Can Atalay yazdı: Adaletsizliğin acelesi var
Mahpusluk acayip iş. Dışarıda nicedir unuttuğunuz şeyler, burada hayatın çok önemli bir parçası oluyor. Mektup yazmak ama bence daha kıymetlisi mektup okumak...
Mahpusluk acayip iş. Dışarıda nicedir unuttuğunuz şeyler, burada hayatın çok önemli bir parçası oluyor. Mektup yazmak ama bence daha kıymetlisi mektup okumak gibi. Cuma günü görüşten döndükten sonra mazgalın açılması, tek tek, tok bir sesle isimlerimizin söylenmesi bekleniyor; alınır alınmaz ilk iş – bir solukta – mektup okumak.
Anladık ki, bir de çok güzel bir adet var. Politik tutuklular seslerini duyurabilirlerse bağırarak yoksa mektupla geçmiş olsun diyorlar. 25 Nisan gecesi bir ses duyar gibi olmuştum; “hoşgeldiniz”… Çok uzaktan… Can sıkıntısı uydurmamışım.; Selçuk Kozağaçlı – taaa C Blok’tan – Tayfun’a ve bana “hoşgeldiniz” demiş. Hakan’a, Tayfun’a ve bana ilk ulaşan “geçmiş olsun” mektubu da Edirne görüldülüydü: Selçuk Mızraklı ve Selahattin Demirtaş’tan. ÇHD davasından meslektaşlar, müvekkiller, , Sincan’da tutuklu HDP’li siyasetçiler, hiç tanımadıklarımız…
SİNCAN’DAN GELEN MEKTUP
Sözü de bu yazıyı da çok uzatmayayım sadede geleyim. Önümde Alp Altınörs’ün 12 Haziran günü Sincan 2 No’lu “Mektup Okuma Komisyonu Görüldü”lü ikinci mektubu var. Doğrudan O söylesin: “30 Mayıs’ta başlayıp 11 Haziran’da biten duruşma periyotu da sona erdi. Birkaç gizli ve açık tanığın getirilmesi dışında özel bir gelişme olmadı. …. Savcının tutukluluk incelemesi dair mütalaası epeyce uzundu (69 sayfa). Sanki dosyaya dair mütalaasının bir taslağı gibiydi. Aslında her şey pişirilmiş, hazır. Sorgusu yapılmamış olanların sorgusunu alıp hızla karara gidecekler aslında da … savunmaların 1 günle (avukatlar dahil) sınırlandırılması da bu amaçlı. “İlliyet bağı” (nedensellik bağı C.A.) sadece bir tivit üzerinden kuruluyor. Bu bir cinayet davası değil, ifade özgürlüğü davası. Ama bunu henüz kamuoyuna anlatamadık. Bizim davamız öyle Gezi davasındaki gibi toplumsal bir ilgi ve sahiplenme yok. Sadece HDP milletvekilleri geliyor. “Gezi Ruhu” henüz bizim davaya uğramadı! ???? ….”
‘İLGİ’ İÇİN SON DAKİKA BEKLENMEMELİ
Son duruşmaya hatta tutuklanmamıza kadar Gezi Davası’nda da toplumsal ilgi pek az gibiydi. “Salonun arka sıraları boş” mırıltısını çok işittim. Ama Sincan’daki yargılamanın “sonuca odaklı” olduğu apaçık ve “ilgi” için son dakikanın beklenmesinin de makul bir gerekçesi olamaz kuşkusuz.
“Sonuca odaklı” dedim. Çok kısaca açıklayayım. Ekim 2020 başı. Ayıptır söylemesi, üç kafadar, uzun süredir planladığımızı başarmışız, üç günlüğüne deniz kıyısındayız, tatildeyiz. Otel odasında sabaha karşı telefon çalıyor. Bir arkadaşım arıyor: Türkiye’nin dört bir yanında HDP’nin önceki dönem MYK üyelerinin gözaltına alındığını söylüyor. Ekoloji mücadelesinin emektarı bir bilim insanının ve orta okuldan beri tanıdığım bir arkadaşımın müdafiliği için Ankara’ya gidiyorum. Ankara Adliyesi’ndeki hali uzun uzun yazmayacağım; “sonuca odaklı”lığı tane tane anlatan bir müdafi beyanı aktarmakla yetineceğim.
OLAĞAN OLMAYAN, "SONUCA ODAKLI” İŞLER
Bir sayfiye kasabasında, anne evinde seher vakti gözaltına alınıp kelepçelenerek Ankara’ya getirilen bilim insanının Savcılık ifadesi bitiyor, sözü müdafisi Av. Kenan Maçoğlu alıyor:
“Bu soruşturma dosyasında 2019 yılına kadar kısıtlama kararı yoktu. Biz bu dosyayı HDP’nin resmi avukatı olarak takip etmekteydik. 2015 ve 2016 yıllarında milletvekili olmayan bütün MYK üyeleri doğrudan soruşturma savcısı huzurunda ve şehir dışında bulunanlar ise talimat yolu ile ifadelerini verdiler. 2019 yılına kadar dosyada suç isnadı olarak TCK 214’üncü maddedeki halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu vardı. Biz bu dosyayı vekil olarak kısıtlılık kararı öncesinde incelemiştik. 50 klasörden fazla klasör vardı. Bu klasördeki olaylar 6-7-8 Ekim 2014’deki bütün Türkiye’deki şiddet olaylarına dair tüm soruşturma evrakları toplanmıştı. Bu klasörlerin hiçbirinde ne şüpheliler ne tanıklar HDP’nin çağrısı ile sokağa çıktığına dair herhangi bir en ufak beyanları yoktur. O dönem milletvekili olan MYK üyeleri açısından dosyaları bu dosyalardan tefrik ederek Parlamenter Suçlar bürosuna gönderilmiştir. 2016 yılında HDP’li vekillerin dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra bu dosyadan tefrik edilen kısım örgüt üyeliği, propaganda vb. suçların olduğu dosyalarla birleştirilmiştir. İddianameleri hazırlanıp yargılamaları yapılmıştır. Bu dosyaların bir kısmı halen derdesttir. Bu dosyaların hiçbirinde 214’üncü madde dışında şu an savcılığınız tarafından isnat edilen suçlamaların hiçbiri yer almamaktadır. 2019 yılında işbu dosyanın savcısı değiştirilmiş, dosyaya kısıtlama kararı verilmiştir. Bu tarihten sonra ne olup bittiğini bilmiyoruz. Fakat hükümet sözcülerinin açıklamalarından işbu dosyaya doğrudan müdahale edildiğini, dosyada yeni deliller yaratılmaya çalışıldığını, 2019 Eylül ayında HDP eş başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın bu soruşturmaya tekrar dahil edilerek tutuklanmalarıyla gördük. Müvekkil ve diğer MYK üyelerinin gözaltına alınan diğer MYK üyeleriyle ilgili hükümet yetkililerinden defalarca açıklama yapılmakta, örneğine rastlanmayacak şekilde TRT Haber tarafından 6 gündür TEM Şube Müdürlüğü önünde canlı yayınlar yapılmaktadır ve HDP MYK üyelerinin tutuklanması için doğrudan siyasi bir kampanya yürütülmektedir.”
SİYASETEN BİR DÜDÜK ÇALININCA…
Ve (yanlış anlamıyorsam) üçü dışında, gözaltına alınanların tümü tutuklandılar. Av. Kenan Maçoğlu tane tane, çok da akıllı olmadığı ses tonundan anlaşılan bir erkek çocuğuna (!) anlatır gibi anlatmış: Düşünün, adınız Alp Altonörs, Bircan Yorulmaz, Güney Kubilay, Gülten Kışanak ya da bir diğer siyasetçisiniz. Davet ediliyorsunuz, savcılığa gidip ifade veriyorsunuz ve işinize/evinize dönüyorsunuz. Aradan 3 ya da 4 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra tam teçhizatlı polis timleri tarafından gün daha doğmadan evinizden alınıyorsunuz. Düşünün; 5 yıllık bir süre “olağan” soruşturma usulleri takip edildikten sonra bir anda siyaseten bir düdük çalınmış gibi hem soruşturma usulü hem de atılı suçlama değiştiriliyor, tutuklanıyorsunuz ve hala tutuklusunuz ve besbelli ki bir süre daha mahpussunuz. Düşünün, tüm bu olanların TBMM’de grubu bulunan, oy sıralamasında üçüncü bir partiyi ihtimalen kapatmak yahut kıpırdayamaz hale getirmek için yapıldığını biliyorsunuz. Ve düşünün tüm bunların İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Demirtaş ile ilgili hak ihlali demesinden ve politik saikle tutukludur, bırakılmalıdır kararından hemen sonra olduğunu biliyorsunuz.
“GÖSTERİ DAVASI” VE “SİYASİ DAVA”
Bu mektup çok eksik; sadece soruşturma/hakimlik aşamasını, o da çok kısaca, somut bir örnek ile aktarmaya çalışıyor. Kovuşturma aşamasında yaşanan onlarca, belki yüzlerce olguyu – örneğin duruşmalara başlayan Mahkeme Başkanı’nın şu an hangi iddialarla muhatap olduğunu – ihmal ediyor; daha da ertelemeden memleketin bugününe ve yarınına sesleniyor.
Mektubun bütün eksikliklerine rağmen, bu mektupta 2 Ağustos tarihli gazetelerde yer alan iki haberi işaret etmezsem olmaz. Demans hastası mahpus Çevik Bir, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi kararı ile serbest. Ne doğru ve ne mutlu. Annesinin naaşı defnedildiği toprağın altında saldırıya uğrayan ve şu an demans hastası olduğu heyet raporu ile sabit Aysel Tuğluk, Sincan’da sorgu vermesi için zorlanıyor. Ne yanlış ve ne kadar utanç verici.
Sayın Ayşegül K. Kaynar, MaviDefter’de yazdığı yazıda[1] diyor ki; “… Sıklıkla, iktidarın yargıyı araçsallaştırmasının bir semptomu olarak açıklanan siyasi davalarda “araçsallaştırma” teriminden dolayı mahkemeler, iktidarın doğrudan ulaştığı ve kullandığı; adeta elinde sopa gibi tuttuğu bir durum olarak resmedilir.
…
Hukuki gündem siyasi gündeme tabi kılınmış; siyasi gündem içinde erimiş, yok olmuştur. Shklar (1964) bu tarz davaların hukuk ile bağını tamamen kopardığını ve bu nedenle artık yargısal bir pratik olarak görülemeyeceklerini söylüyor. … Tamamen bir iktidar pratiği olan bu tarz davalara “gösteri davası” ya da Christenson’un (1983) adlandırmasıyla “partizan dava” denmektedir. Gösteri davalarının en belirgin özelliği, hükmün önceden ve mahkeme salonu dışında verilmiş olmasıdır.”
“ŞOV” BİLE ÖNEMSİZ “SONUCA ODAKLI”
Görüyoruz ki ister “siyasi dava” ister “gösteri davası” olsun mevzu esasen “şov” işidir. Önemli olan mahkeme salonundakini yargılamak değil dışarıdakine göstermektir; “Şov” esas, yargılama talidir.
Ama Sincan’da buna bile ihtiyaç yok. “Şov” önemsiz, “sonuca odaklı” diyorlar ya öyle; yargılama süreci çok uzamamalı, “sonuç” gösterilmeli. Demans hastası Aysel Tuğluk’un sorgusu her ne olursa olsun - bu nedenle - tamamlanmalı. 3 Ağustos günlü Evrensel’de Av. Nuray Özdoğan’ın sözleri durumu özetliyor: “Karşınızda yargılanmasına devam edilen biri var. Tutuklu olduğu için tedavi olamıyor. Tuğluk’un bu durumunda sizin de payınız var. Siz “savunma aldık” demek için bunu yapıyorsunuz ama bu hukuka karşı hiledir.”
Bu mektup çok eksik. Bu mektup hem bugüne hem yarına; eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin ve adaletin ülkesine yazıldı. Ucu yanıktır.
Ş. Can Atalay
Silivri 9No’lu – A47
[1] https://mavidefter.net/bir-siyasi-dava-bir-gosteri-davasi-gezi-parki-yargilamalari/