Tarih ve rakam oyunları
6'lı Masa'nın yerinde olsam Çağlayan'da yapardım ilk İstanbul mitingini. "Hukuksuzluğa ve adaletsiz saraylara son" demek için.
Tarihleri ve sayıları yönetmekte çok usta oldukları aşikar. Ülkenin sancılı günlerinden mağduriyet çıkartmak üzere bir ajandaları var. Tarihten kendilerine uygun takvim yapraklarını koparıp koparıp koyuyorlar masa üstüne. Bu tarihler zaten ülkenin travma tarihinin de birer parçası olduğu için hemen benimseniveriyor. Mesela 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu, birkaç yargı maddesiyle ülkeyi silindir gibi ezmiş, ama bugün neredeyse hiçbir hükmü kalmamışken, 12 Eylül 1980 ruhu hala dipdiri duruyor. Bu tarihlerin biraz da muhalefet tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Demek istediğim, daha doğrusu itirazım şu: AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs lafını eder etmez "önce ben demiştim"ciler teker teker gündeme atladı. Yetmedi bu tarihten geriye doğru zaman çizelgeleri çıktı. Evet bir grup "bu kararı tek başına veremez" diye itiraz ediyor ama bu itiraza rağmen "14 Mayıs" tarihi hızla yayıldı, benimsendi. 14 Mayıs'ın Demokrat Parti'nin iktidara geldiği gün olduğu için Erdoğan da iktidara gelme (!) günü olarak bu günü belirlemiş, uzun zamandır da Türkiye'nin önemli gazetecileri yazarları yazıyormuş.
Zaten yazılsın, benimsensin, konuşulsun ve kabullenilsin diye kurgulanmıyor mu bu?
Tek bir kez dillendirmeye bakar her şey
Okuduğum kitapların genelini unuturum ama bazı sözler hiç aklımdan çıkmaz, kenara yazarım. Durduk yere bir konu, bir isim, bir tarih dillendirilmeye başlandığında hep aklıma gelen bir alıntı vardır: Sartre'ın Denemeler'inde Stendhal'ın Parma Manastırı romanındaki gizli aşka atıfta bulunarak "Kont, 'aralarında aşk sözü geçti mi yandığım gündür' der. Ne demektir bu, bir şey adlandırıldı mı oldu bitti demektir. Yalnız adının konması yetiyor" diye izah ediyor Sartre. Bölümün özü aslında yazarın yazma, susmama sorumluluğu ile ilgili. Ama bir yandan da "dillendirmenin" etkisi üzerine bir yazı. Türkçemizde "aman dillendirmeyelim" diye kalıp vardır. İşte bu dillendirme meselesinin siyasette tesadüfi değil, taktik ve planlı etkisini iyi bilmeli siyaseti yapanlar. AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuyu ne kadar çok tekrarlarsa o kadar beyinlere nüfuz ettireceğini biliyor. Ama genelde ilk dillendirmeyi başkaları yapıyor.
Neden 5 Nisan değil
Bugüne gelirsek, anlayacağınız 14 Mayıs cini şişeden yeni çıkmamış, evvel zamanda çıkmış, yandaş yazar limonu sıkmış, muhalif yazar da tonikle içmiş bile... Ama ben mesela 6'lı masanın erken seçim ile ilgili yaptığı "6 Nisan öncesi yapılacak bir erken seçime destek verecekleri" yönündeki açıklamada, pası Cumhur İttifakı'na atmasına içerledim. Zaten normal seçime şunun şurasında birkaç ay kala erken seçimin dillendirilmesi, kabullenilmesine karşıyım. Ama madem tarih verecektiniz, 6 Nisan'dan önce şu tarihe yapalım deseydiniz ya. Edilgen olmaktan çıkıp etken olsaydınız ya.
Mesela 5 Nisan. Şahane gün. 1994 yılının Başbakanı, bugün de Cumhur İttifakı'nın yılmaz destekçisi Tansu Çiller'in ekonomiyi, Bakan Nebati ile yarışır gayrette batırdığı gün. Ne güzel kullanılırdı oysa... "5 Nisancılar aramızda hala, kurtulmak için sandıklara" diye... 5 Nisan'ı bilmeyen gençlere, Nebati Bakan'ın 21 Aralık 2021 KKM devalüasyonunu hatırlatmak yeterli. İşte öyle bir şey.
Gerçekten 6'lı Masa'nın neden 6 Nisan öncesi bir tarihi ortaya atmadığını anlamıyorum.
En acı gün
Şimdi elimizde eski Başbakan Adnan Menderes'in iktidara geldiği 14 Mayıs tarihi var. Peki bakalım başka ne var. Zira bu ülkede gün geçmez ki acılı bir günün yıldönümü olmasın.
14 Mayıs Türkiye'nin yakın döneminin en acılı günüdür. Bu iktidarın vahşi, insana rağmen ve insan canı üzerine inşa ettiği sözde büyüme politikalarının dayattığı ölümlerin en kitleselini 13 Mayıs akşamı yaşadığımız Soma Katliamının acı bilançosunun ortaya çıktığı gündür. Eğer 14 Mayıs konuşulacaksa, 2014 yılı konuşulmalıdır. 301 işçinin göz göre göre ölüme gönderilmesi, acılı ailelere saldırılması, tekmelenmesi, ilk duruşmada ailelerin duruşma salonuna sokulmamaya çalışılması, avukatlara saldırılması, ailelerin darp edilmesi, yıllar süren davada sanıkların mahkeme heyetini sürekli tehdit etmesi, avukatlarının tutuklanması, mağdur aileler lehine karar veren mahkeme heyetlerinin sürekli değiştirilmesi, yüksek yargının verdiği emsal olacak derecede önemli bir kararın yüksek yargıya yapılan müdahale ile ortadan kaldırılması, vicdanların hala yaralı kalması konuşulmalıdır.
Daha ne anlatalım, 14 Mayıs işte bu kötülüklerden, kötücüllüklerden kurtuluş günü olsun madem. İsmail Abinin, Gülsüm Ablanın, Elmas Teyzenin, Senem Nenenin, Bayram Amcanın evlatlarını alan karanlıktan kurtulduğumuz gün olsun; onların acıları dinmese de hiç olmazsa kaderi kömürle harç olmuş bu şehirlerin insanlarının torunları için güvenli gelecek kapsının açılmasının miladı olsun.
6'lı Masa'nın yerinde olsam ilk seçim mitingini Soma'da başlatırdım. "İnsana rağmen vahşi kalkınmaya son" demek için.
Bir kara gün daha
İktidar kadar olmasam da ben de tarih takıntısı olanlardanım. Okuduklarımdan tarih biriktiririm. Ben de 14 Mayıs taraması yaptım bilgisayarımda.
Ve arşivimde 14 Mayıs tarihli bir de fotoğraf buldum. Sonra haberine de baktım neydi diye. Soma kadar anlık bir yıkım değilse de, AKP dönemin en kitlesel hak cinayeti günlerinden bir günün hatıra fotoğrafı çıktı karşıma... Kumpas davalarını kuran, kurgulayan, açan, insanları sahte delillerle içeri atan, aylarca, yıllarca tutsak eden, cezaevinde ölmelerine sebep olan, yıllarını, hayatlarını alan yargı çetesinin toplu fotoğrafı.
14 Mayıs - 15 Mayıs 2012 tarihinde AKP-Fetullahçı Cemaat ortaklığında inşa edilen Adalet Sarayına savcılar ve hakimler taşınmış. Hepsi gülerek poz vermişler, Çağlayan'da yeni adli dönem için. O fotoğraftakiler çok canlar yaktı. Şimdi kimi cezaevinde kimi firarda. Ama biliyoruz ki ruhları, akılları, iş yapış şekilleri iktidarda. Zira onların iddianameleriyle açtıkları yoldan, bunların yargıçları bu ülkenin derdini dert edinmiş evlatlarını, yine onların iddialarıyla birer birer cezaevine gönderiyor. İşte 14 Mayıs AKP-Fetullahçı Cemaat ortaklığının üzerimize çöktüğü paralel devlet yapılanmalarının da sonunun geleceği bir gün olmalı.
6'lı Masa'nın yerinde olsam Çağlayan'da yapardım ilk İstanbul mitingini. "Hukuksuzluğa ve adaletsiz saraylara son" demek için.