir sözcüğü aralıksız defalarca tekrarlardık ve sonunda o sözcük şekil değiştirirdi ve biz de bununla çok eğlenirdik. Misal, arka arkaya Burak deyince sonunda ismim “Vrak!” haline dönerdi. 5-6 yaş için epey eğlenceli bir durumdu bu. Büyürken ara sıra aklıma geldiğinde oynamaya devam ettim. Aşk sözcüğü “kaş”a dönüşünce hafif canım sıkıldı. Emek ise halk ağzında iri sıçan anlamına gelen “keme” sözcüğüne dönüşünce rahatsız oldum. Ve nihayetinde fark ettim ki, bir şeyi mütemadiyen tekrarlayınca çoğunlukla anlamını yitiriyor ve çoğu zaman tatsız bir anlama dönüşüyor. Bu sözcüğü tekrarlayan için de duyan için de aynı sıkıntı. Zaman içinde o sözcüğün anlamından ve sizin için ifade ettiği neyse ondan uzaklaşmaya ve hatta o anlama yabancılaşmaya başlıyorsunuz. Bazen durum, her sıkıştığında karısına “seni seviyorum” diyen kocanın karısı tarafından işitilmemesine ve hatta kocasından şüphelenmesine yol açıyor. Kocası sevgisini göstermek yerine söze dökmenin gevşekliği ile durumu kurtardığını düşünebilir tabii. Genelde bunu binlerce kez duymuş olan karısı bıkmıştır; içten söylendiğinde ruhunu kanatlandıracak bu cümle artık aşınmış ve değerini yitirmiştir. Karısı da bir süre sonra yine iki kelimeden oluşan bir başka cümleyi kullanmaya başlar: Boşanmak istiyorum.

Karısının boşanmak istediği bir erkek gerçekten seviyorsa ne yapmalı? Artık her boşlukta bir silah, bir savunma kalkanı olarak kullandığı söylemi bırakıp, o sözcüğün anlamını hayata geçirmeli. Bir kelime daha etmeden bu sevginin gereklerini yapmalı.

Eğer adam arkadaşlarıyla bir pavyona gidiyorsa, pavyondan biriyle çıkıp bir otel odasına giriyorsa, arkadaşları bunu fark edip onu telefonla arıyor ve kendine gelmesini söylüyorsa, o saatten sonra “Ben karımı seviyorum” deyip oteli terk etse ne olur, terk etmese ne olur? Adama sormazlar mı, madem seviyordun, işi bu noktaya niye getirdin diye?

Bu sefer, boş laf sevmeyen ve her konuya doğrudan giren bir diğer kişiliğim devreye girip “Ne diyeceksen de artık birader” dedi ki içimde var olan birisinin bana çıkışmasından hoşlanmadığımı en çok kendisi bilir, “Bunca analoji yetmedi mi? Sen sadede gelene kadar Üsküdar’da sabah oldu!”. Karım bazen benim iç sesimi duyar. Bana koyan, diğer kişiliklerimle bir olup bana ayar vermesi: “Boş yapma artık!”.

Tamam öyle olsun…

Sevgimli Vatandaşlar!

Size sevgili yerine sevgimli diyorum çünkü ortada sevgi adına emin olduğum tek şey benimki. Anladığım kadarıyla siz de sevgi dolusunuz ve sanırım sevginizden eminsiniz. Her mecrada dile getirdiğiniz gibi Atatürk’ü çok seviyorsunuz. O halde bunu söylemekten çok, ya da vazgeçtim, en azından söylediğiniz kadar onun size gösterdiği anlayışı, onun sizin kucağınıza hazırlop şeklinde bıraktığı değerleri hayata geçirseniz ne güzel olur. Misal, gençlerin önünü açın. Misal, inancınız size kalsın. Misal, sızlanmak yerine el ele vererek aklın gücüyle çareler üretin, birlik olun, cehalete savaş açın, bilimi önde tutun, birtakım sözde değerleri kendinize paravan yapmayın, işin kolayına kaçmayın, ancak hep birlikte ayakta kalabileceğimizi unutmayın, sanata ve sanatçılara değer verin, barışçıl olun, vesaire, vesaire.

Sürekli Atatürk adını kullanarak bir yere varamıyoruz. Buna harcadığımız zamanı ve emeği onun değerlerini yaşatmaya harcasak şu anda ne ona ayyaş diyenler baştaydı ne her köşede pıtrak gibi bir cemaat evi bulunmaktaydı ne de gözbebeğimiz dediğimiz spor takımlarımız pavyona gitmeye cesaret edebilirdi. Pavyon mu dedim, pardon, Suudi Arabistan diyecektim. Sonuçta her iki durumda da gidilen yerin nasıl bir yer olduğu malum. Yani, ben kendimi bildim bileli adamlar Atatürk’ten nefret eder, laik değildirler, cumhuriyetten rahatsızlardır ve hatta ülkelerinde Türklerden kurtuldukları günü bayram olarak kutlarlar. Kısacası, ayıyla yatağa girersen bu pençe izleri nerden çıktı diye sormayacaksın. Sen ilk baştan bu pavyona niye gittin? Peki, arkadaşların üzerinde baskı kurmasa o yatağa girmeyecek miydin?

Her nedense küçükken bizim mahallede bizim üst komşudan duyduğum bir laf geldi aklıma. Bunun kocası çok içerdi ve hemen her gece eve çok geç gelirdi. Bu kadın ise gündüzleri hava müsaade ettiği sürece balkonda oturur ve etraftaki kadınlarla yüksek sesle sohbet ederdi. Bazen konu kocasının bir akşam önce nasıl bir mazeret bulduğuna gelince kadın aşağı yukarı hep aynı şeyleri söylerdi: “Yok efendim işyerinde birisinin doğumgünü varmış, yok efendim patron çok çalıştıkları için bunları yemeğe götürmüş… Tırışkadan nağmeler!”