Yaşasın Cezayir!
1966 yılına gidiyoruz.
Aynı zamanda bir müzisyen de olan İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo’nun
sömürgecilik karşıtı başyapıtı La Battaglia di Algeri, Cezayir Savaşı
Venedik Altın Aslan kazanan film daha sonra Black Panther’lerin eğitim filmi
olarak kullanılmakla kalmayacak, 2003’te Amerika ‘da “Irak’ta başımıza
gelecek şeyler bunlar “ diye Pentagon’da gösterilecek
Unutulmaz Colonel Mathieu karakterini canlandıran Jean Martin dışında
tamamen amatör oyuncularla ve büyük kısmı da bu direnişin içinde yer almış
insanlarla çekilen Cezayir Savaşı ..
Savaşın bitiminden sonradan Cezayir devleti tarafından finanse edilen film,
taraf tutan bir film elbette .Ancak bunu yaparken , bağımsızlık mücadelesinde kullanılan tedhiş yöntemlerine ne öncesinde ne de sonrasında başka hiçbir filmin başaramadığı objektiflikle yaklaşıyor.
Casbah’da çekilen Cezayir Savaşı, kamera sokakta gizlenip saklanmadan
halkın arasında gezindiği için belgesel estetiğinde bir docu-dramaya dönüşüyor.
Ve elbette filmin başrolünde direniş mücadelesinin önderlerinden çok Cezayir ve Cezayir halkı var.
Film, sinema dilinin temel anlatı unsurlarından olan kurgunun nasıl politik
olarak kullanılabileceğine dair sakin bir manifesto hüviyetinde , anlatılan olay
örgüsünün kronolojik sınırlamasını bozan , basit ve müthiş bir tercihle açılıyor.
İsyanın başlangıcıyla değil, Fransız askerlerinin işkence sahnesiyle başlıyoruz.
İşkence edilen adamın ufak tefek ve zavallı görülmesi anlamlı.
Adamı kalbinden yakmış olmaları daha da anlamlı.
Sonra Fransız askerleri yavaş yavaş etrafını sarıp kuşatıyorlar bu küçük adamın.
Fransa’nın küçük Cezayir’i boğmasını izliyoruz sembolik olarak.
Sonra ona kendi askeri üniformalarını giydiriyor Fransızlar. Bu da sembolik elbette.
“İşte bu ‘millileşti’ diyerek “dalga geçmeleri de tam olarak bu..
İşkenceyi yaşamış adamın duygularına odaklanan yakın plana geçiyor kamera.
Onun gözyaşlarını görüyoruz.
Aslolan fiziksel acı değil, bu yenilmişlik duygusunun verdiği duygusal acı.
Bir ağıtı hissettiren dramatik müzik giriyor.
Ve adam , pencereye koşarak intihar etmeye çalışıyor.
Adamın ölüme atlamak istemesinde de yenilebileceklerinin ama teslim
alınamayacaklarının manifestosu var.
İşte filmin bu sahneyle açılması çok önemli.
Zira, “Önce isyan ediyorlar ,sonra (o nedenle) bu işkenceyi mecburen
yapıyoruz “ argümanı tam da Fransa’nın propagandası.
Oysa biz önce işkenceyle tanışıyoruz.
İsyan arkadan geliyor.
Bu çok önemli ve politik bir tercih. Zira o isyan, baskı ve zulüm nedeniyle patlıyor elbette, durup dururken değil.
Filmin olay örgüsünün kurgusunu bükerek, nedenselliğe dair politik bir duruş
koyuyor ortaya film.
Bu şekilde , “politik sinemanın sadece ne anlattığınızla değil, bunu nasıl
anlattığınızla da direkt bağı vardır .”tezinin kanıtı oluyor adeta