Sırada içimizi açacak konular var!

Haftanın bu ilk yazısını siyasi iktidarın basına yansıyan harika, muhteşem, dört sekizlik, iç açıcı açıklamalarından aldığım ilhamla yazıyorum…

Efendim! Sakın gece gündüz, sabah akşam ülkemizde işsizlik ve ekonomik kriz var diye üzülmeyin! Yok öyle şey! Hepsi yalan hepsi kuru iftira! Dedikleri gibi olsaydı eğer; Genellikle AKP’li eski vekillerin atandığı bakan yardımcılarına özel konut, net 21 bin 811 TL maaş verilir miydi? Yine konutların bakanlık bütçesinden dayanıp döşenmesi, konutların tamamında ısınma, aydınlatma, elektrik, su gaz, temizlik, telefon, kapıcı, ahçı, kaloriferci, bahçıvan ve benzeri giderler, bakım onarım hizmetleri bakanlıkça karşılanır mıydı? Rahat olalım, ülkemiz varsıl son derece ve varlıklı. İşsizlik, ekonomik sorunlar, soğan patates kuyrukları tamamen göstermelik ve dış mihrakların işi...

Dışişleri Bakanlığı verilerine göre halen 152 ülkeye yayılmış 5 milyon yurttaşımız varmış. Sadece Türkiye’de 4 milyonu aşan Suriyeli yaşıyorken o da bir şey mi? Bu duruma şükür mü diyelim? Oturup kalkıp genlerimize yerleşen ve bizi asla terk etmeyen konukseverliğimizle mi övünelim? Yoksa ülkemizin uluslararası arenadaki başarısını mı alkışlayalım? Bize kalmış! Ancak maliyeti yüksek, faydası meçhul projelerin faturasını hep halkın ödediğini unutmayalım. Bu konuyu yine irdeleme sözüyle şimdilik nokta koyup sorulara yanıt arayalım.

Siyasete güveni yerle bir eden, hukuku çökerten, demokrasiyi kuşa çeviren, eğitimi enkaza döndüren, yeşili bitiren, kültürü unutan, ulusal dayanışma ruhuna fatiha okutan, ekonomiyi allak bullak eden, “ben yaptım oldu” mantığıyla yönetilen ülkelerde faturayı hep bazı kesimler ödemiyor mu?

Kadın cinayetlerinin sıradanlaşması, çocuk tacizlerinin olağan karşılanması, hayvanlara yapılan işkencelerin normal görülmesi doğal mı?

Sokaktaki sefalet, evdeki şiddet, aile içindeki nefret, devletteki umursamazlık, sorunların üstünü örtmedeki ustalık, gerçekleri görmeme başarısı karşısında kimimiz içimizden ve sessizce kimimiz çığlık çığlığa ağlamıyor muyuz? 99 yıllık cumhuriyet rejimine ve parlamenter sisteme ne oldu diye sormuyor muyuz?

Malum! Yola getirme aracı, bölüp yutma yöntemi son yılların modası artık! Yüksek rakımlı tepeler kabul etse de etmese de bu böyle ne yazık ki! İyisi mi bi süreliğine pırasayla, patlıcanla aramıza ciddi mesafeler koyalım, sağlık erbabının kuralları ve kalıpları arasına sıkışıp kalmayalım, televizyonlardan inmeyenlerin felsefi alt metinlerinde boğulmayalım! Ancak bir kafede garson olarak çalışan İstanbul Üniversitesi Fen fakültesi öğrencisinin; “Bitirince ne olacaksın? sorusuna verdiği; “Atama bekleyen öğretmen olacağım” sözüne kitlenip kalalım!

Sağcısından solcusuna, doğulusundan batılısına, moderninden muhafazakarına, varsılından yoksuluna herkesi ilgilendiren ekonomiye bakalım. Vaat ve vaaz edebiyatında büyük başarılara imza atan ve bunun kaymağını yıllardır yiyenlerin, paylaşanların, bölüşenlerin aksine patlıcanın suçlu olduğunu kabul edelim! 70 yıl önce uygulanan tanzim satış mağazalarını kendi icatlarıymış gibi gösterme başarılarını alkışlayalım! Halka durmadan tasarruf çağrısı yapanların limitsiz harcamalarını, örneğin TBMM’ye 66 araç kiralanması karşısında seslerin cılız çıkmasını kişisel beka açısından anlamaya çalışalım!

Yaptıklarını anlatırken heyecanlanan, yapacaklarını anlatırken coşan adayları dinlerken; Her 4 gençten birinin işsiz olduğunu, atama bekleyen öğretmenin; ”Köpeklerime iyi bakın!” diye not bırakıp intihar ettiğini, iş bulan gençlerin yarısının kayıt dışı çalıştığını ise hiç unutmayalım.

Teknoloji ve Google sağolsun Harf harf, isim isim, resim resim zaten biliyoruz. Örneğin; “52 milyon ton buğday ithalatıyla tarihi bir rekor kırdık” cümlesiyle övünenleri; “pahallık marketlerin suçu, faizler bankaların suçu, enflasyon dış güçlerin oyunu, dolardaki dalgalanma ABD’nin kıskançlığı, sebzedeki artış kabzımalın para hırsı, tren kazaları kaderin oyunu, ülkedeki diğer sorunlar muhalefetin beceriksiziliği, gelir- gider dengesizliği halkın sorunu, yurtdışına beyin göçü gençlerin arayışı, tarımdaki çöküş köylünün işi bilmemesi” diye açıklama yapanları ise ayakta alkışlayalım!

Cumhuriyetin tüm kaleleri gibi Afyonkarahisar’daki gümüş işleme fabrikası da iki ara bir derede 900 kişiyi işten çıkarılarak kapatıldı. İşten çıkarılanlardan birinin; “İşe giderken telefondaki ses işten çıkarıldığımı söyledi. Bunun yolu bu mudur, içeride 50 bin lira param var, cebimde 5 kuruş yok!” şeklindeki sözlerini bi kenara yazalım.

Sanayinin çöktüğü, enflasyonun düşmediği, ülkenin küçüldüğü, konkordatoların arttığı, iflasların çoğaldığı, işsiz sayısının 114 ülkenin nüfusunu geçtiği ülkemizde yüzüne yerleştirdiği mutlu ifadeyle; “Hedefi tuturduk!” diyen, insanlara kendini İsveç, Norveç, Danimarka gibi ülkelerde yaşıyor hissini veren ve bu işi iyi bilen damat bakanın dediklerini yabana atmayalım!

Neden derseniz! İşi bilmeseydi koskoca ülkede bunca yetişmiş insan ve genç varken hak, liyakat, torpil nedir bilmeyen, durup oturup “hak adalet” diyen bir yönetim, maliye ve hazineyi ona teslim eder miydi? Etmezdi…

Not: Bu arada Afyonkarahisar örneğinde olduğu gibi çalışa çabalaya bi yerlere gelip sonra bir telefonla kapıya bırakılmak nasıl bir duygudur diye bakana sormaya kalkmayın. Bilmez…