Umut Meselesi
Geçtiğimiz Cumartesi günü CHP Genel Başkanı ile Gerçek Gündem ekibi olarak buluştuk. Çok çeşitli konular konuşuldu. Bana kalan bir "Umut Meselesi" var bu...
Geçtiğimiz Cumartesi günü CHP Genel Başkanı ile Gerçek Gündem ekibi olarak buluştuk. Çok çeşitli konular konuşuldu. Bana kalan bir "Umut Meselesi" var bu toplantıdan. Ülkenin dört bir yanındaki sıkışmışlık kendisine nefes alacak bir delik arıyor. Öyle bir hal ki, belki daha önce yakın bulmadıkları bir siyasetçi ya da siyasetçilerin açacağı düğüm ile biraz olsun iyileşebilmeyi umuyor vatandaş. Kılıçdaroğlu bunun umudun ağırlığını ve sorumluluğunu hissediyor. 6'lı Masa’nın ve potansiyel bir Cumhurbaşkanı adayı olarak kendisinin filizlendirdiği bu umut bir yandan moral verirken, bir o kadar da temkinli gitmeye, kontrollü olmaya, bazen de fren yapmaya zorluyor olmalı.
Herkeste asgari huzurlu bir ülkede yaşama özlemi var. İnsanlar artık ekonomik, sosyal sorunlarının çözülmesinin yanı sıra huzurlu, tehdit edilmeden, yarından korkmadan yaşayabilmeyi istiyor. Yani "böyle bir ortam oluşursa gerisi gelir" düşüncesi hakim olmaya başladı. Çünkü en sıradan, etliye sütlüye bulaşmadan, kıt kanaat yaşayan insanların evine dahi çeşitli gerekçelerle bu tehdit, bu öfke, bu nefret eli, dili uzanıyor. Bu nefret elinin bükülmesinin umudu olmak da kolay bir yük değil.
KÜRTLER’İN UMUDU
Kılıçdaroğlu konuşmasının başlangıcında bir grup milletvekilinin Van'dan geldiğini, bir süredir Doğu ve Güneydoğu'da çalışma yaptıklarını burada da bu rejimin değişeceğine dair umudun arttığını söyledi. Aslında Güneydoğu'da özellikle Kürt vatandaşların yoğun yaşadığı illerde, 2010 yılında, Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olduğunda bu umut artmıştı. 2010’daki referandum çalışmalarında Parti Meclisi üyesiydim ve bir grup parti yöneticisi ile birlikte Batman ili çalışmalarından sorumlu idik. “CHP var mıydı da oy vermedik” sözünü o günlerde sıklıkla ediyorlardı. Mesela %59,7 oyla seçilen Batman Belediye Başkanı KCK operasyonu ile cezaevine atılmıştı. Batman halkı, Belediye Başkanları konusunda çok hassastı. O günlerde CHP olarak iş ve aş, yoksulluğun giderilmesi üzerine konuşmalarımız bölge halkı tarafından çok fazla dikkate alınmıyor, bölgenin temel meselesi olan “akan kanın durmasını, barışın tesisini" istiyorlardı. Kılıçdaroğlu'ndan umutluydular ve "Çözerse bu işi CHP çözer" diyorlardı.
Daha sonraki yıllarda milletvekili olduğum dönemde sıklıkla gittiğim bu illerde "Siz neredesiniz, neden bizi 2 parti arasına sıkıştırıp bıraktınız", "Bizi niye yalnız bıraktınız" eleştirilerini bizzat dinledim. Aradan 12 yıl geçti. Bu umudu kimi zaman yükselttik, kimi zaman kırdık. Ama görünen o ki bu umut hiç olmadığı kadar bu illerde de yeşeriyor. Tabii bu yaralı bölgenin yeşeren umudunun sorumluluğunu taşımak hiç de kolay değil. Zira batıya doğru gidildiğinde hassasiyetler yön değiştiriyor. Ama Türkiye'nin batısından doğusuna sorunlar giderek yoksullukta, işsizlikte, enflasyonda buluşmaya başladı. Bu aslında CHP'nin de en iddialı ve güçlü olduğu alan. Eğer CHP Yönetimi, en köklü parti olarak "HDP'li Bakan olur mu" gibi sığ sorularda boğulmazsa, okyanus rüzgarları umuda esiyor.
UMUT MASADA
Servet belirli bir zümrenin elinde hızla artarken, orta sınıfın giderek yaşam alanını daralıyor. Ekmeğini kazanabilmek için gençler hatta orta yaşlılar yurt dışına gidiyor. İnsanlar, nefes almalarını sağlayan bir takım yaşamsal harcamalarını keserek, sadece zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. İşsizlik yoksulluğu artırıyor. Yoksullar ise derin yoksulluğa gömülerek görünmez hale geliyorlar. İyi ki onları bu derin yoksullukta görünür kılan Hacer Foggo gibileri var.
Bugün kapıdan dışarı çıkan her vatandaşın çarşıda pazarda gördüğü Türkiye ile gelip TV'de iktidardan dinlediği Türkiye arasında dağlar kadar fark var. Elbette zenginleşmeyen herkes yoksul değil, ama herkes geçmişten daha yoksul. Daha çok harcamasını kısmış, bir de bunu yaparken umut verilerek değil, tehdit edilerek yapmış. Bir top dondurmanın 20 TL olduğu günlerdeki çocuk mutsuzluğu, okul kitaplarının fiyatlarının farkında olan öğrencinin isyanı, bir nebze eğlenmek isteyen gencin festivallerinin iptali, fiziksel şiddet karşısında hukuken savunmasız bırakılan kadınlar, hak arayanların karşısına dikilen kolluk güçleri... Ve tabii LGBT bireyler.
NEFRET SUÇU YASASI
Dünden beri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yıllar önce LGBT bireylerin hak ve özgürlüklerine yönelik ettiği sözler dönüp duruyor. O yıllarda "eşcinseller" deniyor tabii; haklardan, gördükleri kötü muameleden dem vuruyor. Bu sözlere kanıp, ta ki 2011 de dahil olmak üzere yıllarca AKP'ye oy vermiş LGBT bireyler tanıdım. Hatta hayranlık duyanlar vardı aralarında. Oysa tıpkı Avrupa Birliği, tıpkı Demokratik Açılımlar gibi, tıpkı Çözüm Süreci masalları gibi, bu "hoşgörü" de göstermelik ve köprüyü geçene dekti.
Henüz 2013 olmamış, yani henüz Gezi Direnişi’ni yaşamamıştık. 2010 Referandumu "Yetmez ama Evet" denerek geçmiş, Anayasa sözde demokratikleşmişti. Artık 'Evet' hallolmuş sıra "Yetmez" kısmı için çalışmalara gelmişti. AKP'den öyle çok şey bekleniyordu ki... Bunlardan biri de Nefret Suçları Yasası idi. Yani toplumda farklı görülen kesimlerin nefret söylemine ve nefret suçlarına hedef olmamaları için bir Nefret Suçu Yasasına ihtiyaç vardı. Böyle bir kampanyanın TBMM'deki siyasi partilere anlatılması için bana da ulaştılar ve ben de kendilerine yardımcı oldum.
NEFRET TURNUSOLU
Kampanyanın pek çok hukukçu, akademisyen sivil toplum çalışanı gönüllüsü vardı. Nefret suçlarının öncelikli hedeflerinden LGBT bireyler de bu kampanyanın doğal olarak içindeydi. Nefret Suçları Yasası dönemin AKP hükümeti tarafından kucaklanacak gibi görünüyordu. Zira nefret deyince sadece İslamofobi'ye takılan, diğer hedef gruplarını da desteklermiş gibi yapan bir iktidar için bulunmaz bir propaganda malzemesi idi; ama keşke işin içinde "LGBT'ler olmasaydı."
Nefret Suçlarına Yasa Kampanyası için çalışan gruplarla bizzat parti parti, komisyon komisyon gezdim. Tabii AKP'li komisyon başkanları, bizi büyük bir mutlulukla karşılıyorlardı, biz de başlıyorduk anlatmaya, hedef grupları diziyorduk birbiri ardına, yüzler gülüyordu, ta ki LGBT diyene dek. Yüzlerdeki gülümseme donuyor, dudaklar aşağı bükülüyordu. Bu böyle devam etti, gitti... Bugün Gelecek Partili olan Ayhan Sefer Üstün o dönem İnsan Hakları Komisyon Başkanı idi, onu da ziyaret ettik. Şimdi ne düşünür bilmem.
"LGBT'LER OLMAYAYDI"
Yine bir gün İslami kesimi temsil eden İnsan Hakları Araştırmaları Derneği, Nefret Suçları Yasası ile ilgili çalıştıklarını ve toplantı yapmak istediklerini söylediler. O dönem (daha sonra AKP Milletvekili de olan) Mazlum-Der eski başkanı Yılmaz Ensaroğlu bu kampanya için çalışıyordu. Onlarla da bir toplantı yaptık. Konu LGBT'ye geldiğinde yutkunuyorlardı. (İnsan hakları konusunda samimiyetine inandığım birkaç karşı mahalleliden biri olan) Ensaroğlu sonunda LGBT'nin açık bir şekilde bu yasa taslağında yer alması durumunda hiçbir surette kabul ettiremeyeceklerini belirterek, iktidarın bu konuda takıntılı olduğunu hissettirdi. Onlar farklı bir formülle bu işi çözmeye uğraşıyorlardı.
Neyse... Sonra bir gün TBMM kulisindeyiz, dönemin CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu (o kendi tatlı konuşma üslubuyla) dedi ki, "Bu Nefret Suçları Yasası LGBT'ye tosladı, vallaha LGBT'ler olmayaydı, çok rahat edeceklerdi..."
LİSTAG İÇİN UMUT VAR MI?
TBMM'de iken LGBT bireylerin hak ve özgürlükleri için çalıştım, ama oradaki esas gönül bağım LİSTAG'dır. Yani bu bireylerin ailelerinin kurduğu dernek. Sizin gibi, benim gibi sıradan insanlar, kadınlar, erkekler, hiçbiri dış güçlerin komplosu ile TC vatandaşı olmamış öğretmen, ev kadını, asker, emekli... Farklı bir çocukla yaşamayı öğrenmiş, sonra onu korumaya kollamaya adamışlar hayatlarını. Derneğin tek amacı var. Çocuklarının rahat bir nefes alması, çocuklarının insan haklarının tanınması, çocuklarının tüm diğer vergi veren vatandaşlar gibi sosyal haklardan yararlanması.
Pazar günkü nefret yürüyüşünün hükümet ve devletin kurumları tarafından desteklenmesi ve hatta tanıtımının yapılması, muhtemelen her büyük aile içerisinde bir farklı cinsel yönelime sahip akrabası olan, ya da arkadaş çevresinde en az bir arkadaşı olan tüm kesimlerin yaşam alanına yönelik bir saldırıdır. Bu ülkede rahat bir nefes almak herkesin hakkıdır. Bu yazının konusu olan umudun meselesinin, LİSTAG içinde de büyüdüğüne inanıyorum. Boşa çıkmasın.