Sıra Dışı Bir Entelektüel: Prof. Dr. Çetin Yetkin'in Ardından

"Çok yönlü bir akademisyen ve düşünür."

“Çetin Yetkin” adını ilk olarak provokasyonla kanlı sonuçlanan 1 Mayıs 1977 Taksim Mitingi’nin soruşturma savcısı olarak duydum. Bir süre sonra o, savcılıktan ayrılıp akademisyenliğe geçecek ve hem de bendenizin ÖSYM’de kazanıp girdiği İİTİA-Şişli Siyasal Bilimler’e hoca olarak gelecekti! Dr. Çetin Yetkin ile yolumuz böylece hoca-öğrenci olarak kesişti.

ONUN GİBİ HOCALARIN RAHLE-İ TEDRİSATINDAN GEÇERKEN ŞANSLIYDIK

Çetin Hoca’dan bizler siyasi düşünce tarihi aldık. Onun öğrencileri arasından profesörler, parlamenterler, gazeteciler, yazarlar çıktı. Çetin Hoca’nın beslenme kaynaklarımız arasında önemli bir yeri oldu diyebilirim. Örneğin anlattığı ve sonra kitap olan “Türk Halk Hareketleri ve Devrimler”, o dönemde Türkiye gerçeğinden, tarihinden, bu topraklardan uzaklaştırılmaya çalışılan genç kuşaklar için çok öğretici olmuştur. Burada Ord. Prof. Dr. Reşat Kaynar hocamızı da anmanın yeridir. O da gençliğin Atatürk’ten kopmaması için büyük efor harcadı. Keza Prof. Dr. Ümit Doğanay ve çok daha başka isimler, hocalarımız.. Şanslıydık; 12 Eylül öncesinde de sonrasında da çok kıymetli hocalarla birlikte olduk. Haluk Ülman’lar, Mübeccel Kıray’lar, Melih Tümer’ler, Kıvanç Ertop’lar ve daha kimler kimler… İşte Çetin Hoca da o kıymetli ve Türkiye’nin büyük kan dolaşımına girmiş isimlerdi.

Sıra Dışı Bir Entelektüel: Prof. Dr. Çetin Yetkin'in Ardından - Resim : 1

'ÇOK YÖNLÜ BİR AKADEMİSYEN VE DÜŞÜNÜR'

Çetin Hoca, hukukçuluğu ve akademisyenliği bir yana; bir araştırmacı gazeteci ve yazar olarak da iz bırakan bir isim. 1986-1991 arasında Güneş, Hürriyet ve Milliyet’te toplumsal ve siyasi araştırma-inceleme yazı dizileri, makaleleri oldukça yararlı oldu ve ilgi gördü. Bu alanda ödüller de alan Yetkin, emekliliği sonrasında bizzat yönetip yayınladığı uzun soluklu, 14 yıl yayımlanan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dergisi ile entelektüel hayatımızı zenginleştirdi.

Yetkin, 1939’da İstanbul’da doğdu, TED Ankara Koleji sonrasında A.Ü. Hukuk Fakültesi’ni bitirdi (Hukuk öncesinde bir yıl A.Ü. DTCF’de Felsefe okudu). Doktorasını yine orada 1965-1969 arasında Hukuk Felsefesi alanında yaparak; akabinde Ankara ve İstanbul’da savcılık görevinde bulundu. 1980’den itibaren İİTİA’da (Marmara Üniversitesi) öğretim üyeliğine geçen Yetkin, M.Ü. İİBF’de 1982’de siyaset bilimi doçenti oldu. 1991’de Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ne geçen hocamız 1992’de Cumhuriyet Tarihi ana bilim dalında profesör oldu, 1997’de de üniversiteden emekliye ayrılarak çalışmalarını Antalya’da sürdürdü.

Prof. Dr. Çetin Yetkin’in hukuk, felsefe, basın ve siyaset bilimi alanlarından beslenen yapısı üretken bir “yazar” da ortaya çıkarmıştır. Hocamızın ikinci ve oldukça yankı yapan kitabı “Siyasal İktidar Sanata Karşı” 1970’te yayınlandı. Ondan önce 1969’da “Halka Karşı Türk Yazını”, “Kaba Kuvvet Felsefesi: Doğuşu ve Gelişimi”, “Direnme ve devrim: Kuramlar” var. Daha sonra radarıma takılan eserleri de şunlar: Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, 2 cilt (1974), “Türkiye’de 17 İntihar Olayı” (1978), “Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı”(1982), “Adalet Hiç Var Olmadı”, “Siyasal Düşünceler Tarihi” (4 cilt), “Tek Parti Dönemi, 1930-1945”(1985), “Atatürk: Ben de Bir İnsanım”. Görüldüğü gibi, hocamızın kitapları kendi disiplinindeki hukuk, siyaset bilimi, felsefe alanlarında ağırlıklı olarak. Bu kitaplar sadece bir kısmı çünkü yayımlanmış tam 39 kitabı var hocamızın.

ŞİŞLİ SİYASAL’IN VEFASI

Hocam Prof. Dr. Çetin Yetkin, Gerçek Gündem’de yer alan vefat haberinde belirtildiği gibi bir süredir Antalya’da böbrek yetmezliğinden muzdaripti ve tedavi altındaydı. Sosyal medyada birbirimizi takip ediyorduk. En acı şeylerden biri de bir gün birisinin sosyal medya hesabından ailesinin seslenmesi ve asıl muhatabın vefat ettiği haberini vermesi. Nitekim geçenlerde sayfayı açtığımda Çetin Hoca’nın hesabında oğlu Barış Yetkin ile torunu Deniz Yetkin’in vefat duyurusunu gördüm. Takipçisi olan başka fakülte arkadaşlarımız da o paylaşımı WhatsApp grubumuzda paylaşınca hocamızın Antalya’daki son yolculuğuna çelenklerimiz kavuştu. Cumartesi de Cumhuriyet’te bir taziye ilanımızı yayımladık. Şişli Siyasal’ın (M.Ü. SBF’nin orijinal nüvesi, biz öyle deriz hala) vefası ortaya konmuş oldu somut olarak. Aslında bu yazı da o vefa duygusunun farklı alanlarda ülkemizin büyük kan dolaşımına karışmış bir hocaya saygı duruşunun bir parçası…

Sıra Dışı Bir Entelektüel: Prof. Dr. Çetin Yetkin'in Ardından - Resim : 2

ARKADAŞLARIMIZIN GÖZÜNDEN...

Şimdi M.Ü. İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi olan arkadaşımız Prof. Dr. Şule Daldal şöyle belirtiyor duygu ve düşüncelerini:

“Emperyalizmin tüm özellikleriyle ortaya çıktığı ve ideolojik hegemonyasını da postmodern teori ile kurmaya çalıştığı bir dünyada akademi çok büyük yaralar aldı. Ülkedeki muhalefeti oluşturması gereken sol ve sosyalist damar önemli ölçüde ya etnik kimlik siyasetleri içerisinde ya da laiklik karşıtı özgürleşme teorileri içerisinde modernizm karşıtı bir çizgiye savruldular.

Ne yazık ki bu sözde aydınlar emperyalizmin ideolojik hegemonyasının taşıyıcısı konumuna geldiler. Aydınların omurgasını yitirdiği bu dönemde Çetin Yetkin hocanın üretimleri tam da omurgamızı oluşturan yapıtlar oldu. Sağa sola savrulmaktan bizi korudu. İstanbul Şube Başkanlığı görevini yürüttüğüm TÜMÖD ile birlikte fikirlerini yaşatma mücadelesini yılmadan örgütlü olarak vereceğimize söz veriyoruz.”

24. Dönem İstanbul Milletvekili, gazeteci okul arkadaşımız Melda Onur’un Çetin Hoca ile ilgili duygu ve düşünceleriyle renkli bir anısı şöyle:

“Üniversite dönemime dönüp baktığımda ilk aklıma gelen, minnetle andığım bir kaç isimden biri Çetin Hoca. Siyasi Düşünce Tarihi'ni daha doğrusu Düşüncenin Tarihini bana sevdiren isim. Her dersinde en ön sırayı kaptığım, çok da iyi iyi notlarla geçtiğim, ama öğrencileriyle mesafesi, ciddiyeti, biraz da -belki o yıllarımızın duygusuna göre- sert duruşu karşısında biraz da çekindiğim bir öğretmendi. Ama anlattıkları hiç unutulmayan, ezber değil öğreten biriydi. Dersler büyük bir ciddiyetle geçerdi. Sadece bir derste hepimizi çok güldürdüğünü, kendisinin de çok güldüğünü hatırlatarak, onu anmak isterim. Çetin Yetkin hoca bir sabah derse girdi (çoğunlukla ilk dersler olurdu siyasi düşünce tarihi) ve bugün işleyeceğimiz konuyu tahtaya yazacağım dedi, tebeşiri aldı ve ‘Entelektüelizm’ yazdı. Sonra gülüşünü zaptetmeye çalışarak dedi ki; ‘Ben bu sözcüğü bir türlü düzgün telaffuz edemiyorum, o yüzden o sözcük geldiğinde ben tahtayı işaret edeceğim.’ Tabii sınıf biraz da hocadan çekinerek başladı gülmeye, o da güldü, biz de güldük. Başladı derse, o anlattı, biz yazdık, tahtayı işaret etti, biz not ettik. Yani pek neşeli geçti ders. Şahane bir öğretmendi. Bizde bıraktığı anılarla, öğrettikleriyle, öğrencilerine kattığı değerle yaşayacak.”

Şiir ve romanlarıyla edebiyatta iz bırakan bir başka fakülte arkadaşımız Hasan Öztoprak da duygu ve düşüncelerini şöyle belirtmiş kısaca:

“Harika bir hocaydı, kendine özgü tavrı ve tarzı vardı. Siyasal düşünceler tarihi derslerini de ondan aldık... Ruhu şad olsun sevgili hocamızın.”

Halil Yıldız da şu değinide bulunuyor hocası için:

“Türkiye siyasal tarihinin çok önemli bir döneminde, Şişli Siyasal'da hocamız olmuş, çok değerli bir bilim insanını daha sonsuzluğa uğurladık. Değerli hocamız Prof. Dr. Çetin Yetkin'i, bu duygularla sonsuzluğa uğurlarken; ailesine, dostlarına ve tüm arkadaşlarımıza başsağlığı ve sabır diliyorum. Aydınlığı, yolumuza ışık olsun. Anısına saygıyla...”

SON SÖZ HOCAMIZIN

Yazdıklarımdan ve birkaç arkadaşımın kısa görüşlerinden sonra son sözü hocamıza bırakıyorum. Bir “kulağa küpe”, bir “miras” ve “yaşlılığa saygı manifestosu” niteliğindeki aşağıda tamamını paylaşacağım yazı, hocamız, emekli profesör Çetin Yetkin’in kaleminden dört yıl önce, 81 yaşındayken, yani 2020’de çıktı koronavirüs salgınının memleketimizi ve dünyayı yakıp kavurduğu süreçte.. İşte hocamızın son sözü:

“Ben 81 yaşındayım, çok yaşlıyım. Resmi kayıtlara göre bu topluma 33 yıl hizmet ettiğim için, kimilerinin bu günlerde dillerine doladıkları ‘emekli aylığı’ bağlanmış bana.

Ne ki, bu hizmet yıllarımın bir bölümünü de ölümcül saldırı, sürekli tehdit altında geçirmiş bulunuyorum. Ama emekli oldum diye bir köşeye çekilmiş değilim. 1969'dan bu yana başka çalışmalarımın yanı sıra 39 kitabım yayınlanmış bulunuyor. 14 yıl dergi çıkardım. Türkiye'de olabilecek en yüksek eğitimi aldım. Kazandığım ödüller de var. Ama artık, dedim ya, iyice yaşlandım. Ve ‘yaşıtlarıma’ reva görülenlere, TV'lerde gördükçe, isyan ediyorum. O nedenle o aşağılanan, horlanan, alay konusu yapılan, yaşamdan zorla soyutlanmak istenen yaşlılar adına birkaç söz söylemek benim için kaçınılmaz bir görev.

* * *

Önce memur ve işçi emeklilerine tanınan sosyal haklar aşama aşama kısıtlandı. Sonra, asalaktan başka bir şey olmayan birileri kalktı emekli aylıklarına göz dikti. Öyle bir hava yaratıldı ki şu emekliler olmasa Türkiye ekonomik olarak düzlüğe çıkacak.

Hal böyle iken yalnızca yaşlılara sokağa çıkma yasağı getirildi. Bu yasağın yalnızca yaşlılar için konulması, kültürel besin kaynağı yüzeysel TV yayınlarından öteye geçmeyen, bilimsel eğitim yüzü görmemiş kitlelerde bu salgının kaynağı sanki yaşlılarmış gibi bir algının doğmasına neden olması kaçınılmazdı. Nitekim öyle oluyor. Elbette sonuç, yaşlıların suçlanması, dışlanması, alay konusu olması olacaktı.

TV ekranlarında izliyoruz bütün bunları.

* * *

ŞİMDİ SÖZÜM, YAŞLILARLA ALAY EDENLERE, ONLARI SOKAKLARDAN KOVALAYANLARA

Senin sözcük dağarcığın bile küçük mü küçük. Birkaç yüz sözcükle yaşamını sürüklersin Çoğu sözcüğü hiç duymamışsındır bile. Örneğin, ‘ışıldak’, ‘ihtikar’, ‘mütekait’ nedir, biliyor musun?

Bilemezsin, çünkü sen İkinci Dünya Savaşı'nı yalnızca Hollywood filmlerinden belki bilebilirsin. Ama benim çocukluğum o yıllarda biçimlendi. Sen açık oy - gizli sayım nedir bilemezsin. Ama bizler o seçim günlerini de yaşadık.

Sen Celal Bayar'ın kim olduğunu çok büyük bir olasılıkla belki bilmiyorsun, ama ben 1950 seçimi sonrası onun elini öptüm. Sen Adnan Menderes'i ‘demokrasi kahramanı’ sanırsın, nereden bileceksin demokrasiyi katlettiğini.

27 Mayıs 1960'ı eğer biraz mürekkep yalamışsan, birbirinden kopya çeken kitaplardan yalan yanlış öğrenmişsindir, ama ben Kızılay'da polislerle didişen gençler arasındaydım.

12 Mart 1971'i ben yaşadım. Ben, birbirini öldüren sağcı solcu gençlerin kanlar içindeki ölülerini morglara taşıdım, otopsilerini yaptım, sen yaşamadın bunları. 12 Eylül 1980'in cezaevlerinin ne olduğunu bilmiyorsun, sıkıyönetim mahkemelerinde sanıkları savunan bendim, sen değil.

Bendim Kenan Evren ile karşılıklı oturup ona sorgu sual eden. Sen neredeydin o zaman?

Bak, Celal Bayar'ın, Bülent Ecevit'in bana imzalayıp verdikleri kitapları var bende. Ben tarihim, çünkü yaşlıyım. Sen nesin, dünkü çocuk?..

Gerçi benim yaşıtlarımın birçoğu benim yaşadıklarımı yaşamamışlardır, kimileri ise daha çoğunu görüp geçirmişlerdir, ama ne olursa olsun, onlarla aynı zaman dilimini paylaşıyorum, onlar yaşıtlarım benim.

* * *

Doğrudur, biz yaşlılardan kimilerimiz bunuyoruz. Ama bizler yılları geride bıraktığımız için, yaşadığımız için bunuyoruz. Uzun yaşamımız boyunca verdiğimiz savaşımlar, geçim derdi, yitirdiğimiz yakınlarımızın ve sevgililerimizin derin acıları beynimizi yorup, kemirdiği için bu sonla karşılaşıyoruz.

Dahası ve asıl önemlisi, vatan ve ulus aşkı yüzünden yediğimiz darbeler kimilerimize artık dayanılmaz geldiği için!.. Ama sen, yaşlıları hor gören, alay eden, sokaklardan kovalayan sen, bir ayrıkotu gibi gerçek yaşamdan o denli uzaksın ki bunamaktan bile acizsin. Çünkü bunamak için bunayacak bir beynin olması gerekir. Sen, otsun.

Evet, yaşlılar tutucu olur. Öğrenme yetenekleri azaldığı için genellikle birikimlerine dayanarak yaşamlarını sürdürmek eğilimindedirler. Bu, yaşlıların en büyük ‘zaaf’ıdır. Ne var ki, Türkiye'de benim ve benim gibi olanlar için bu ‘zaaf’, bir üstünlük, bir ‘meziyet’tir. Çünkü tutunduğumuz birikimlerimiz Kemalist Cumhuriyet'in ta kendisidir. Yeni yetme ‘yükselen değerler’ değil! Yaşlıları kovalayan, aşağılayan sen!,, Sen sadece cep telefonu tutsağısın. Kapitalist emperyalizmin ‘dijitalizmi’nin kölesisin!..

* * *

Şunu iyi bilin: Bizler bu dünyadan çıkıp gittikten sonra, bu bozuk eğitim düzeni, yobazlık, cahillik yüzünden geçmişle bağlarınız tümden kopacak. İşte o zaman nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen, bu yerkürede nerede durduğunu algılayamayan bireylerden oluşan toplumsal bunaklık olacak!..”