Deprem, rant ve şahsım
Umarım birileri iktidarlarını “az insan öldü” yalanıyla sürdürmeye çalışmazlar. Çalışmaya niyeti olanlar 99’daki iktidarın sonuna baksın!
Hepimizin başı sağ olsun, geçmiş olsun kalanlara. 1999’daki Marmara depremlerini bugün gibi hatırlamak için birçok nedenim var. Bu mevzuya bir sonraki yazıda döneceğim. Önce şunu söylemek gerekiyor, yaşanan hakikaten büyük bir felaket. İnsanlık için büyük felaket, insan olduğunu hatırlayana…
Resmî rakamlara göre 6 binin üzerinde bina yıkılmış, bu binaların yüzde 90’ına yakını konut ve çok katlı yapılar. Ayrıca bu tür durumlarda ilk açıklanan resmî rakamların gerçeği yansıtmadığını, gerçek tablonun çok daha vahim olduğunu deneyimlerimizden biliyoruz. 99 depreminde sosyal medya yoktu, cep telefonu daha yeni yeni kullanılıyordu. İlk çöken şeylerden biri ev telefonlarıydı. Milyonlarca kişi aynı anda birbirinden haber almaya çalışıyordu.
Sosyal medyadan yayılan görüntüler ve çığlıklar, çaresizlik hali hepimizin yaşadığı şey. Bu kadar büyük bir felakette (Marmara Depremi’nden çok daha büyük bir alana yayılan felakette) aksaklıkların olması normal. Ama bu kadar büyük beceriksizlik bir insanlık suçudur.
İNSANİ HASLET VAR MI?
Devletin başında olan ama aynı zamanda bir partinin başında olan ve her fırsatta partisi ile ittifak halinde olduklarının dışındakileri düşmanlaştıran şahıs, ilk başta gözümüze soka soka sadece AKP’li olan belediyeleri aradığını açıkladı. Yirmi yıldır birlikte yaşadığımız için artık nelere “Allah’ın lütfu” diyebileceğini tahmin ediyorum.
Hiçbir insani hasletleri olmadığını biliyoruz. Kendileri ve iktidarları için her şey mübah. Ahmet Şık’ın mahkemede haykırdığı gibi “organize kötüler”. Altı bin enkaza onar kişilik ekip gönderseniz 60 bin kişi eder, bu kadar uzmanı anında sevk edilebilecek kurtarma ekibi var mıdır? Vardır. Hatta daha fazlası olmalıydı. Ama her yere sirayet eden liyakatsizlik orada ne durumda, tam bilemiyoruz.
Ordu meselesi daha acayip. Asker yok diye isyan ediliyor. Asker, polis muhalifi ezmek için var. Belli ki kızacaksınız ama mesele sadece Erdoğan iktidarı değil. Böyle örgütlenmiş bir devlet, başında kim olursa olsun aynı haltı yer. Çare sadece seçim mi? Emin değilim.
BU KADAR DENEYİME RAĞMEN ÇUVALLAMA
Büyük bir deprem deneyimine sahibiz, iktidarlardakiler de inşaat deneyimine. Ama ikisinde de çuvalladık. Deprem deneyimi bizim, inşaat onların.
Yönetenler çuvalladıklarının farkındalar. “Eksiklikler olabilir” demeye başladılar tüm dünyanın gözü önünde yaşanan çuvallama için. Ama esas olan depremden sağ kurtulanların, deprem bölgesinde yakınları olanların yaşadıkları için.
Bunu kendilerince gizlemenin tek yolu, sadece kendilerinin verdiği bilginin kamuoyu tarafından bilinmesini sağlamak. İlan edilen olağanüstü hal bir kez daha büyük bir keyfiyetin yolunu açtı. Yardım kamyonları, ‘hayır, sadece biz yardım ederiz’ diyerek kesiliyor. Bölgeye giden sivil yardımlar durdurulmak isteniyor. ‘Çözersek biz çözeriz’ deniliyor.
HAKARET VE TEHDİT
Artık dayanılmaz olan yaşanıyor. Şahıs “Bunun yanında üzerinde bulunan makamın sorumluluğu olmamış olsa bugün böyle konuşmam, çok daha farklı konuşurum” diyor. Ardından aksilikleri dile getirenlere “Haysiyetsiz”, “Namussuz”, “Şerefsiz” diye saydırıyor. Bulunduğu makamın sorumluluğu olmasa ana avrat küfredecek. Bu dönemin “birlik, beraberlik dönemi olduğunu” söylüyor. Ama en içten duygularla deprem bölgesine koşanlar engelleniyor. “Sadece benden olursan” denilmek isteniyor. Doğrusu denilmek istenmiyor, deniliyor.
GAZETECİLİK!
Sorun, enkazın altına süpürülerek yokmuş gibi sayılmaya çalışılıyor. İlan edilen olağanüstü hal gerekçesiyle “turkuvaz” kartı olmayan gazeteciler deprem bölgesinden uzaklaştırılmaya çalışılıyor, gözaltına alınıyor. Twitter bant daraltma uygulamasıyla bir tür yasaklanıyor. Gazetecilere dava açılıyor. Gazeteciler olmazsa bilgi kirliliği daha çok artar. Ama dert o değil. Dert, sadece kendi söylediklerinin duyulması.
Evet, böylesi bir felakette moralleri yüksek tutmak gerekiyor. Mucize kurtuluşlar, göz yaşartıcı dayanışma haberleri iyi gelir insanlara. Ama yandaş kanallarda acayip şeyler oluyor. Sadece onlarca kurtarma görevlisinin olduğu enkaza kamerayı odaklamak gibi. Bir kanalın bulunduğu enkazdan depremden 60 saat sonra yarım saat içinde 8 mucize kurtuluş haberi gördük. Çok sevindiriciydi tabii, ama diğerini sorgulamamak gerekiyor. Daha erken gidilseydi çok daha fazla insan kurtulabilirdi. Ya da bir yanda insanlar feryat ederken “her şey yolunda, burada her şey var” gibi yayınlar. Ya da feryat eden depremzedelerden kaçan kameralar… “Gazetecilik adına utanç verici yayınlar” demeyeceğim. Neyin gazetecisisiniz önemli olan. Hakikatin mi, bir yerlerden gelen talimatların mı?
Bakın, çöken binaların sayısını, yüksekliklerini, her bir dairede yaşayan ortalama insanı düşünün. Hakikaten çok vahim bir durumla karşı karşıyayız. Ve her geçen saat, enkazlardan insan kurtarma olasılığını yok ediyor. 99 depremini yaşadım. Umarım birileri iktidarlarını “az insan öldü” yalanıyla sürdürmeye çalışmazlar. Çalışmaya niyeti olanlar 99’daki iktidarın sonuna baksın!