Türkiye Vizyonu toplantısı Kılıçdaroğlu’nun adaylık kampanyasının ilanı mıydı?
"Kılıçdaroğlu’nun 'konulara hakimim, iddiam var, kadrom belirgin, bu koşullar altında ben hazırım' duruşunun altını kuvvetlice çizmiş olduğunu söylemek mümkün. Kılıçdaroğlu ve bir başkasının adaylığının Altılı Masa’da yapılacak müzakere ve istişare sonrasında kesinleşmesi bekleniyor."
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Kongre Merkezi’nde 'Halkın sesi, Hakkın sesidir' sözünü duyduğumda lise yıllarıma gittim. Saint Joseph’teki Fransızca edebiyat öğretmenimiz İzak Abudaram’dan duymuştuk ilk bu sözün aslını, “Vox dei, vox populi”. Sonra birçok vesileyle pek çok kez yazdım, söyledim. Tabii çok güçlü manası var. Bir kere ifade özgürlüğünün gücünün işaret ediyor, aynı zamanda doğrudan demokrasiye de. Türkiye’deki millet/halk tartışmasını hatırladığımızda daha sol bir tını barındırıyor. Aslına bakarsanız, dün salondaki coşkulu, "İktidar, iktidar, iktidar" tezahüratına da karşılık veriyor.
Salon demişken, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun partisinin 'Türkiye Vizyonu'nu açıkladığı 'İkinci Yüzyıla Çağrı' adı verilen toplantı aslında İstanbul İl Örgütü’nün değil genel merkezin düzenlediği bir etkinlikti. İl ve ilçelerin özel olarak büyük bir hazırlık yapmadığı toplantı partililerin büyük ilgisine mazhar oldu. Salon doldu, koridorlar da. Hatta kongre merkezinin önündeki büyük alanda geldi - gittilerle birkaç bin kişi birikti. Bunun yorumu net: Cumhuriyet Halk Partililer heyecanlı. Seçim yarışının bir an evvel başlamasını istiyorlar. Konuştuğum partililer resmen sokağa çıkmak için, propaganda döneminin başlaması için adeta gün sayıyor. Zaten bu motivasyon da salondaki güçlü ve uzun süren tezahüratlarda kendini gösterdi.
Geçtiğimiz pazartesi günü Ankara’da Bilkent Otel’de Altılı Masa bileşenlerinin hazırladığı ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Dönüş İçin Anayasa Değişikliği’ toplantısında izlediğim Kemal Kılıçdaroğlu, biraz yorgun hatta sıkkın görünüyordu. Dün sahnede izlediğim Kılıçdaroğlu ise Milletin Sesi mitinginde Balıkesir’de gördüğüm kişiydi. O gün temmuz sıcağına rağmen alandaki enerjiyi alan, o enerjiyle performansı daha da artan Kılıçdaroğlu dün de salondaki enerjiye güçlü bir karşılık verdi. “İktidar, iktidar” diye bağıran CHP’li gençlere “İktidara geliyoruz arkadaşlar şüpheniz olmasın” diye yanıt verirken ikna ediciydi. Zaten kapanış konuşmasının son bölümündeydi. “Başlıyoruz, başlıyoruz” derken belki de “iktidara geliyoruz” inancını daha kuvvetli bir şekilde göstermek için yumruklarını sıktı, tıpkı Balıkesir’deki konuşmasında yaptığı gibi.
Olası Altılı Masa iktidarında nasıl bir ekonomi hüküm sürecek? Bu epeydir ekonomi çevrelerinin en temel tartışma konularından biri. Dünkü konuşmalarda CHP kendi siyasi çerçevesini ortaya koymuş oldu. Her ne kadar liberal vurgular olsa da kamucu tarafı da hiç yabanı atılır değildi. Derin Yoksulluk Ağı’nın kurucusu Hacer Foggo’nun o sahnede yer alması sosyal politikalara partinin ve tabii Kılıçdaroğlu’nun verdiği önemin bir göstergesi. CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke salondan çokça alkış alan ve heyecan yaratan konuşmasında hem birkaç kez 'kamucu' politikalara atıfta bulundu hem de 'asgari ücret' değil, 'zenginleştirici ücret' çıkışıyla enflasyonla başa çıkmaya çalışan geniş yoksul kesimlere umut ışığı göstermiş oldu.
Liberal bir iktisatçı olmakla birlikte James A. Robinson’la ortak kaleme aldığı çok konuşulan ve çok satan kitabı Dar Koridor’da 'kamu müdahalesinin, sosyal güvenlik ve eşitsizliği sınırlamaya yönelik yeniden dağıtım için de gerekli' olduğunu savunan MIT profesörü Daron Acemoğlu da "Düşük verimli istihdam, düşük ücret düzeyi, yoksulluk. Bu yoksulluk problemini çözmek istiyorsak, verimliliği artırmalıyız. Türkiye'deki problem bundan da daha derin. Olan gelir, çok eşitsiz bir şekilde dağılıyor. Türkiye'de gelir dağılımı çok hüzün verici" sözleriyle gelir adaletsizliğine dikkat çekti.
Toplantıda, Kılıçdaroğlu’ndan sonra ilk konuşmacı olan Prof. Jeremy Rifkin’in aksine Türkiye’yle ilgili daha net değerlendirmelerde, önermelerde bulunan Profesör Acemoğlu, "Devlet güçlü olsa bile toplum güçsüz kalıyor. Toplum güçsüz olduğu için devletin kurumları iyileşmiyor. Bu yüzden demokrasi, sivil toplum, ifade özgürlüğü Türkiye için çok önemli. Türkiye'nin demokrasiyi ve sağlıklı bir ekonomiyi aynı anda kurması lazım" diyerek sağlam bir demokrasi ile güçlü bir ekonominin ancak birlikte yaşamasının mümkün olacağına işaret etti.
Hakan Kara ve Refet Gürkaynak’ın sunumları ise CHP’nin ayakları yere basan, siyasetin değil ekonominin ihtiyaçlarını önceleyen, başta Merkez Bankası olmak üzere kurumların bağımsızlığını kabullenen bir ekonomi programı yaratmak peşinde olduğunu gösterir nitelikteydi.
Tabii Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının sonunda verdiği mesajları da not etmeden geçmemek gerekir:
“Gerçekleştirdiğim uluslararası temaslarda, toplamda 5 trilyon 461 milyar dolarlık fon yöneten yatırım bankaları ve girişim sermayesi fonlarıyla verimli toplantılar yaptım. Aralarında tefeci yoktu. Aralarında kara para sahipleri yoktu. Aralarında baronlar yoktu, şaibeli kişiler yoktu. İktidarımızın ilk 3 yılında, en az 100 milyar dolar doğrudan yatırım gelecek. Ben bu parayı getireceğim. İktidarımızın ilk üç yılında ayrıca yeri-yurdu, kaynağı belli, temiz ve sürdürülebilir fonlardan en az 150 milyar dolar yatırım getireceğiz. Özellikle hedefimiz Avrupa’nın ve Uzakdoğu’nun emekli fonları olacak. Norveç ve Singapur gibi. Kirli sermayenin çaldığı 418 milyar doları, borçları olarak deftere yazdım.”
İşin ekonomi tarafında hem CHP hem de Kılıçdaroğlu, Türkiye’ye ve tabii seçmene önemli bir çerçeve sunmuş oldu. Peki ya siyaset tarafında neler vardı?
CHP liderinin konuşmasının en baskın mesajı, anti-tek adam vurgusuydu. Türkiye’de lider kültünün sevildiği muhakkak. Kılıçdaroğlu buna karşı isyan bayrağı açtığını uzun süredir saklamıyordu. Eylül ayında Gerçek Gündem’le yaptığı kahvaltılı toplantıda da 'karizmatik lider'e karşı olduğunu ifade etmişti. Dün de bu düşüncesinin arkasında olduğunu yinelerken, "Bugün ülkenin kaderini değiştirme günüdür" dedi ve ekledi:
"Bunun için yönetim anlayışımızı, yaklaşımımızı kökten değiştirmeliyiz. Ancak bunun çaresi mevcut tek adam gitsin başka bir tek adam gelsin değildir. Tek adam gitsin mi? Evet gitsin. Tek rejimi bitsin mi? Evet bitsin. Ancak, yerine bir sistem, çalışan yeni bir sistem gelsin. Yeni bir tek adam aramıyoruz."
Gelelim herkesin kafasındaki soruya. Muhalefetin ana adayı, Altılı Masa’nın ortak adayı kim olacak?
Son günlerde biraz tali olsa da yenileri de eklendi bu soruya. Seçim kazanılırsa ittifak partilerinin liderleri, cumhurbaşkanı yardımcısı olacak mı olamayacak mı? Temel Karamollaoğlu ve Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarından bu konuda masada farklı düşüncelerin olduğu anlaşılıyor. Aralarından biri cumhurbaşkanı vekili olacak mı? Zaman geçtikte soruların artacağı muhakkak ama biz ana soruya dönelim. Cumhurbaşkanı adayı kim olacak? Bir adım daha atalım. Dünkü toplantı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı kampanyasının başlangıcı olarak kabul edilebilir mi?
Bu bir ilan değil, açık bir ilan değil. Ama Kılıçdaroğlu’nun "konulara hakimim, iddiam var, kadrom belirgin, bu koşullar altında ben hazırım" duruşunun altını kuvvetlice çizmiş olduğunu söylemek mümkün. Kılıçdaroğlu ve bir başkasının adaylığının Altılı Masa’da yapılacak müzakere ve istişare sonrasında kesinleşmesi bekleniyor.
Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda en çok rezervi olan hiç kuşkusuz İYİ Parti. Altılı Masa’nın İYİ Parti de genel başkan Meral Akşener de Altılı Masa’ya aday dayatılmaması gerektiği birçok kez söyledi.
Kılıçdaroğlu’nun 23 Eylül’de İzmir’de “Bu halk düşmanlarını beraber yenecek miyiz, yenmeyecek miyiz? Benimleyseniz, benimle olduğunuzu da artık hissetmek istiyorum” demesi sonrası Akşener, Habertürk’te Fatih Altaylı’ya “Bu yöntemi öneren, isteyen ve kendini bağlayan sayın Kılıçdaroğlu'dur. Altılı Masa noter değildir” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Dünkü toplantı öncesi yine Habertürk’te bu kez Kürşad Oğuz ve Serap Belet’in sorularını yanıtlarken “Altılı Masa'nın mensuplarına da söylemiştim, iki arkadaşımızdan biri -Ekrem Bey ve Mansur Bey- bu masada aday gösterilirse hayır demeyeceğiz dedim” ifadelerini kullanması da dikkat çekiciydi.
Akşener’in sözlerinin muhatabı olan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş da dünkü toplantıdaydı ve her ikisi de Kılıçdaroğlu’nu sık sık alkışlarken nereye dikkat kesildiklerini de gösteriyorlardı.
Yazıya "Halkın sesi Hakkın sesidir" deyimiyle girmiştik. Yine onunla bitirelim. Söz, 8. yüzyılda yaşayan, İngiltere'nin 'zamanın en bilgin kişisi' olarak tanımlanan teolog ve yazar Alcuin’e ait.
Lombardların ve Frankların kralı, sonradan Karolenj imparatoru olan Charlemagne’ın Vatikan’dan bağımsızlığını elde etmek için başvurduğu isimdi. Kendini Roma imparatorunun varisi olarak gören Charlamagne’a karşı saygısı kadar korkusu da büyük olan Alcuin, güçlü imparatorun Vatikan’dan bağını koparmasını meşrulaştırmak için bu sözü kavramsallaştırmıştı. Ezcümle, gücün kaynağı, tanrısal gücün kaynağı Vatikan değildir demek istiyordu. Elbette demokratik bir ülkede son kararı halk verecek. Bu nedenle halkın doğru bilgilendirilmesi lazım.