Karamsar değilim, gerçekçiyim…
Bazı atasözleri ve deyişler vardır. “İcat çıkarma. Üzerine vazife mi, burnunu her işe sokma, eski köye yeni adet getirme!” gibi. Toplumsal hayatımızın her...
Bazı atasözleri ve deyişler vardır. “İcat çıkarma. Üzerine vazife mi, burnunu her işe sokma, eski köye yeni adet getirme!” gibi.
Toplumsal hayatımızın her alanında kendisini hissettiren olaylara karşı bazen “senin üstüne vazife mi!” deriz! Eğer anne- baba isek bu sözü, korkuyla, kaygıyla söyleriz.
Bazen “sana ne sen mi düzelteceksin!” deriz! Bu sözü olup bitene bakınca ve umutsuzluğun arttığını görünce çaresizce söyleriz.
Bazen “bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın” kolaycılığına sığınırız. Ancak bu bizim mahalleye pek uğramadığından daha çok iktidarın söylemi sayarız.
Yine “tasasız işim ağrısız başım” şeklindeki ata sözlerine sığınmak tatlı su aydınlarının tercihi olduğundan gülüp geçeriz.
Durup dururken bunları yazmak niye derseniz? Koç Gurubu “Vehbi Koç” ödülü için yılın mottosunu “üstüme vazife” diye seçerek uyarısını çok zarif ve anlamlı olarak ortaya koyduğu için deriz…
Şimdi gelelim yazının manifestosuna!
Örneğin kadınlar üzerinden gidersek! Son yıllara damgasını vuran kadın cinayetlerinde kaatil iyi hal indiriminden yararlandırılırsa, soluk borusu kesilen kadınlar seslerini çıkarmasın mı?
Ülkeler üzerinden gidersek! Ülkeler dış ilişkilerini; tutarlı, bütüncül, kapsamlı, gerçekçi, akılcı, politikalarla yönetirler, tıpkı bizim geçmişimizde olduğu gibi. Eğer bugünkü gibi; anlık denge arayışları, iç siyasete yönelik hamasi sözler, tepkisel çıkışlar, duygusal sözler günü kurtarsa da geleceği olumsuz etkilemez mi? Diplomasi uzun vadeli, gerçekçi, akılcı ve çok yönlü düşünmeyi gerektirmez mi? Aksi halde dengeyi tuturmak çok zor olmaz mı? Örneklerine sıkça rastladığımız gibi…
Seçim kampanyasından gidersek! Partisinin kampanyasını tek başına götüren CB’na baktığımızda; “KÂR” maksimum düzeyde! Yani adayların hiç yorulmadığı, her işi, her konuşmayı, her toplantıyı, çay dağıtımından proje açıklamaya kadar genel başkanın üstlendiği, tek elden ve tek sesten masrafı az bir seçim kampanyası yürütüyor iktidar!
Madem bunca dışlanmaya rağmen tek bir aday “ben bu işte yokum!” demiyor- diyemiyor. Acaba biz seçmenler toplaşıp seçmenlikten istifa ediyoruz desek nasıl olur, diye düşünmüyor değilim!
Zonguldak’ta temizlik görevlisi olarak açılan 1 kişilik kadroya 6 bin 198 başvuru yapılıyorsa, Mersin’de 70 kişilik iş için 13 bin başvuru oluyorsa, biz seçmenlerin düşünmesi gerekmez mi yukarıdaki istifa önerisini! İş konusunda buraya uzun bir liste koyarak sizi daha fazla üzüp yormayayım. Tüm bunları düşünüp, görüp zaten yeterince üzülüp, geriliyoruz. Ancak yazmak, hatırlatmak, sık sık dile getirmek bizim işimizse durmak yok, yola devam diyor, bir kaç hatırlatmayla yazıyı sürdürüyoruz.
Damat bakan diyor ki; “AKP belediye hizmetçiliği(!) tarih yazdı, hedeflerimize ulaşamayacağımızı düşünenler başarımız karşısında avuçlarını yaladı!” Siz bu ifadenin derin anlamına, kayınpederi aratmayan üslup bütünlüğüne bakar mısınız?
Söz buraya gelmişken biraz da MEB verilerine göz atalım!
MEB verilerine göre; Ünversite eğitimini yarıda bırakanların sayısı yüzde 92 artmış. Nedenlerin başında ekonomik sıkıntılar ve mezuniyet sonrası iş bulamama kaygısı geliyormuş. Son 5 yılda 1 milyon 115 bin 530 öğrenci kayıt yaptırdığı üniversitelerden kaydını sildirmiş, ya da dondurmuş. Kredi alanlar geri ödemeyi yapamadığından çoğu icralık olmuş. Okuldan ayrılan öğrencilerin yıllara göre dağılımına gelince; 2013-2014 öğretim döneminde 135 bin öğrenci, 2014- 2015’te 161 bin öğrenci, 2015- 2016’da 197 bin öğrenci, 2016-2017’de 212 bin öğrenci okullarından ayrılmış.
Her konuda tarih yazan AKP, keşke eğitimde de tarih yazsaydı!
İş bu kadarla bitse iyi! Türk üniversiteleri artık dünya ile rekabet edemiyor. Üniversite bünyesinde tanzim satış açan rektörlerle, bakana kürsü ayarlayan rektörlerle, eşe dosta, kayınçoya, baldıza kadro dağıtan üniversite yönetimleriyle ilk 500’e girmek hayal değil mi? Yüksek öğretimde yer alan bu tablo küme düşmenin, bilimsel çöküşün kanıtı sayılmaz mı?
Ha bu arada bir dip not daha! Açık öğretimde okuyan 1 milyon 240 bin öğrenci var. yani Estonya’nın nüfusu kadar. Ülkemizde çoğunluğu Afrika ülkelerinden ve Ortadoğu’dan gelen ve daha çok vakıf üniversitelerinde okuyan 150 bin öğrenci var. konunun uzmanlarına göre yabancı öğrencilerin Türkiye’yi seçmesi; ülkemizin stratejik önemi ve bilimsel düzeyinden çok yol geçen hanı olduğunun göstergesi imiş...
Hal böyle iken gel de “üstüme vazife değil” de…