Orda kaldı yanağımızın yarısı...
2013 yılı, soğuk bir Ocak günüydü, daha Gezi olmamıştı. Ama AKP iktidarının çift kepçeye astığı pankart gibi bir yıkımın seslerinin sokak sokak, mahalle mahalle, ilçe ilçe, yayılacağının habercisi gibi bir gündü. İstanbul'un en eski semtlerinden biri, kentsel dönüşüm adı altındaki rant tuzağına çekilmişti. Mahalle sakinleri yerlerinden yurtlarından edilmeye karşı mücadelelerini sürdürürken, bir grup akademisyen, mimar, şehir plancı, yerel yönetici de onlara destek vermeye gelmişti.
Haliç'in kıyısında dar sokakları, ahşap binaları ile tarihi yarımadanın en korunası mahallelerinden Ayvansaray Tokludede ahalisi, Fatih Belediyesi'nin kentsel dönüşüm bahanesiyle gerçekleştirdiği hukuksuz yıkımlara karşı suç duyurusunda bulunmuştu. Mahalle sakinleri, bu zorunlu sürgüne karşı direnmeye, kamuoyu yaratmaya ve yaşadıkları mahalleyi, evlerini kurtarmaya çalışıyorlardı. Belediye, tarihi binaları teker teker yıkarken yine bugün olduğu gibi mahkeme kararını tanımıyordu. "Yürütmeyi durdurma kararı aldığımız bu projeler hakkında karar veren kurumlar baskı altında tutuluyor" diyordu, sarışın ufak tefek kadın. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi adına konuşuyordu.
Mücella Yapıcı'yı o gün orada tanıdım.
Basın açıklamasından sonra kalanlarla birlikte mahalle kahvesine gittik. Çok soğuktu. Sıcak çay bardaklarıyla elimizi ısıtırken birbirimize de ısınmıştık. Ortak tanıdıklar vardı. Sonra da öğrendiğime göre zaten o alanda herkes Mücella'yı tanırmış. Kent, şehircilik, mimari konularda çok saygın bir isim olarak anılan Mücella için bir arkadaşımız şöyle demişti:
"Mücella Yapıcı bir mahalleye, bir sokağa, bir alana, bir binaya girdiğinde 360 derece görüş alanındaki bütün mimari, kentsel ve yaşamsal kusurları görebilir."
İSTANBUL’A 360 DERECEDEN BAKMAK
Böyle tanımlamışlardı Mücella'nın yetkinliğini.
O İstanbul'a 360 derece baktı. Yalnızca İstanbul'a da değil Türkiye'ye 360 derece baktı, insanlara, hayvanlara, doğaya baktı ve çok endişe etti. O gün endişe ettiği ve mücadele ettiği her şey bugün hem vatandaşın sırtında hem de ülkenin kaynaklarının üzerinde bir yük.
Sonraları daha çok buluştuk sokaklarda, meydanlarda, basın açıklamalarında. En çok da Taksim'in muğlak bir hedefle dönüştürülmesine karşı süren hukuki ve toplumsal mücadelede vardı. Ama elbette yalnız değildi, bugün kendisiyle aynı nedenlerle tutuklu bulunan İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı Tayfun Kahraman ve İstanbul Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay da oradaydı.
Şehirlerin birer yatırım ve zenginleşme aracı değil, insanların yaşam alanları, yaşadıkları yerler olduğundan yola çıkarak mücadelelerini sürdüren bu toplumcu mimar, şehir plancısı ve avukatlar, çevresel değerleri ve kentin çıkarlarını gözetmeden, kısa vadeli ekonomik gerekçelerle, emlak eksenli mega projeler yapılmasına karşı çıktılar. Tarlabaşı'nda, Okmeydanı'nda, Gaziosmanpaşa'da, Sulukule'de verilen mücadelelerde vatandaşın yanında durdular.
İşte sonra Mayıs oldu, Haziran oldu, Gezi oldu. Bütün Türkiye onları tanıdı.
KENT HAKKINI ÖĞRETTİ
Mücella 27 Mayıs 2013 günü kepçenin önüne geçti, sonra da Gezi Parkı'na sahip çıkmak isteyenlerin önünde yürüdü. Bu yürüyüş daha sonra kente dair, şehre dair, şehir yaşamına, şehir ekolojisine, tarihine, kültürüne, sanatına, ulaşımına, sağlığına, eğitimine dair mücadelede yol gösterici, eğitici oldu oldu. Kent hakkını öğrendik hepimiz.
1990'ların sonu ve 2000'li yıllarla dünyanın çeşitli merkezlerinde ve metropollerinde başlayan bu tür sivil kent direnişleri üzerine çalışan dünyaca ünlü antropolog David Harvey, İstanbul Mimarlar Odası'nın daveti üzerine verdiği bir konferansta Gezi Parkı Direnişi’nin, tüm bu direnişler içerisinde eşsiz ve benzersiz bir yönü olduğunu belirtmiş, buradaki çevre ve kent hakkı talebine vurgu yapmıştı.
"Şehir hakkı fikri bir takım entelektüel heves ve modalardan değil, asıl olarak sokaklardan, mahallelerden, ezilen insanların çaresiz zamanlarında yükselen yardım ve destek çığlığından doğmaktadır" demişti.
İşte İstanbul'un ve Türkiye'nin pek çok mahallesinden yükselen bu çığlıklara koşan arkadaşlarımız, bugün iki kepçe arasına pankart gibi asılan yıkım şölenine hiç kimse "dur" demesin diye tutsaklar.
Bugün Dünya Şehircilik Günü ve biz onlara kocaman bir minnet borçluyuz. Kepçelere değil ama, bir gün ağaçlara asacağız o pankartları, şehirleri kutlayacağız parklarda, meydanlarda, mitinglerde. Tıpkı her yıl yaptığımız Kent Mitingleri gibi...
Ah Mücella
Seni hoyrat bir makasla bu kentin fotoğrafından oydular, orda kaldı yanağımızın yarısı...
Ama yine yanak yanağa fotoğraflarımız olacak.
Yine kent mitinglerinde "İstanbul Bizim" diye haykırarak...