Ahmet Şık yazdı: İstifa haktır
Dili, ölçüsü, dengesi elbette sıkıntılı bulunabilir ama eleştirilerimdeki samimiyetin ve yapıcı olma niyetinin bir “şüpheye” yer bırakmayacak kadar çıplak olduğu kanaatindeyim. Tam bu noktada hatayı kendimde buluyorum.
Dün yayınlanan yazıda açıklamasını yaptığım, video üzerine kimileri ezilen ulustan faşist çıkmayacağını anlatmaya çalışan teorik yazılar kaleme aldı. Açıklamalar yaptı. Video kaydında sohbet ettiğim kişinin, konuşmaların çarpıtıldığına dair sosyal medya hesabından konuya dair açıklama yapma gayreti de gürültüde duyulmadı maalesef.
Duyan, duymak istemeyen, duyuyormuş gibi yapan herkes için anın ruh hali belirleyici oldu. O anın akışına kapılan isimlerden biri de bana göre Sırrı Süreyya Önder’di. Sözün kime denildiğini, öznenin kimler olduğu, hangi bağlamda o cümlelerin kurulduğuna dair merak ve meram es geçildi. Sırrı Süreyya Önder kavramı da yanlış kullandığımı belirterek “faşist” değil “ırkçı” demem gerektiğini de anımsattı. Hangi ulus ya da etnik kimlik adına yapılırsa yapılsın ırkçılığın da faşistliğin de Önder’in ifadesiyle “tükürülecek değersizlikte” olduğunda mutabık olduğumuzu söyleyip bu bahsi kapatayım.
Önder eleştirilerinde konuyu HDP’den istifa ettiğimi duyurduğum açıklamaya getirip “Bir suç duyurusu metni gibi ayrılış gerekçesi olmaz” diyerek “sicili temiz değil” önermesiyle “yok sayma” tavrını bir “ceza” olarak ortaya koydu. En azından ben böyle yorumluyorum.[1]
ADAYLIK SÜRECİ
Peki o zaman şu istifa meselesini de biraz konuşalım.
Halkların Demokratik Partisi yöneticileri arkadaşların 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde milletvekilliği adaylığı teklifine “evet” demem birkaç haftayı bulmuştu. Kendilerine teşekkür edip siyasette olmak istemediğimi, gazetecilikte ısrar edeceğimi söylemiştim. Görüşmedeki arkadaşlara, “Siz beni ben olduğum için istiyorsunuz ama teklifinizi kabul etsem bile ben kalmaya devam ederim. Yani yanlışa yanlış derim. Bu da size zarar verir” diye uyardım. Son görüşmede ise, “Yöneticiler olarak konuştuk. Senin özerkliğin var. Dilediğin gibi konuşup, eleştirebilirsin” denildi ve milletvekilliği sürecim böyle başladı.
Şu an milletvekili olduğum Türkiye İşçi Partisi’nde söylediğim, “TİP vekiliyim ama TİP’li değilim” cümlesini o zaman da “HDP vekiliyim ama HDP’li değilim” diye söylüyordum. Yanlışımızın üzerini örtmemek ve çözüm bulmak için eleştirel mesafeyi korumanın elzem olduğundan hareketle formüle ettiğim bir sözdü bu. Bu yüzden de çoğu kez HDP içindeki toplantılarda, kimi zaman partinin yöneticileriyle kimi zaman da kamusal alanda eleştirilerimi sıralamaya devam ettim.
“İYİ GAZETECİ KÖTÜ SİYASETÇİ” Mİ?
Dili, ölçüsü, dengesi elbette sıkıntılı bulunabilir ama eleştirilerimdeki samimiyetin ve yapıcı olma niyetinin bir “şüpheye” yer bırakmayacak kadar çıplak olduğu kanaatindeyim. Tam bu noktada hatayı kendimde buluyorum. Siyaseti algılama, yapma biçimim, kendim olarak kalma arzum sanırım “sivri” bir görüntü vermeme neden oldu. Düşündüğü gibi konuşan, konuştuğu gibi yaşamaya çalışan biri olarak fazla aykırıydım ve siyaset bu aykırılığı kaldıramayacak kadar hassastı. Bana yönelik eleştirilerin başında gelen “İyi gazeteci ama kötü siyaseteçi” cümlesine kaynaklık eden de bu kanımca. Nabza göre şerbet vermenin iyi siyasetçilik sanıldığı bir yerde sanırım ben kötü siyasetçi olarak anılmaya devam edeceğim. Ha keza siyasetçiliği de kendi başına profesyonel bir uğraş haline getirmeye niyetli değilim. Politik olmanın ve politikaya etki etmenin tek yolu siyasetçilik olmadığı için mecliste olsam da olmasam da iyi kötü bildiğimi yapmaya çalışacağım.
Siyaset yapma anlayışınıza bağlı olarak HDP içinde ve etrafındaki kimi çevrelerin ördüğü iki önemli bariyere çarpabiliyorsunuz. Politik ve siyasi alana dair öneride bulunduğunuzda “bunlar yapısal sorunlar süreç uygun değil” cümlesiyle çarpışabiliyor ve eleştiride bulunduğunuzda da “sömürgeci aydın bakışına sahip olmakla” hızlıca itham edilebiliyorsunuz.
PARTİ YÖNETİCİLERİNİN SESSİZLİĞİ
Yöneticilerinin ve o dönemki milletvekillerinin tümünün bildiği nedenler dolayısıyla istifa ettiğimde sosyal medyada başlayan hakaret, saldırı ve küfürler eşliğinde gelişen linç girişimlerinde de bir sessizlik sarmalıyla karşılaştım. Kriz anlarında sessizliğe çekilmenin genel bir siyasi tutum olup olmadığını elbette bilmiyorum lakin benim meselemde parti yöneticileri, onca kopan kıyamete rağmen, “Partiden istifa ettim yoldaşlıktan değil” açıklamama kadar sessiz kalmayı tercih ettiler.
Haklı veya haksız, siyasi bir nedenle veya değil bir linç girişimine karşı sessiz kalarak bu tutuma katkı sunulmuş oldu ve bu tutum, tarz HDP-TİP tartışmasının başladığı dönemde de benzer şekilde “bekle gör” tavrına rücu etti ve önüne geçilemez şekilde herkesi kuşatan bir linç sarmalına dönüştü. Sorunları görünmez kılmaya çalışmanın yolu olarak seçilen yöntem, daha ağır bir sorunu da beraberinde getirmiş oldu. Boşluğu troller, operasyonel eller ve maipülatörler doldurdu. Gerçek yapıcı ve önemli eleştiri ve yaklaşımlar ise büyük gürültünün içinde maalesef yok oldu.
Sırrı Süreyya Önder’in “suç duyurusu gibi” dediği HDP’den istifa ettiğimi duyuran açıklamada, “Eş başkanlarımızı tenzih ederek, parti yönetiminde bulunan hâkim bir anlayışın HDP’nin gücü, anlamı ve değerleri hilafına demokratik teamüllerden uzak tutumlarında ısrarları nedeniyle HDP’den istifa ettim. 1 Nisan günü, ilgililerine iletmiş olduğum istifa kararım, bugün (4 Mayıs 2020) itibariyle resmiyet kazanmıştır. Kararım bireysel bir politik tutumun yansıması olup herhangi bir komplo teorisine itibar edilmemesi temennimdir. Yolumuz açık önümüz barış olsun” demiştim.
Gerekçelerimi değil neden istifa ettiğimi belirten açıklamada Önder’in “suç duyurusu” diye yorumladığı kısım “parti yönetiminde bulunan hâkim bir anlayış” dediğim bölüm olduğunu sanıyorum. İstifamın ardından yaptığımız telefon görüşmesinde de aynı cümleleri kullandığında, elbette ki bir suç duyurusunda bulunmadığımı yüz yüze konuşmamız gereken uzunlukta bir takım sorunlar olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Ancak Önder bir daha ne aradı ne de istifa etme kararımın gerekçelerine dair bir tek soru yöneltti. Önder’le de başka arkadaşlarla da süreci konuşacak sağlıklı bir ortam oluşturamadık.
Yani istifa açıklamamda “Parti yönetiminde bulunan hakim bir anlayış” diyerek kastettiğim HDP’nin siyaset yapma biçimini ve politik hattını belirleyen tutuma dairdi. Bu tutum başta Dersim olmak üzere 2019 yerel seçimlerinde Kürt coğrafyasında o zaman dahil olduğum partiyi başarısızlığa iten etkenlerden biriydi. Keza son genel seçimde de karşı karşıya kaldığı tablonun bu tutumdan azade olmadığını düşünüyorum kendi adıma.
DAHA ÖNCE DE SÖYLEMİŞTİM
Çünkü bana göre HDP bu tutuma sıkıştırılmaması gereken ve aslında tüzüğünde, programında yazanları temsil eden yani olduğunu iddia ettiği şey olması gereken bir partiydi. O yüzden seçim barajını yıkıp doğal tabanı dışında kalan yurttaşlardan da oy alabilen bir parti haline gelmişti. O hakim anlayışın “HDP’nin gücü, anlamı ve değerleri hilafına demokratik teamüllerden uzak tutumlarında ısrarları” derken kastım da bundan ibaretti.
HDP’den neden istifa ettiğimin siyasi/politik nedenlerini ayrılmamı duyurmazdan 2,5 ay önce uzunca bir söyleşide anlatmıştım aslında. Parti içi bürokratik mekanizma ve yarattığı statükonun HDP’yi hantallaştırdığını, tabanla kurulan bağın giderek zayıfladığını ve örgütsel bir dağınıklığa yol açtığını, merkez-yerel dengesinin yerel mekanizmalar aleyhine bozulduğunu, devletin zalimlikle ve zor araçlarını kullanarak partiyi sadece Kürdistan odaklı bir siyasi zemine çekerek kriminalize etmenin yolunu açtığını, bu alana sıkışıp kalınca da memleket sorunlarının tümünü kapsayan bir dil ve yaklaşım geliştirilemediğini ve Türkiye partisi olma iddiamızın altını doldurmakta yetersiz kaldığımızı anlatmaya çalışmıştım.[1]
Söz konusu söyleşide yer alan fikir, eleştiri ve önerilerimi de 2019 yerel seçimlerinde de ortaya çıkan başarısızlığın ardından, kendilerinin talebi üzerine bazı parti yöneticilerine 20 sayfalık bir rapor halinde sunduğumu da belirtmeliyim. 4 yıl öncesinden bugün ortaya çıkan seçim sonuçlarına ciddi etkisi olduğunu düşündüğüm sürecin altını çizen bir takım yapısal sorunlara işaret eden o rapora dair bir tek kişiden, ısrar etmem üzerine geri dönüş aldım. Ancak öneriler ve eleştiriler biraz önce bahsettiğim bariyer cümleleriyle karşılık buldu. Sorunların etraflıca konuşulamadığı ve görünmez kılınmaya çalışıldığı durumlarda hiçbir siyasi hareketin dilediği başarıyı elde etmesinin mümkün olmayacağını söyleyebiliriz.
NEDENLER SONUÇTAN DAHA ÖNEMLİ
Bu siyasi/politik nedenler dışında, HDP’den istifa etmeme yol açan ve bana göre bardağı taşıran son damlayı ise kimin kime ne yaptığı ve söylediğini merak edenlerin dedikodu şehvetini gidermekten başka bir işe yaramayacağı ve mevcut siyasal koşullarda bunları konuşmanın zaten hedef haline getirilen bir partiyi karalamaya döneceği için anlatmamayı tercih ettim. Çünkü nedenler sonuçtan daha önemliydi.
Seçim sathı mailinde iken ve ittifak ortağınız olan partinin seçim stratejisini “TİP’e oy vermeyin” cümlesine sıkıştırdığı, “TİP’e verilen oylar AKP ve MHP’ye yarayacak” diye konuşmaların yapıldığı bir dönemde ortalığa saçılan, gizlice kaydedilmekle kalmayıp iktidarın tetikçilerine servis edilmiş videoda sarfettiğim, HDP’den istifa ettiğim anımsatılarak kullanılmak istenen sözlerin ve kimilerince “ihanet” olarak adlandırılan istifamın fikrî ve politik çerçevesini bunlar oluşturuyor.
HDP/YSP’nin yaşadığı oy kaybının ve dahi ortaya çıkan başarısızlığın gerçek nedenlerini konuşmak/tartışmak isteyenler için bir okuma önerisiyle yazıyı noktalayayım. 14 Mayıs seçimlerinin ardından yukarıda anlattıklarımın bazı kısımlarına paralel görüşleri yasıtan ve parti içindeki statükocu anlayışı milletvekilliği fetişi üzerinden eleştiren bir yazı Yeni Yaşam gazetesinde Ünal Yusufoğlu imzasıyla yayımlandı. Son seçimlerden önce HDP/YSP içinde parlamenter olmayı HDP fikriyartının önüne koymak, sadece milletvekilliğine dayalı olarak partiyle ilişkilenmek gibi bazı sorunların baş gösterdiğini anladığımız yazıda, “Son aday listesinin açıklanmasının sonrasında adaylıkla ilgili yürütülen tartışmalar, mücadele tarihimiz açısından yıpratıcıdır, yoldaşlık bütünlüğümüz açısından halk hareketi kimliğimize yakışmamaktadır… ‘Ya vekil olurum ya da ben yokum’ demek, milletvekilliğini mücadele çeşitliğinin ve direniş hattının en tepesine koymak bir sapmadır… Halkları yanlış yönlendirmek, milletvekili olmadığı için tepki örgütlemek, partiyi ve yönetimini hedef göstermek yoldaşlık hukukumuza zarar vermek kesinlikle kabul edilmemelidir” deniliyordu.[2]
Buradan sadece HDP/YSP’nin değil, hepimizin çıkaracağı çok ders var aslında.
Yarın: Seçime giderken devrilen çamlar.
[1] https://artigercek.com/politika/ahmet-sik-hdp-deki-parti-ici-burokrasi-statuko-yaratti-parti-hantallasti-119069h
[2] https://yeniyasamgazetesi4.com/kurt-demokratik-siyasetinde-secim-diyalektigi/
AHMET ŞIK'IN ÖNCEKİ YAZILARI