Her şey konuşuluyor! Gerçeğe değinen yok…

Önce sondan başlayarak, büyük yarışın akılda kalacak birkaç sözünün altını çizeyim ki içimiz ferahlasın! Sonra iç acıtan gerçeklere geçeriz. İzmir adayı Tunç...

Önce sondan başlayarak, büyük yarışın akılda kalacak birkaç sözünün altını çizeyim ki içimiz ferahlasın! Sonra iç acıtan gerçeklere geçeriz. İzmir adayı Tunç Soyer diyor ki; “Zeybekçi misafirimiz, onu en iyi şekilde ağırlayacağız.” Zeybekçi diyor ki; “O zeybek 31 Mart akşamı İzmir’de oynanacak!” İronik ve sevimli değil mi?

Gıdada enflasyon yüzde 30’u geçmişken, ekonomi yüzde 3 daralmışken, genç işsizlik oranı yüzde 25’e dayanmışken, yetkililerin bağırıp, çağırdığı, meydan okuyup korkuttuğu, azarlayıp aşağıladığı, olmadık suçlamalarla kavga gürültü çıkardığı bir atmosferde seçime gidiyoruz.

Herkes bıkmış, yorulmuş, sıkılmış bekliyorken, aynı şeyleri duymaktan, aynı ezberleri dinlemekten, gerçek sorunlarla halkın arasına mesafe konulmasından bıkmışken, her adım başı önümüze çıkan çelişki, güvensizilik, umutsuzluk, gelecek kaygısı saç baş yoldururken beka diye diye seçime gidiyoruz.

Gülümseyerek ve şive taklidi yaparak her şeyi tatlı tatlı anlatan ama önemli konulara girmeyen, örneğin dış borcun 450 milyar dolar olduğuna asla değinmeyen damat bakana göre; enflasyon düşecekmiş, en kötü geride kalacakmış, Nisan ayı Mart’tan daha iyi olacakmış, 2.5 milyon kişiye iş bulunacakmış gibi hayali vaatlerle, ya da acı reçete değil multi vitamin hapıyla güle oynaya seçime gidiyoruz.

Toplumsal travmanın nedenlerini irdelemeden, kontrol edilemeyen öfke nöbetlerinin sebep olduğu suçları masaya yatırmadan, artan kadın cinayetlerini, tavan yapan şiddet olaylarını, suçu başkasına atmaları, “aldandık, aldatıldık” demeleri, hele de tehdit dilini içselleştirerek seçime gidiyoruz.

Kamu gücü kullanılarak atılan adımlarla, gece yarısı indirilen afişlerle, öğencilere; “mitinge gel, 150 lirayı al, derslerinde yardımcı olalım” sözleriyle, “Ne iş olsa yaparım, ne sigorta isterim ne başka bir şey” dedirten işsizlik belasıyla seçime gidiyoruz.

Milyonlarca yabancı uyruklunun, İslam ülkelerinden kaçıp gelen sığınmacıların; Azerbaycan, Gürcistan, Bangladeş, Pakistan, İran, Irak, Yemen, Somali Nijerya, Kongo’dan kaçıp gelenlerin mesken tuttuğu ülkemizde; “insana Türkiye yol geçen hanı mı?” dedirten tabloyla seçime gidiyoruz.

Bazen tehdit savurarak, bazen alaycı dil kullanarak, bazen ortamı topçu taburları gibi gece gündüz sözel ateşe tutarak, bazen rehavete kapılarak, bazen kozları oynayarak, bazen hamleleri sahaya sürerek, daha çok içi boş vaatleri sıralayarak, özetle seçimin tüm bileşenlerini kullanarak seçime gidiyoruz.

İşi hakarete ve gözdağına vardıran bakanlarla, okullara mitingler için seferberlik başlatan MEB yetkilileriyle, ilçe başkanı gibi çalışan kaymakamlarla, denetleme yetkisi ortadan kalkan meclisle, atamayla gelen bakanlarla, saraya karşı sorumlu kişi ve kurumlarla seçime gidiyoruz.

Bize oynanan oyunları, bunun bize sağladığı algıyı, ülkemizi batırmak isteyenleri, ülkemizin başarısını çekemeyenleri ve buna kaç kişinin inandığını merak ederek seçime gidiyoruz.

CB’nın gece gündüz yaptığı konuşmaları için; “Hitabetinin ihtişamıyla, dinleyenleri büyüleyen konuşma tarzıyla, yeri göğü sarsmamaya özen gösteren nezaketli çağrılarıyla fark yaratıyor” şeklindeki yandaş yorumlarla seçime gidiyoruz.

Tehdit etmeyi konuşma biçemi olarak benimseyen, korku salmayı, gözdağı vermeyi, pür şiddet ve pür hiddet konuşmayı marifet sayanlarla seçime gidiyoruz.

Yandaş ve yanlı kalemlere göre; “Meydanların dilini bilen ve okuyan biri” olarak tanımlanan CB’nın; “Ben uzun mesafe değil, ilanihaye koşucuyum. Milletimle beraber yürüyorum. Ben ve arkadaşlarım feday-ı can ettik” sözleri eşliğinde seçime gidiyoruz.

Yukarıdaki kısa anımsatmaları şunun için yaptık. Söylemeye gerek yok aslında! Devlet yönetiminde ve uluslararası ilişkilerde üslup, diplomatik dil, beden dili, tonlama ve seçilen sözcükler son derece önemlidir. Eleştiri, hakaret, suçlama, tehdit ilişkileri daha da yıpratır ve işleri çıkmaza sokar bilindiği gibi…

Hal öyle iken biz mağduriyet edebiyatını, mağduru oynamayı, her konuda suçlu bulmayı, suçlayacak birilerini hep hazırda tutmayı, işi bazen dış güçlere, bazen ana muhalefete, her zaman Bay Kemal’e, bazen karanlık güçlere, yer yer bizi kıskanan batıya havale etmeyi iyi biliyoruz…

Yazının sonunda pozitif ayrımcılık yaparak sözü Emine Erdoğan’a bırakıyorum. Emine hanım sık sık yaptığı açılışlardan birinde; “Birlikte yaşamanın özü olan nezaketi elden bırakmamak gerekiyor!” demiş.

Çok doğru, çok yerinde, çok ihtiyacımız olan bu sözü kime demiş, niye demiş, kimi kasdetmiş, kimlere mesaj vermek istemiş? Bilemedim. Bildiğim o ki, keşke daha sık yinelese ve sarayda da yankı bulsa bu söz…

Sözün özü: Bu saptamaların hiçbir işe yaramadığını bilerek, soruların dün olduğu gibi bugünde havada kalacağını unutmayarak seçime gidiyoruz. Hayırlı olsun…