Sömürgecilik, ırkçılık ve kölelik: menfur zincir!

İnsanlık tarihini kuş bakışıyla süzerken, baskın hislerim utanç ve isyan oluyor! Doğada ve doğduğumuzda içimizde olmayan kötülükleri maddi çıkarlar için önce yoktan var edip, sonra bunları insanları sömürmek, ezmek, aşağılamak, ötekileştirmek için üstelik putlaştırarak silah haline dönüştürmek!..

İnsanlık tarihini kuş bakışıyla süzerken, baskın hislerim utanç ve isyan oluyor! Doğada ve doğduğumuzda içimizde olmayan kötülükleri maddi çıkarlar için önce yoktan var edip, sonra bunları insanları sömürmek, ezmek, aşağılamak, ötekileştirmek için üstelik putlaştırarak silah haline dönüştürmek!..

Neden bahsediyorum diye sorarsanız, ırkçılığı doğuran sömürgecilik ve köleliği doğuran ırkçılık belalarından söz ediyorum. Öyle ki bu menfur zincir insanlık tarihine kirli damgasını yaşamın her kesiminde bugün de vurmaya maalesef devam etmektedir.

Hemen belirteyim, tarihçi değilim. Dolayısıyla bu, akademik veya tarihi verilerle bezenmiş bir yazıdan ziyade, ilgili gözlemci biri olarak konuya ilişkin genel düşünce ve hissiyatımın sizlerle filtresiz paylaşımıdır.

BÜTÜN İNSANLARIN EŞİT OLMADIĞI FİKRİ ORTAYA ATILIYOR

Önce biraz gerilere gidelim: Yunanlılar, Romalılar zamanında ve Hristiyanlığın ilk dönemlerinde “insan eşitliği” diye bir kavram henüz oluşmadığı için “ırk” anlamına gelen bir kavramın da toplumsal düşünce envanterinde bulunmadığı kaydedilmektedir. Zira bu dönemde yaşayan Avrupalılar mukayese edebilecekleri başka kimse görmedikleri için kendilerini zaten her bakımdan “biricik” görüyorlardı. Eşitlik kavramı özellikle Fransız ve Amerikan ihtilallerinden sonra dolaşıma girmiştir. Ancak doğuşta herkes eşit olmakla birlikte zamanın akışı içerisinde bütün insanların eşit olmadığı düşüncesi de Avrupalı ve Amerikalıların zihinlerinde filizlenmeye başlamıştır.

Avrupalılar kıymetli madenler, kahve, kakao gibi sanayi üretiminde kullanılan ürünler için yerinde kaynaklara ulaşmak maksadıyla dünyanın dört köşesinde egemenliklerini kurarken, “ırk” kavramı sömürenler için sömürgeciliği haklı, gerekli ve yararlı kılan çok kullanışlı bir vasıtaya dönüşmüştür. Amerikalı tarihçiler, siyasi haklar, kıt kaynaklara ulaşmak, ucuz işgücü ve güvenlik gibi konularda ırkçılığın ihtiyaca göre metastaz yapan hastalıklı bir kavram olduğuna işaret ederler. Irkçılara göre, kimin daha fazla varlığı varsa, onlar daha fazlasına layıktır; kimin daha az varlığı varsa, onlar daha azına layıktır! Neticede, güçlü olan ile güçsüz olan arasındaki dengesizliğin bir ürünü olan ırkçılık zamanla insanın diğer insanlara yönelik her türlü sömürü ve kötü muamelesinin gerekçesi, doğrulayıcısı olarak kullanılmıştır. Sömürgecilik uygulamaları üstün ırk inancını pekiştiren bir etki yaparak zamanla yaygın olarak kabullenilen kendinden menkul otonom bir değere dönüşmüştür.

KİLİSE DESTEĞİ İLE DOKTRİNE EDİLEN SÖMÜRGECİLİK, IRKÇILIK VE KÖLELİK

Irkçıların altlarında gördükleri insanlara üstün oldukları yalanının pazarlama kılıf ve ambalajı ise Hristiyanlık olmuştur. Kilise o çağlarda sömürgeciliğin itici gücü vazifesini üstlenmiştir. Sömürgeciliği bir doktrin (Doctrine of Discovery) haline getiren Kilise, Avrupalılara din adına dinsizleri yakalamayı, dize getirmeyi ve varlıklarına el koymayı caiz kılmıştır. Diğer bir deyişle, kilise sömürüyü İncil’in bir emri olarak görmüş, sömürenler de buna göre hareket etmişlerdir. Tarihçi Andrew Lambert din zırhına bürünmüş sömürgecilerin yaklaşımını şöyle özetliyor:

“Dünya kontrol edilmeli, teslim alınmalı ve sömürülmelidir. Diğer bütün halklar pahasına dünyaya hükmetmek Hristiyan Avrupalıların hakkı ve görevidir; karşılaştıkları herkes onların inancını kabul etmeli, onların kurallarına uymalı ve emirlerini yerine getirmelidirler.”

Bu yaklaşım ABD Yüksek Mahkemesi tarafından 1823 tarihinde aldığı bir kararla Amerikalılar için de doktrine dönüşmüş, Ýüksek Mahkeme, Kuzey Amerika’nın yerli halkını, yani Kızılderilileri sadece “yerleşikler” (occupants) olarak ilan etmiş ve federal hükümetin Kızılderililerin topraklarını satın almak, hatta doğrudan el koymak hakkının bulunduğuna hükmetmiştir. ABD’nin oluşumunda Hristiyan dininin türevleri beyaz ırkın üstünlüğünü siyasi-dini bir ideoloji haline sokmuştur. Yine bazı Amerikalı tarihçilere göre, ABD’nin kendini “istisnai” bir ülke olarak nitelemesi de Kilisenin ABD’yi Tanrı tarafından bilhassa seçilmiş ve diğer bütün uluslara kıyasla daha fazla sevilen bir ülke olarak görmesine; bu itibarla ABD’nin başka herkesi yönetmesinin kutsal bir hak olduğunu benimsemesine yol açmıştır. Artık çok kutuplu dünyamızda iddiasını bir hayli kaybetmiş olsa da, bu “istisnacılık” (exceptionalism) ABD’nin küresel ilişkilere bakış ve yaklaşımını bugün de etkilemeye devam etmektedir.

Irk düşüncesi 'Beyazların üstünlüğünü' ilan eden ırkçılığın bizatihi kendi icadıdır. Zira, ırkçılık ırkla başlamıyor, ırk kavramının tohumları Avrupalı olmayanların Avrupalılar tarafından sömürülmesi süreciyle atılıyor ve zamanla filizlenerek üstün ırk ve ırkçılık ideolojileri haline dönüşüyor.

Kendilerini “iyi Hristiyanlar” olarak gören sömürgeciler, sömürge insanlarını aşağılamışlar ve onların varlıklarına, hatta bedenlerine el koyarak köle yapmışlardır. Köleliğin, köle yaptıkları insanların çıkarlarına hizmet ettiğini, onların iyiliği için yapıldığını, bu suretle dünyevi durumlarının iyileştirildiğini ve öbür dünya için de ruhlarının kurtarıldığını ileri sürmüşlerdir. Yıllar boyu devam eden köle ticareti ve kölelik İngiltere’de 1833, Danimarka’da 1846, Fransa’da 1848, Hollanda’da 1861 ve ABD’de 1865 yılında yasaklanmıştır.

Tekrarlayacak olursak, sömürgecilik Kilisenin öncülük ve rehberliğinde ırkçılığı doğurmuş, ırkçılık köleliğin yolunu açmıştır. Irkçılık günümüzde de metastaz yaparak toplumsal hayatta özellikle Avrupa ve Amerika’da sinsi etkisini sürdürmektedir. Yahudi soykırımı, Güney Afrika’da “apartheid” rejimi, ABD’de ırkçı uygulamalar, Avrupa’da yabancı düşmanlığının hemen altında yatan ırkçı eğilimler… Irkçılığın hamasi karşı söylemlerle yok edilmesi mümkün değildir. Zira ırkçılık yüzyıllar boyunca Avrupa ve ABD’nin toplumsal genetiğinin dokusuna işlenmiş bulunmaktadır.

ÇÖZÜMÜ VAR AMA YOLU ÇOK UZUN VE İNCE

Dolayısıyla, ırkçılık, kökenleri, tarihi, mutasyonları, değişik ülkelerdeki uygulamalarıyla tüm dünyada eğitimin temel unsurlarından biri yapılarak en küçük yaştan itibaren ders olarak okutulursa birkaç nesil sonra tüm insanların eşit olduğu ve eşit muamele gördüğü bir ortama belki erişebiliriz.