Nerede kalmıştık?

Yeni damarlar ile yeni Türkiye’deyim. Dayandığı kadar gider. Evet, nerede kalmıştık?

Başlık seçimden sonra yaşanan genel durumla ilgili değil. Tamamen kişisel. Birinci tur seçimi yapılırken sıra beklemeden oy kullanmamı sağlayan bir hastalık yaşadım. Yanımdaki kızımın telaşlanmasına rağmen inat edip seçim gününü, gecesini Gerçek Gündem'de geçirmeyi başarabildim! Sonuçta bir hafta yoğun bakımda kalmama neden olacak bir hastalık süreci, maharetli doktorların damarlarıma müdahalesiyle tatlıya bağlandı.

Geçen gün yolda karşılaştığım bir eski arkadaş sordu, seçim günü hastalandığımı anlattım. İşin komik yanı; sonuçların beni hasta ettiğini düşünerek, babacan bir tavırla “sağlık olsun” dercesine teselli etmeye kalkmasıydı. Bir seçim sonucuyla devrileceklerden değilim. Üstelik seçim günü, yani sonuçları öğrenmeden çok önce geldi kriz. Zaten bu ülkede sürekli kriz yok mu?

Aslında vücuduna kötü davranan bir kuşağın evladıyız. Nâzım Hikmet’in ‘18’inde en değersiz şeyi canıdır’ türünde bir dizesi var ya tam da öyle yaşayanlardanız. Bu kadar uzun sürmesini “eşantiyon” olarak görüyoruz. Tabii doğa kendini hatırlatıyor. Eskiyorsun. “Artık Liseli Dev-Gençli değilsin” diyor bünye. Şimdilik her gün bir avuç ilaç içerek ve çok keyif aldığım bazı içecek ve yiyeceklerden uzak kalarak sıkıcı ama ‘sağlıklı’ yürüyor süreç.

KISKANANLAR ÇATLASIN

İkinci turda oy bile kullanabildim. Yoğun bakımda cep telefonu yasak, günde sadece kısa bir süre bir yakınınızla görüşebiliyorsunuz. Haber izlememek sağlıklı bir şeymiş meğer. Taburcu olunca yeniden aynı cangılın içine düştüm. İlk tur öncesi başlayan çirkeflik hali tüm pespayeliği ile sürüyordu.

İkinci turun ardından Erdoğan’ın Kısıklı’daki evinin önünden ve sarayının balkonundan yaptığı konuşma bizleri nelerin beklediğinin de habercisiydi. Saray’ın önündeki organizasyonu yapanlar, düğün arabalarının plakalarına “kıskananlar çatlasın” yazanlarla aynı ruh halindeydi büyük olasılıkla. Kendi evliliklerini bile ‘dış güçlere karşı’ yapanlar (tabii ki bütün evliliklerin bir tür ‘dış güçlere karşı’ yapıldığını biliyorum), Cengiz Kurtoğlu’nun “Ben onu seviyorum” şarkısını çalıyordu Beştepe’de. Şarkı Erdoğan içindi ve kendisi için çalınan şarkıya büyük bir keyifle eşlik ediyordu.

Yine tehdit vardı konuşmasında. Buna alışıktık, bekliyorduk. Yeni olan, Beştepe önünde toplanan kalabalığın Selahattin Demirtaş için “idam” sloganları atmasıydı.

Seçim günü değerli gazeteci dostum Çiğdem Toker’in “demokrasi sandıktan ibaret değildir” sözleri hemen bir darbe çağrısı olarak yorumlandı ve hemen sosyal medya üzerinden bir linç kampanyası başlatıldı.

Hapiste olan seçilmiş milletvekilini ısrarla tahliye etmeme, yeni Adalet Bakanı’nın Can Atalay’ın hükümlü olduğunu sanması ve bir ayda yaşadığımız onca şey daha çekeceğimiz olduğunu gösteriyor.

NEREDE KALMIŞTIK?

Seçimden hemen sonra “biz demiştik” yorumcularını bekliyorduk zaten. Ya da hiçbir zaman oy vermedikleri, vermeyecekleri partilere ayar çekecekleri de. Bunlar her durumda olacaktı. Ama daha pespayeleri çıktı.

Seçimi ‘kazananları’ anlamamız gerektiğini, hatta daha da saçmasını söylüyordu bazı ‘muhalif’ yorumcular. Neredeyse onları anlamadıkları için dövüneceklerdi ama kolay yolu buldular, bizi dövüyorlar yine.

Neredeyse kendilerinden olmayan herkes için “asalım” diye bağıranlara, kendi uydurdukları yalanlara inananlara boyun eğmemiz isteniyor iyi mi!..

Önümüzdeki günlerde çekeceğimiz olduğunu söylemiştim ya... Bunları yazarken gazeteci arkadaşım Merdan Yanardağ yine bir trol saldırısı nedeniyle gözaltına alınmıştı. Geceyi emniyette geçirecek. Bugün savcılığa çıkarılacak. Umarım bırakılır.

Ez cümle, yeni damarlar ile yeni Türkiye’deyim. Dayandığı kadar gider. Evet, nerede kalmıştık?

Etiketler
Seçim 2023 Muhalefet Türkiye