Avukat Akın Atalay yazdı: Gezi davasının şifreleri: Bu davada hukukun yeri de yok işlevi de
Daha açık tercüme edeyim, bu davada hukukun yeri ve işlevi yok, hukuk sadece bir kılıf, bu dava siyasi iktidarın davacısı olduğu siyasi bir dava ve yargılama adı altında yürütülen bu infaz merasiminde hukuki kurallara dayanarak değil siyasi talimatlara göre yapılıyor her şey.
Gezi davasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı dava hakkındaki görüşünü (hazırladığı tebliğname ile) Yargıtay ceza dairesine göndermiş. Can Atalay’ın milletvekili seçilmesi ve yasama dokunulmazlığı konusu nedeniyle oluşan kamuoyu baskısı nihayet sonuç verdi ve dosya ilgili daireye gönderildi…
Peki, toplam 77 sayfalık Başsavcılık görüşünü hukuksal bakımdan bir değerlendirmeye tabi tutunca ne görürsünüz? Cevap, hukukla ilgili olmayan şeyler. Suçlamanın gerçek olduğuna dair İbn Haldun’un “Mukaddime”si ile Mustafa Yıldırım’ın “Sivil Örümceğin Ağında” ve Necip Hablemitoğlu’nun “Köstebek” adlı kitaplarının referans ve dayanak alındığını, Atatürk’ün 1922’de yaptığı iki konuşmadan, ne için, hangi bağlamda ve koşullarda söylendiğini belirtmeye ihtiyaç duymadan, ‘şu paragraf tam kullanılacak kıvamda’ düşüncesiyle bağlamından kopartılarak alıntılanmış iki paragraf.
BU DAVADA HUKUKUN YERİ YOK
Hukuken bir değerlendirmeye gerek yok… Daha açık tercüme edeyim, bu davada hukukun yeri ve işlevi yok, hukuk sadece bir kılıf, bu dava siyasi iktidarın davacısı olduğu siyasi bir dava ve yargılama adı altında yürütülen bu infaz merasiminde hukuki gereklere, kurallara dayanarak değil siyasi isteklere ve talimatlara göre yapılıyor her şey.
Gerçek ve hukuka uygun bir yargılama ile benzerliği de hiç yok değil; mesela bazı yargı görevlilerinin benzerlerinde olduğu gibi bu olayda da bir aktör olarak görevlendirilmeleri…
Şimdi dosya nihayet yetkili Yargıtay ceza dairesinin önünde. Bakalım Yargıtay ne yapacak bu yargılama trajedisinde nasıl bir rol üstlenecek?
Hukuka mı, siyasi iktidara mı bakacak?
Tahminimce Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden, bu konu hakkında verilen kararlardan bihaber olan (aslında bihaber değil de ağzımızın tadını bozmayalım) Başsavcılık tebliğnamesinde olduğu gibi mi davranacak? Yoksa hukukun tam gereğini yapacak gücü olmasa da bu hukuk ve adalet katline ortak olmamanın bir yan yolunu bulacak mı?
Mesela milletvekilinin yasama dokunulmazlığı bu suçu kapsamaz deyip, iyimser ihtimalle ‘aaaa ben Anayasa Mahkemesinin böyle kararları olduğunu görmemişim’, daha akla yatkın ve gerçeğe uygun ihtimalle ise ‘ben siyasi iktidarın ne istediğine bakarım, Anayasa Mahkemesi kararı filan takmam’ diyen başsavcılık görüşüne ne diyecek? Ben hâlâ iyimser olan tarafımın sesini öne çıkarıp, ‘yok artık Yargıtay ceza dairesi aynı şeyi demez ya, en azından yasama dokunulmazlığının gereğini yapar, millet iradesini paspas etmez, anayasal sistemin temellerini dinamitle patlatacak bir tercihi göze almaz’ diyorum.
ASIL GÖREV ONLARA DÜŞÜYOR
Peki ya Can Atalay dışındaki davanın diğer sanıkları bakımından ne yapar? İşte orası şüpheli… Dediğim gibi bu siyasi bir dava ve davacısı yargıyı da belirleyen bir siyasi güç. Ona rağmen karar verilebilecek bir konjonktür de yargı görevlileri de yok maalesef… Muhtemelen adli tatil sonrasında (Eylül ayından sonra) hep birlikte bekleyip göreceğiz. Bu siyasi bir dava olmasına karşın hukukçuların, avukatların görevi sanki hukuk sahasında görülen ve hukuk kurallarının uygulanacağı, uygulanması gerekeceği bir olaymış gibi değerlendirme yapmaktan başka yapacakları bir şey yok, tarihe not düşeceklerdir. Asıl iş, görev siyasilere, siyasi partilere, muhalefete, sivil toplum ve insan hakları örgütlerine düşüyor. Onlar da şimdiye kadar pek başarılı bir sınav veremediler doğrusu…
Tablo şimdilik böyle görünüyor…