Dertleri dert edenler
“Alevilerden sana ne? Aleviler Müslüman, sen Hıristiyansın” sözü de edildi Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında. Bu sözün söylendiği milletvekili Garo...
“Alevilerden sana ne? Aleviler Müslüman, sen Hıristiyansın” sözü de edildi Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında. Bu sözün söylendiği milletvekili Garo Paylan, bu ülkenin "azınlık" etiketi yemiş bir topluluğunun evladı olarak çok çeşitli laf sokma, alay, tehdit, aşağılama, sözlü şiddete aşinadır, yaşamıştır bunları; ama böylesini duymamıştır. Yüzündeki şaşkınlık onu gösteriyordu.
Konu malum, çok konuşuldu, tekrarlamayacağım ama Alevi'nin derdiyle Alevi, Ermeni'nin derdiyle Ermeni, Roman'ın derdiyle Roman, Kürdün derdiyle Kürt ilgilensin istiyor siyasal İslamcı. Oysa Garo Paylan, her alandaki mağduriyetle ilgilenir. Garo Paylan'a bu inanılmaz sözleri sarf eden Cemal Öztürk daha sonra özür dilemiş ama yaptığı açıklamayı anlayan beri gelsin. Ama anladık biz onu. Hep anlıyoruz. İçlerindeki bastırılmış tek tipçilik; kendisinden değişik ve farklı olana ön yargı; azınlık düşmanlığı böyle anlarda insiyaken dışarı fırlayıveriyor. Herkes "haddini bilsin" istiyorlar. Alevi de, Ermeni de, Kürt de onların verdiğiyle yetinsin. Hatta Kürtlerin ağırlıklı oy verdiği partinin başında da Kürt olsun, Türk'ün, Arap'ın, Zaza'nın ne işi var diyorlar. Mesela TBMM'de neden LGBT'lerin sorunlarıyla ilgilendiğimiz müstehzi gülüşlü merak konusuydu. Acaba biz de mi LGBT idik?
YOKSULSUN SEN YOKSUL KAL
Siyasal İslamcı yoksul da onlara bağlı kalsın, muhtaç yaşamayı sürdürsün; yoksulun derdiyle varlıklı da ilgilenmesin istiyor. Varsa parası siyasal İslamcıya ödesin, o da damla damla akıtsın yoksula; ölmeden sürünsün istiyor. Komisyonda Paylan'a yapılan hadsizliği duyunca aklıma yine TBMM'de yaşanan başka bir diyalog geldi. CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay kürsüde yoksullukla ilgili konuşurken, "Arkadaşlar millet aç, perişan. Evet herkesin midesine bir şey giriyor; kuru ekmek giriyor" demişti. Bunun üzerine AKP sıralarından Denizli Milletvekili Şahin Tin -Meclis tutanağına da yansıyan- şöyle bir laf atmıştı: “O zaman aç değil demek.”
Yoksulların sorunlarından, derin yoksulluktan söz eden orta halli, varlıklı ya da zengin insanları, "yoksulluk edebiyatı" "fakirlik edebiyatı" yapmakla suçlayanlar var. İşte onlar yoksul hep siyasal İslamcının fitresine, sadakasına, yeşil kartına muhtaç kalsın, oyunu üç kuruşa böbrek satar gibi satmaya hazır beklesin istiyor. Oysa bu ülkenin normal ve insan onuruna yaraşır gelirde yaşayan vatandaşları -beşli çete vb. bu ülkeden kazanıp bu ülkede yaşamayanları ayrı tutuyorum- yoksullaşmayı elbette dert ediyor.
Çevreleri kadar zengin, arkadaşları kadar özgür, sevdikleri kadar mutlu olabileceklerini biliyorlar; ülkenin çıtası kadar iyi olabileceklerini, daha fazla değil. Akşam pazarından ucuz gıda almak zorunda kalan, bakkaldan ancak yüz gram peynir satın alabilen, çocuğuna dondurma alamayan, günlük yumurta yediremeyen, haftada ancak 2 kez makarna yapabilen insanların derdi yalnızca onların değil, herkesin derdidir.
KAMPANYACILAR HAİN
SMA'lı bebekler yıllardır bu ülkede yaşayan vicdanlı vatandaşların dert ettiği bir konu. Sağlık Bakanlığı bu bebekleri yaşatacak ilaçları temin etmiyor. Hatırlar mısınız, çok pahalı bu ilaçlar için sanatçı Fırat Tanış, bir diğer sanatçı İlkay Akkaya'nın paylaşımını alıntılayarak, "Varlık Fonu'na aktarılan 75 milyon SMA hastası çocuklar için kullanılsın" notuyla takipçilerinden destek istemişti. Her akşam haberlerde SMA'lı çocukları izleyerek gerçekten üzülen insanlar bu kampanyaya destek verince birden Türkiye'de gündem oldu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bu duyarlılığa kızmış, bir de kampanyayı kirli ilan ederek kampanyaya katılmak isteyenleri hafif yollu tehdit etmişti: "Kirli kampanyaya alet olmayın". Nedenmiş kirli? Çünkü ülke itibarı zedeleniyormuş.
Birinin derdini dert etmekle bu ülkenin itibarı hep zedelenir nedense. Gazetecinin yazdığından, siyasetçinin söylediğinden, edebiyatçının romanından, müzisyenin şarkısından ülke itibarı zedelenecek kadar kırılgan. Hayatını işkence, kötü muameleyle mücadeleye adamış adli tıp doktoru Şebnem Korur Fincancı'nın söylediklerinden Türk ordusu, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin itibarı zedelenmezdi; bilakis böyle bir insan haklarına aykırı kullanımın olmadığının kanıtını dünyaya açmak itibardır. Ama böyle bir tutuklama yalnızca TSK'nın değil, ülkenin itibarını zedeleyici olacak.
DERTLERİ DERT EDİNMEK
Başkasının derdini dert edinenleri sevmiyorlar. Hatta onlara karşı ciddi bir husumet besliyorlar. Ama bunun parasal, rantsal ve iktidarlarını sarsan bir tarafı var elbette. Örneğin kentsel dönüşüm ve afet yasası adı altındaki rant devşirme ve soylulaştırma politikalarının mağduru olan eski mahallelerin sakinlerine sahip çıkan toplumcu avukatlara düşmanlar. Bu yasaların mahalleleri, semtleri tehdit etmeye başladığı günlerde bu mahallelerin avukatlığını üstlenen Selçuk Kozağaçlı ve ÇHD'li pek çok avukatın tutuklanmaları tesadüfi değil.
Aynı şekilde sosyal cinayetlerin peşine düşen avukatlar, çeşitli defalar iktidarın kolluk kuvvetlerinin ya da onunla birlikte yürüyen dinci cemaatlerin tehdit ve şiddetlerine maruz kaldı. Bugün Can Atalay içeride ise nedeni Soma'dır, Aladağ'dır, Çorlu'dur, Gaziosmanpaşa mahallesidir. Aynı şekilde Mücella Yapıcı da kent hakkını özümsemiş, bu hakkı gasp edilen vatandaşın mağdur edilmesini dert edinmiştir.
AMASRA KADER DEĞİL
Amasra'daki sosyal cinayet olur olmaz oraya toplumcu avukatlar akın etti. Bu işin gerçek sorumluların yargılanmasının önünün kesilmesine engel olmaya çalışan avukatlar, ailelerle görüşüp ilk izlenimleri aldılar. İktidar da hatırı sayılır bir devlet kadrosu ile oraya gelip "güzel bir ölüm ve cenaze töreni" için tüm imkanlarını seferber etti. Ama keşke, bu madenlerdeki iş güvenliği, denetim, insanca ve insan onuruna yakışan bir çalışma süresini doğru dürüst yönetip, sonradan ölüme yatırım yapmak yerine en baştan yaşama yatırım yapsaydı.
Ama bu ölüme övgüye karşı yaşama saygıyı savunan hukukçular, siyasetçiler, gazeteciler, demokratik kurumların temsilcileri, vatandaşlar da oraya akın etmişti. Hesap sormak ve hesabın sorulmasını zorlamak için. Devlet ayağına dolanan, canını sıkan, davaların uzamasına, rantların sekteye uğramasına sebep olan bu gönüllüleri sevmiyor. "Bunlar da kim oluyor" demeye getiriyor çoğunlukla. Ama aileler dava süreçlerinde yanlarında kimlerin olduğunu biliyorlar. Tıpkı evlatlarının kader kurbanı olmadığını bildikleri gibi, dertlerini dert edinenlerin kendilerine derman olacağını biliyorlar.