Ateş sadece düştüğü yeri mi yakar?
Cumartesi Anneleri AYM kararına rağmen üç haftadır gözaltına alınıyor. Seçime haftalar kala bizden oy isteyen siyasi partiler görmüyor, duymuyor, söz etmiyor
Cumartesi Anneleri’ni bilirsiniz. Devlet görevlileri tarafından gözaltına alınan ve bir daha kendilerinden haber alınamayanların, yani kayıpların anneleri, eşleri, kardeşleri, çocukları, yeğenleri olan kadınlar.
Gözaltında kaybedilme olayı sadece Türkiye’nin problemi değil. Dünyada otoriter, faşizan ya da doğrudan faşizmle yönetilen ülkelerde sıkça kullanılan bir yöntem. Ama politik literatüre 1976-1983 yılları arasında Arjantin’de süren faşist diktatörlükle girdi. Arjantin’deki faşist diktatörlük sırasında 30 bin insan kaybedildi (kimilerine göre daha da fazla). Bu insanların büyük bölümü askeri kargo uçaklarıyla yüzlerce metre yükseklikten okyanusa atıldı. Kaybedilenlerin yakınları diktatörlüğün ikinci yılında (1977) başkent Buenos Aires’teki Mayıs Meydanı’nda eylemler yapmaya başladı. Plazo de Mayo Anneleri olarak anılmaya başlandılar. Başlarında beyaz başörtüleriyle evlatlarına, eşlerine, onların çocuklarına ne yapıldığını soruyorlardı. Çünkü kaybedilenlerin bir bölümünün bebekleri, küçük çocukları vardı. Filmler, belgeseller yapıldı, romanlar yazıldı. Korkunç bir olaydır.
Sadece Arjantin’de değil, 1960’lardan sonra Latin Amerika ve Asya ülkelerinde otoriter ve faşist yönetimler tarafından sistematik olarak ‘gözaltında kaybetme’ politikası uygulandı. Bu nedenle 1980’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu içinde gözaltında kayıplarla ilgili bir çalışma grubu kuruldu.
TÜRKİYE’NİN İMZALAMADIĞI SÖZLEŞME
1999’da Birleşmiş Milletler Zorla Kaybetmelere Karşı Herkesin Korunması’na ilişkin bildirgeyi kabul etti. 2006 sonunda bir sözleşme olarak kabul edildi. Türkiye ise sözleşmeye imza atmadı. Neden?
Çünkü Türkiye’de de gözaltında kayıplar var. Öyle böyle değil. Cumhuriyet kurulmadan önce de cumhuriyet sırasında da. Ama sistematik hale gelmesi 1980’lerden başlıyor. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından gözaltına alınan devrimcilerin bazıları gözaltından çıkmadı. (Bunlardan biri abim Hayrettin Eren idi, bir diğerinin tanığıyım çünkü o sırada gözaltındaydım; Mustafa Hayrullahoğlu.) Ama esas hikâye ‘demokrasi’ye geçildikten sonra başladı. 80’lerin sonu ve 90’larda yüzlerce insan gözaltına alındı ve kaybedildi. Özellikle 90’larda bu, bir devlet politikası haline geldi.
HASAN OCAK VE MÜCADELE BAŞLIYOR
1995’te Hasan Ocak adlı sosyalist gencin gözaltına alınması, bunun devlet tarafından reddedilmesi, ailesinin ve arkadaşlarının mücadelesi, Hasan Ocak’ın işkence edilmiş cesedinin kimsesizler mezarlığında bulunması, gözaltında kayıplara karşı mücadelede bir dönüm noktası oldu.
Mayıs 1995’te kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları Galatasaray Lisesi önünde cumartesi günleri oturmaya başladı. İlk başta büyük şiddet gördüler ama bir süre sonra kamuoyunda Cumartesi Anneleri olarak anılmaya başladılar. Cumartesi Anneleri’nin eylemi başladıktan sonra aslında olayın ne kadar vahim olduğu ortaya çıktı. Özellikle Kürtlerin yaşadığı illerden insanlar gelmeye başladı. Yüzlerce insan kaybedilmişti. Devlet, hükümet, bakanlar ne varsa hepsini reddediyordu. Onlara göre yok olan, buharlaşan insanlar hiç gözaltına alınmamıştı. Hala da öyle.
O ünlü 28 Şubat döneminde Cumartesi Anneleri’nin eylemine yönelik baskılar artmaya başladı. Baskılar dayanılmaz boyuta ulaşınca 1999’da eylemlere ara verildi. On yıl sonra 2009’un başında yeniden Galatasaray’da oturma eylemleri başladı. Arada gerilimler yaşandı, o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan önce “kullanılıyorlar” dedi. Tepkiler üzerine Dolmabahçe’deki ofisinde Cumartesi Anneleri’nden oluşan bir heyet ile görüştü.
Buraya kadar içinde ailemin de bulunduğu vakanın özeti. Aradan yıllar geçti. Yakınlarımız hala yok. Onlara ne olduğunu biz de biliyoruz, devlet de. İsteğimiz, kaybedilen yakınlarımızın nerelere gömüldüğünün açıklanması, sorumluların gerçekten adil mahkemelerde yargılanması. Bu kadar.
MEZAR VE ADALET
Annem dahil birçok anne “Bir kemiğine razıyım” diyerek öldü. Hiçbir sıfat eklemeden talep bu.
Bu taleple Galatasaray’da oturan bizlere 2018’de, oturmalarımızın 700’üncü haftasında durup dururken büyük bir saldırı oldu. Polis daha oturma eylemi başlamadan Galatasaray’a gelenleri gözaltına almaya başladı. Zor kullanarak, döverek, plastik mermi ve kimyasal gaz kullanarak. 50’ye yakın insan gözaltına alındık. İfademiz alındı, aynı günün akşamı serbest bırakıldık. Ardından hakkımızda dava açıldı. Hala yargılanıyoruz.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, eylemi bizzat kendisinin yasakladığını söyledi ve “Eminönü’nde gezerken kaybedilmediler” türünde bir cümle kurarak yüzlerce kaybetme olayını üstlendi.
Ama arada önemli bir gelişme oldu. Gözaltına alınanlardan Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, olayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Anayasa Mahkemesi oy birliği ile ‘Galatasaray’da her hafta yapılan eyleme müdahalenin anayasal bir suç olduğuna’ karar verdi.
ANAYASA MI, O DA NE?
Kayıp yakınları bu kararın ardından 2018’den bu yana polis ablukası altında olan, sadece Cumartesi Anneleri’ne ve onlara destek verenlere değil, tüm vatandaşlara yasaklanan Galatasaray Meydanı’na yeniden gitmeye karar verdi. Üç haftadır gidiyorlar, gözaltına alınıyorlar. Kelepçeleniyorlar, polis otobüsünde saatlerce tutuluyorlar, eziyet görüyorlar, ifadeleri alınıyor ve akşama doğru bırakılıyorlar.
Avukatlar Beyoğlu Kaymakamlığı’na, İstanbul Valiliği’ne soruyor. Eylemin yasaklandığına dair bir karar yok. Anayasa Mahkemesi kararı var. İstanbul Emniyet Müdürlüğü büyük bir keyfiyetle gözaltına alıyor bizleri. Doğrudan suç işleniyor.
Daha da vahimi oluyor. Mesela bu hafta bir polis, “Size devleti yedirmeyeceğiz” diye bağırdı. Devletin evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini, babalarını kaybettiği insanlara söylenen söz... Devletin bütün maliyesi, yani kendisi fiilen yenirken söylenen söz… Ne tuhaf.
Tuhaflığın bir başkası da şu: Seçimler nedeniyle artık rutine binen bu gözaltılara alışmak. İki hafta sonra her şey bitecekmiş gibi. Artık bir muhalefet biçimine dönüşen tweet atmaktan bile üşenmek ya da tüm bunlara karşı olduğunu söyleyen, ama bizden oy isteyen siyasetçilerin ilgisizliği…
Bakın anlattığım şu: Bir gün, bir yakınınız gözaltına alınıyor bir nedenle ve bir daha kendisinden haber alamıyorsunuz. Tabii ki adalet istenecek. Aradan geçmiş onlarca yıl.
Cumartesi Anneleri’nin bu eylemleri sadece yakınlarının akıbetini sormak için yaptığını mı sanıyorsunuz?
Bir daha olmasın diye yapıyorlar.
Yani sizin de başınıza gelmesin diye.