LGBTci mektubu
Pınar ablanın gözyaşları, Sema ablanın tedirgin gülümseyişi ve Şule ablanın endişeli yutkunuşu beni “LGBT’ci” yapıyor ise buyursun yapsın. Yeter ki onlara tek bir nefes olayım; sonuçta cenneti de onların ayaklarının altından çekemeyeceksiniz ya.
Pınar Abla’nın, Şule Abla’nın, Sema Abla’nın yüzüne gözlerinizi kaçırmadan bakabilir misiniz ve bu söylediğiniz ağır sözleri onların da yüzüne söyleyebilir misiniz? Zannetmiyorum. Zira böyle bir cesaretiniz yoktur. Çünkü bu kadınlar, bu anneler, babalar, kardeşler, büyükanneler, evlatlarının rahat bir nefes alabilmeleri için, sizden doğru gelen ve toplumun bir kesimine kasıtla yaydığınız bir nefret söyleminin hedefi olmasınlar diye, hatta bir nefret cinayetine kurban gitmesinler diye dayanışarak sizin tahayyül gücünüzü aşan cesaretle bir mücadele veriyorlar.
Siz de bu insanların bu ülkeye uzaylılarca gönderilmediklerini ya da dış mihraklarca bırakılmadıklarını, her birinin birer vatan evladı, bu ülkeye hizmet etmiş vergisini ödemiş anne ve babaların normal doğmuş çocukları olduklarını, hiçbirinin hasta olmadığını, bu durumun ezelden beri toplumda var olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığınız döneminde empatik konuşmalarınızla oy istediğiniz bu insanların büyük çoğunluğunun 2002’den hemen sonra iktidarlarınızın ilk yıllarında, sırf yarattığınız geçici demokrasi ve özgürlük baharları yüzünden oylarını size verdiklerini de biliyorsunuz.
Ama artık ne demokrasiye ne özgürlüklere ne de bu insanların desteğine ihtiyaç var; tıpkı sizi eskiden destekleyenler gibi…
2011 yılında yani ustalık dönemi seçiminize giderken ben de İstanbul İkinci Bölge Milletvekili Adayı idim. O günlerde İstiklal Caddesi’nde stant açan bu aileler “bizimle, bizim çocuklarımızın sorunlarıyla ilgilenin” diye derneklerine çağırmışlardı. Pınar Abla “bizim çocuklarımıza yardımcı olacak mısınız” derken, gözlerinden akan yaşlarını siliyor, “rahatça nefes alabilmelerini istiyorum, başka gayem yok” diyordu. Pınar abla bugün çıkıp TBMM Genel Kurulu’nda neyi nasıl yaşadıklarını anlatsa hiçbir şey eskisi gibi olmaz sizler için. O günlerde çocukları büyürken yaşadıklarını anlattıkları, inkarları, isyanları, çabalamaları ve sonunda kabulleniş deneyimlerini paylaştıkları Yönetmen Can Candan imzalı “Benim Çocuğum” belgeselinin gösterimine bütün siyasi parti temsilcilerini çağırmışlardı. Partinizden (bilemiyorum görevli olarak mı gelmişti ama) katılan tek cesur vekil Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu’nun - pek renk vermek istemese de - belgeseli sarsıcı bulduğunu biliyoruz. Zaten kim olsa sarsılırdı. Hiç olmazsa ailelerle bir empati kurulabilmesi için belgeselin TBMM çatısı altında gösterilmesi talebimizi, dönemin Meclis Başkanı Cemil Çiçek farklı bahanelerle reddetmişti. Zira kimsenin gerçeklerle yüzleşecek cesareti yoktu Meclis’te.
O günden bugüne nefret söyleminizin dozunu iyice yükselttiniz. Hatta temsili harflerden terör örgütü bile çıkarmaya kalktınız. Bağırdınız, çağırdınız, yuhalattınız, iyice hedef yaptınız. Bu hafta da grup konuşmanızda es geçmemişsiniz.
Öyle olsun bakalım.
Pınar ablanın gözyaşları, Sema ablanın tedirgin gülümseyişi ve Şule ablanın endişeli yutkunuşu beni “LGBT’ci” yapıyor ise buyursun yapsın. Yeter ki onlara tek bir nefes olayım; sonuçta cenneti de onların ayaklarının altından çekemeyeceksiniz ya.