Bana Umut Ver Jo'Anna
Johannesburg, 1917'te kurulan ve dünyanın en büyük şirketlerinden biri haline gelen, Güney Afrika'da hem altın madenciliğine hem de elmas madenciliğine hakim olan Anglo-American Corporation'ın genel merkezi oldu...
Gimme hope Jo'anna (Bana umut ver, Jo'anna)
Hope Jo'anna (Umut, Jo'anna)
Gimme hope Jo'anna (Bana umut ver, Jo'anna)
'Fore the morning come (Sabah olmadan)
1980'lerin sonundan beri bu hareketli reggae parçasına eşlik edenlerin pek çoğu, bunun ırkçılık karşıtı protest bir şarkı olduğunu belki de bilmez. Guyana asıllı İngiliz şarkıcı Eddie Grant, 1988'de çıkardığı bu single'ı ile Güney Afrika'daki Apartheid Rejimini ve ona karşı mücadeleyi işaret ediyordu.
Kurulduğu günden beri çok çeşitli adlara sahip olan, bugün hala Jo'burg, Jozi, Joni, Jobhag ve daha pek çok yaşayan isimleriyle çağrılan Johannesburg'a, Eddie Grant bu şarkısında Joanna adlı bir kadın ismini verdi. Kıtanın siyah halkını ve yoksulu ezen, güçlülerle işbirliği eden, zenginliğe tapan ama yavaş yavaş da sonunu geldiği hissettirilen bir ırkçı diktatörün profilini anlatıyor. Belki, elmas, altın ve mücevherden esinlenip bir kadın adı koymuş olabilir müzisyen; ama zaten Johannes'in de kim olduğu pek belli değil. Zira bölgede altının bulunmasından sonra 19. yüzyılın sonlarında şehir kurulurken, o yıllarda adı Johannes olan çok kişi var. Çünkü Johannes, Hollanda kökenli Afrikalılar arsında yaygın bir isim.
Altına Hücum
Bir de (Place of Gold) diyorlar oraya, yani Altının Yeri. Herkes kendi dilinde söylüyor. Örneğin Zulu dilinde eGoli.
1884'te bu bölgede altının parıltısı ilk kez göz kamaştırdığında bunun haberi hızlıca yayıldı. Geçen hafta anlattığım elmas avcısı Cecil Rhodes dahil pek çok altın arayıcısı bölgeye akın etti. Kısa süre sonra Witwatersrand'da çok daha zengin altın yatakları keşfedildi. İşte 1886'da Johannesburg'un bir çadır kampı olarak kuruluşu böyle başladı. Bir yıl sonra 3.000 nüfusa ulaştı. 1896'da ise Johannesburg, 100.000'den fazla nüfusa sahip bir şehir oldu ve belki dünyanın en hızlı büyüyen şehirlerden biriydi.
Elmasın, altının böylesine bol bulunduğu bir bölgenin, dünyanın emperyalleri tarafından rahat bırakılmayacağı aşikar. Size geçen haftalarda buraya gelip, çiftçi olup kendilerini doğal Afrikalı ilan eden Hollanda kökenli Afrikanerler ile buraya sömürge kurma amaçlı gelen İngilizler arasındaki Boer Savaşlarından söz etmiştim. Bu savaşlar sona erip İngiltere kazandıktan sonra, yeni göçmen dalgaları buraya doğru akın etmeye başladı. Kimi çalışmaya, kimi çalıştırmaya geldi. Madenlerin cazibesi gelişmekte olan şehre Avrupalı göçmenleri de tıpkı şarkıdaki gibi bir umut için Johannesburg'a getirdi. Altını elde etmek daha derinlerine inmek gerekti, daha çok işçi, daha çok göçmen geldi. Zira Johannesburg yakınlarındaki madenler, bazıları 4.000 metreye varan çok derinlere inen, hatta dünyanın en derin madenleri arasındaydı. Çok fazla emek gerektiriyordu. Emek ise yalnızca bu bölgeden değil dünyanın çeşitli sömürge bölgelerinden gelen işçi kölelerle karşılanacaktı.
Altın, Johannesburg'un hızlı büyümesinin bel kemiği oldu. Zamanla, işletmeler kuruldu ve özellikle siyahların topraklarını gasp eden 1913 Yerli Toprak Yasası'ndan sonra, giderek daha fazla insan iş aramaya ve biriken bu servetten pay almaya geldi. Binalar yükseldi ve banliyöler 1700km²'lik bir alanı kaplayarak her yöne yayıldı.
"Sistem kardeşe boyun eğdirir"
Well Jo'anna she runs a country (Jo'anna'nın idare ettiği bir ülke var)
She runs in Durban and the Transvaal (Durban'ı ve Transvaal'i yönetir)
She makes a few of her people happy oh (Halkının az bir kesimini mutlu eder)
She don't care about the rest at all (Geri kalan mutsuzlar umurunda değildir)
She's got a system they call apartheid (Apartheid denen bir sistemi vardır)
It keeps a brother in subjection (Sistem kardeşi esir eder)
But maybe pressure will make Jo'anna see (Ama belki Jo'anna'ya da görecek)
How everybody could live as one (Herkesin nasıl bir arada yaşayabileceğini)
Johannesburg, 1917'te kurulan ve dünyanın en büyük şirketlerinden biri haline gelen, Güney Afrika'da hem altın madenciliğine hem de elmas madenciliğine hakim olan Anglo-American Corporation'ın genel merkezi oldu. Altın ve elmas patronları zenginleşirken, Johannesburg çevresi madenlerde ve ağır işlerde çalışanların kasabalarıyla doldu. Apartheid adı altında 1948'den itibaren Güney Afrika'ya kapsamlı bir ırk ayrımı sistemi empoze edildi. Johannesburg ekonomisi Avrupa'dan gelen yüz binlerce vasıflı beyaz işçi ve Güney Afrika'nın diğer bölgelerinden gelen yarı vasıflı ve vasıfsız siyah işçilere bağlıydı. Birlikte çalışmalarına rağmen, Apartheid rejimi tarafından ayrı yaşamaya zorlandılar.
Bugüne bir bakış atalım:
Bugün de Johannesburg adı Apharteid olmayan ayrı bir ayrılık yaşıyor. Johannesburg'un lüks ve yüksek duvarlar, elektrikli-dikenli tellerin içindeki siteler ya da bahçeli villalarda yaşayanlar ile, sokaklarında çöp dağları, evsizler, dilenciler, suç çetelerinin kol gezdiği mahalleleri. Ve 19. Yüzyılın bu dev şirketlerinin bulunduğu semtler şu an hayalet bölge gibi. Her biri Victoria Yüzyılının o şahane mimarisinin örneği olan bu sanat eseri binalar, Johannesburg'un şiddete, suça, uyuşturucuya, kapkaça terk edilmiş mahallelerinin ortasında bir açık hava müzesi gibi duruyor.
O ilk maden çıkarma aletleri, vagonlar, dönem madenciliğine dair ne varsa hepsi orada. Tabii biz bu yerlerden otobüslerle geçebildik. Çünkü Johannesburg'a gelenler özellikle tur şirketlerinin sorumluluğunda iseler, belli alanların dışına çıkarılmıyorlar. Zira her an her şey olabilir. Bunları ilk duyduğumda çok inanmasam da daha sonra yakın tanıkların anlattıklarını durunca biz de o sınırlar içinde kalmaya gayret ettik.
Buraya baktığınızda aslında diğer semtlerdeki refahı göremiyor, belediyecilik ve çeşitli kamusal hizmetlerin uğramadığını görüyorsunuz. Tam da yanında çok değerli binalar, değerlenebilecek bölgeler var. Bence bir kentsel soylulaştırma bekliyor burayı. Bölgeyi iyice suça terk edip sonra soylulaştırıp cazibe merkezi haline getirecekler. Nedense bana öyle geldi.
Tekrar 20. Yüzyılın başlarına dönelim.
Pasif Direnişin Doğuşu
20. Yüzyılın başlarında Johannesburg kasabasının sokaklarında gezen bir göçmeni daha sonra bütün dünya tanıyacaktı. 1903 yılında bir hukukçu Johannesburg'a geldi ve tam 10 yıl burada yaşadı. Afrika Ulusal Kongresi 1912'de kurulduğunda benimsenen Satyagraha yani pasif direnişi geliştirerek bölgede yaşayan Hintli ve Çinlilere de eşit muamele için savaştı. 1915 yılında ise pasif direnişi kendi toplumunun bağımsızlık mücadelesi için yaygınlaştırmak üzere ülkesi Hindistan'a döndü. Bu kişi Mahatma Gandhi idi.
Bugün Johannesburg'da adına ziyaret edilebilecek müzeler ve heykeli var.
Soweto Kuruluyor
1904'te Johannesburg bölgesinde çıkan bir veba salgını yüzünden maden kasabasının bir bölümü tahliye edilerek orada yaşayanlar 25 km güneyde Kliptown'da kurulan yeni yerleşime gönderildi. İşte bu yerleşim Soweto'nun başlangıcı oldu. Soweto, Johannesburg'un eteklerinde, çoğu altın madenlerinde çalışan yerli Afrikalı siyah işçilerin yaşadığı bir yerleşimdi. Daha sonraları da Johannesburg'un Beyaz tarafından belirlenen diğer banliyölerinde yaşamalarına izin verilmeyen yalnızca siyahlar için bir yerleşim bölgesi olarak ayrılmıştı.
1950'lerde hükümetin, siyah aileler için kasabalar inşa etme politikası doğrultusunda Soweto'nun 50.000 kişiye ev sahipliği yapması amaçlanmıştı, ancak kırsal kesimden binlerce işsiz siyah iş bulmak ve bir gelir elde etmek için Johannesburg'a gelince nüfus patlaması oldu.
Apartheid'e karşı direniş
Johannesburg gelişirken bir yandan da ülkenin ırk ayrımcılığına karşı mücadelesinin merkezi haline geldi. Apartheid karşıtı mücadelenin iki önemli ismi Nelson Mandela ve Walter Sisulu burada direnişi yükseltti. 1950’de Mandela Afrika Ulusal Kongresi ANC’nin ulusal yürütme komitesine seçildi. 1955’te toplanan Halk Kongresi, Mandela’nın da hazırlayıcıları arasında yer aldığı Özgürlük Sözleşmesi’ni Klipton'da bir futbol sahasına toplanan halka birlikte kabul etti. Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı bağımsızlığı ve özgürlüğü, ırkçı rejime karşı demokrasi mücadelesini savunuyorlardı. Bankaların, altın madenlerinin ve toprakların devletleştirilmesi, topraksız köylülere toprak dağıtılması, siyah halka serbest ikamet ve dolaşım hakkı, ırk ve milliyet ayrımı olmaksızın parasız ve zorunlu eğitim, asgari ücret belirlenmesi ve çalışma saatlerinin kısaltılması gibi yoksul siyah işçi ve emekçiler tarafından desteklenen talepleri vardı. Mandela'nın elinde Özgülük Sözleşmesinin olduğu halde bir heykeli Johannesburg Havaalanı girişinde şehre gelenleri selamlıyor.
1960 yılına gelindiğinde ANC yasaklandı ve silahlı mücadeleye yöneldi. 11 Temmuz 1963'te ANC'nin üst düzey yöneticileri Olan Mandela ve arkadaşları Johannesburg'un eteklerindeki bir çiftlikte eylem planı hazırlarken tutuklandılar. Bu Çiftlik evi artık bir Dünya Mirası alanı olarak korunuyor ve günün olaylarını görsellerle belgeliyor. Bu tutuklamanın ardından açılan davada Aralarında Mandela ve Sisulu'nun da bulunduğu sekiz kişi vatana ihanetten ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Soweto Katliamı
I hear she make all the golden money (Duydum ki parayı altından kazanıyormuş)
To buy new weapons any shape of guns (Yeni yeni silahlar almak için)
While every mother in black Soweto fears (Siyah Soweto'da her annenin korkusu)
The killing of another son (Başka bir oğulun öldürüleceği olması iken)
Nelson Mandela ve arkadaşlarının cezaevinde olduğu süre boyunca ne Apartheid rejimi şiddeti azalttı, ne de topraklarında eşit vatandaş olmayı isteyen siyah Afrikalılar direnişlerini... Çok ölüm, çok işkence, çok kıyım oldu. 16 Haziran 1976'da Soweto'da, siyah okul çocuklarının eğitim hakkı için yürüyüşe geçmesine silahlarla karşılık veren polis çoğu çocuk 575 kişiyi öldürdü. Ancak bu olay bütün dünyanın gözünü Güney Afrika'ya çevirdi. Yine de şiddet sona ermedi. 1980'li yıllarda Apartheid'e karşı ülke çapında protesto, grev ve ayaklanmalar sürdü. Ta ki 1989'da Frederik Willem de Klerk gelip, Mandela ve arkadaşlarının cezaevinden çıkmaları ve Apartheid rejimine son vermek için inisiyatif kullanana dek.
Apartheid'den sonra
Mandela, 1990'da hapisten çıktıktan sonra Johannesburg'da yaşadı. Üçüncü eşi Graça Machel ile Johannesburg'un çok iyi bir semti olan Houghton'a yerleşti ve burada öldü. Bugün Vilakazi caddesi 9 Numarada evi müze olarak bulunuyor. Mandela'nın bu semtte yaşama nedeninin siyahlara da bu semtlerde yaşayabilecekleri güvenini vermek olduğu söyleniyor.
Güney Afrika'da Apartheid yasalar üzerinde bitti ama sosyal hayatta devam ediyor. Şehir tüm canlılığına, iş hayatındaki hareketliliğe, büyük bir ticaret merkezi ve o ölçüde turist çekmesine rağmen dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri olarak biliniyor. Bu nedenle turistler kendileri için güvenli alışveriş merkezi restoran komplekslerinin içinde kalıyorlar. Oteller bölgesi bile ayrı yerde, bölgeye giriş çıkışlarda güvenlik kontrolü yapılıyor.
AVM'ye sıkışan güvenlik
Turistlerin en çok geldiği yer Mandela Meydanı, bir alışveriş merkezinin avlusu. Etrafı restoran ve barlarla çevrili bu mini meydanda Mandela'nın kocaman bir heykeli ve çeşitli sanatçıların yaptığı, Güney Afrika'daki mücadeleyi temsil eden heykeller var. Bir küçük açık hava müzesi Alışveriş merkezinin içinde de Mandela ve son eşi Graça Machel'in balmumu heykelleri var. Ancak bu heykellerin bir özelliği Mandela'nın giydiği markanın reklamını yapıyor olması. Zira heykeller o markanın kreasyonları ile giydirilmiş durumda. Bu AVM'de de Mandela'nın giydiği President markasının butikleri bulunuyor.
Aynı şekilde bir de Rosebank bölgesi var. Burada da açık ve kapalı havada yiyip içip alışveriş edebileceğiniz AVM'ler var. Ancak AVM'nin çıkışındaki yolda sizi güvenlik bekliyor. Zira önünden geçen cadde artık güvenli bölge değil, sınır gibi. Geçip geçemeyeceğinizi sorduğunuzda yanıt "geçebilirsiniz tabii ama başınıza her şey gelebilir" oluyor. Bu nedenle bir koşu gidip caddede fotoğraf çektirdiğimiz Johannesburg'ta hiç olmazsa böyle bir fotoğrafımız da olsun istiyoruz.
Eğitim ve Spor
Güney Afrika eğitim konusunda dünyada önemli ülkelerden biri, dünyanın pek çok yerinden öğrenciler buraya okumaya geliyor. Johannesburg'un içinde kocaman bir arazide bir okulun önünden geçtik mesela. Dikenli tellerle çevrili okul bir lise imiş. Binasıyla yeşil alanları ve spor tesisleriyle çok iyi görünüyor. Yıllık fiyatının ise 80.000 TL olduğunu söylediler.
Son olarak şehrin çok ünlü bir yeri olan Johannesburg Ellis Park Stadyumu'ndan da söz edelim. Bu stadyum pek çok spor karşılaşmasına ev sahipliği yaptı, ancak bunların en ünlüsü 1995 yılında oldu. Mandela'nın büyük gayretleriyle moral ve motivasyon kazandırılan rugby milli takımı, rakibi olan dünyanın en güçlü takımı Yeniş Zelanda'yı yenmek için bir mücadele başlatır ve yenerek kupayı alır. Ancak bu maçı özel yapan, içinde tek siyah bulunan ve hala Afrikaner ve İngiliz oyuncuların takımı olan rugby milli takımına, artık ülkenin tek milli marşı olan Xhosa dilindeki Nkosi Sikelel' iAfrika yani Tanrı Afrika'yı Korusun marşını söyletmek oluyor.
Film Tavsiyeleri
Bu anın filmi Invictus adı altında çekildi. Morgan Freeman'ın mandela'yı oynadığı filmi izlemenizi tavsiye ederim, hele ki bu final sahne şahanedir. 4 tane daha film tavsiyesi vereyim.
Nelson Mandela'nın hayatını anlatan Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol'u mutlaka izleyin. Soweto Eyleminin konu edildiği, Whoopi Goldberg'in oynadığı Sarafina adlı müzikali izleyin. Geçen hafta sözünü ettiğim Steve Biko'nun hayatının anlatıldığı, yakın arkadaşı gazeteci Donald Whoore'un yazdığı romandan uyarlanan Özgürlük Çığlığı filmini izleyin.
Bir de Sugarman adlı dokümanteri izleyin. Ülkesi Amerika'da değil, haberi olmadan Güney Afrika'da meşhur olmuş, hatta Apartheid döneminde şarkılarıya halka moral olmuş bir şarkıcının inanılmaz gerçek öyküsüyle içiniz ısınsın.
Haftaya Vahşi Afrika'dayız