Karambol
Dün piyasalar faiz kararını beklerken, Tahtakale'de röportaj yapılan vatandaş, yaşananları tanımlamak için "karambol" kelimesini kullandı. Sabahtan beri...
Dün piyasalar faiz kararını beklerken, Tahtakale'de röportaj yapılan vatandaş, yaşananları tanımlamak için "karambol" kelimesini kullandı.
Sabahtan beri 'ülkenin bu halini nasıl tanımlamak gerek' diye düşünüyordum. Sevgili Zeynel Lüle'nin yayınına, Tele1 binasına doğru yol alırken kafamdan pek çok kelime geçiyordu. Kaos, kargaşa, karmaşa, fetret devri, felaket...
Yayın esnasında röportajları izlerken ikimiz de "karambol" kelimesine takılı kaldık. Vatandaş en sade ifadeyi kullanır. Karambol bugünün piyasa koşullarını anlatmak için en uygun kelime gibi. Sözlük tanımına bakarsanız karambolün en yaygın kullanımı olarak "kişilerin ya da nesnelerin birbirine çarpması, çarpışma, karışıklık" görünüyor. Bir süredir Tahtakale'den ekranlarımıza yansıyan görüntüyü aslında çok güzel özetliyor. Ve tabii oradan da tüm ülkeye, hanelere. Kurlarla çarpışa çarpışa yaşamaya çalışmak gibi. Futbolda da çok kullanılan bir terim.
Ancak sözlükte karambolün bir başka anlamı daha var: Bilardo oyununda istekayla vurulan topun öteki toplara dokunması. Ayrıca 3 Top bilardoya da Karambol deniyor bazı kaynaklarda. Varsa bir hatam, bilardo bilenler affetsin, düzeltsin.
Bilardo oynar gibi ekonomi denemek
Gözümün önüne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çok eskilerden kalma bir fotoğrafı geldi. Bir bilardo masasının yanında, elinde isteka ile topa vurma hazırlığındaki bir pozu. Ama bu poz öyle sıradan bir poz değildi. Öncelikle Erdoğan'ın sırtı bilardo masasına dönüktü. Elleriyle geriye doğru uzanmış ve istekayı arkadan kavramıştı. Yani öylesine ustaydı ki o pozisyonda topa vurup gediğine oturtabilirdi. Yanındakiler bu usta oyuncuyu hayranlıkla izliyordu. Bilardo bilmeyen için çok ustaca bir tutuş gibi görünüyordu. Ama durum öyle değildi.
Artık her konunun bileni, uzmanı, ustasının aramızda dolaştığını unutmadan hareket etmemiz gerekiyor. Kolayından imaj yaratma amaçlı bir fotoğraf, dakikalar içerisinde parça parça edilebiliyor. Erdoğan pozu verirken vurulmaması gereken kırmızı topa vurmayı hedefliyordu.
"Ne olacak ki" diyebilirdik, eğer ekonomiyi de bilardo oynar gibi yönetmeye çalışmasaydı. Hiç bilmeden ustaymış gibi davranmasaydı. Yüzlerce yıllık denenmiş piyasa kurallarını değiştirmeye yeltenip kırmızı topa vurmaya kalkışmasaydı. Yalnızca karambol oynamakla kalıp, ekonomiyi bir bilene bıraksaydı.
Birkaç tanıklık
Gazeteciliğe ekonomi servisinde başladım. Kısa bir dönem sayfa yöneticisi de oldum. Pek ekonomi yazmamaya gayret ediyorum. Çünkü bilgim yüzeysel kalabilir, ama döneme dair birkaç tanıklığımı yazmak isterim:
İlk büyük tanıklığım dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından 1989 yılının Ağustos sıcağında, bir toplantıda öylesine pat diye açıklanan konvertibiliteye geçiş kararı oldu. Günaydın gazetesinde daha yeni muhabirdim. Koşarak gazeteye gelip sayfa yönetmenim Osman S. Arolat'a "Osman abi önemli bir şeyler oldu, şu kaseti beraber dinleyelim" demiştim. Ekonomide Özallı Yıllar adlı dönemin çok kritik bir aşamasıydı; sonraki süreç de çalkantılı geçti. Ancak Özal'ın tüm "tek adam" görünümüne karşın, bakanlarının, örneğin Güneş Taner ile Işın Çelebi'nin ve tabii Adnan Kahveci'nin ekonomik kararlarda karşı karşıya gelişlerine tanıklık ettim.
Asgari ücret tartışmalarında TÜRK-İŞ'in TİSK ile kıyasıya mücadelesini izledim günlerce. Dönemin İstanbul Sanayi Odası Başkanı Nurullah Gezgin, Maliye Bakanı Ekrem Pakdemirli'yle çatır çatır tartıştı gözümün önünde. Diyeceğim o ki sosyal devleti ortadan kaldıran Özal’lı yıllarda bile hala işleyen bir doğal denetim mekanizması vardı. Ekonomi muhabirliğinde hatırladığım en son kriz 5 Nisan 1994 tarihiydi. Tansu Çiller döneminin döviz-faiz oyununda çok sert devalüasyonun ardından ağır koşullar yaşandı. Ama tüm bu dönemlerin bugünden farklı olan yönü, bir kriz olduğunun kabul edilmesiydi. 2001 krizinde işyerim vardı, küçüldük. Ama krizin de devamı siyasetçilerin bedel ödemesi oldu.
Bakanların tüketilip tüketilip çöp sepetine atıldığı bir ekonomi yönetiminde; kendi açıkladığı 10 bin TL'lik yoksulluk sınırını yutan TÜRK-İŞ'in çekingen çekingen 4000 TL istemesi ve 4250 TL'ye şükretmesi; iş dünyasının 'aman başıma iş gelmesin' korkusu; ekonomi bürokrasisinin AKP bürokrasisi haline gelmesinin neticesidir bu ortam. İstekayı ters tutarak ve kırmızı topa vurmayı hedefleyerek bilardo oynamaya çalışan kişiyi sessizce izlemenin getirdiği yerdir bu karambol ortamı.
Bilgi sızdırmanın sıradanlığı
Bugün de ağır bir devalüasyon yaşıyoruz. Belki keskin yükselişlerle değil ama sanki mehter yürüyüşü gibi. İki ileri bir geri. Doları 11'den 13'e çıkarıp, 12'ye alıştırdılar. Sonra 12'den 14'e ve 13'e, sonra 13'ten 15'e ve 14'e... Şimdi 14'ten 16'ya yükseltip 15 dolaylarında tutacak gibi görünüyorlar, ancak ama bu kayış kopar da Erdoğan'ın pek sevdiği ifadeyle avara kasnak gibi dönmeye başlarsa ekonomi, siz o zaman karambolü görün.
Evet Türkiye ekonomisi çok kriz gördü, ama bu dönemdeki kadar bir çeşit insider, yani bilgi sızdırma suçu görmedi. Cumhurbaşkanının sürekli olarak faizin düşürüleceği açıklamalarıyla insanları dövize yöneltmesi bir yana, geçtiğimiz günlerde TCMB Başkanı’nın bir toplantıda, faizin düşebileceğini ifade eden yardımcısını yalanlayarak "düşecek diye kesin bir şey yok" ifadesini kullanması; yeni gelmiş Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin erkek kardeşinin kendisine uzatılan mikrofona faizin düşebileceği üzerine yorum yapma rahatlığı gibi akıl almaz açıklamalara ilk kez tanık oluyoruz. Olması gereken ekonomik ketumluk yerini ekonomide olmaması gereken gizli-saklı faaliyetlere bıraktı. Şeffaf olması gereken "kim döviz aldı, kim sattı, kimlere ne kadar satıldı" soruları yanıtsız. Karambol ekonomisinde kayıp koca bir 128 milyar dolara her gün milyon dolarlar ekleniyor.
Karambol aynı zamanda tropik bir meyvenin de ismi. Kesildiğinde yıldız şeklini aldığı için yıldız meyvesi de deniyor. Ejder meyvesi ile aynı iklimlerden gelen karambol smoothie yapmaya uygun olabilir ancak ağızda da ekşi bir tat bırakabilir. Afiyetle.