Bu neden midir? Sonuç mudur? Kim söyleyecek?
Yazımı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda gözümün önüne ve beynime üşüşen pek çok konu yetmiyormuş gibi, kulağıma da durmadan çınlayan sesler...
Yazımı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda gözümün önüne ve beynime üşüşen pek çok konu yetmiyormuş gibi, kulağıma da durmadan çınlayan sesler geliyor. Yok canım, o kadar da değil demeyin sakın!
Aslında kastettiğim pek çok ses var ama sıraya koymalıyım! Başı çekenler var, arkadan gelenler var, durmadan bağıranlar var, ara sıra konuşanlar var, aklımdan çıkmayanlar var, kulağıma yerleşenler var, not ettiklerim var, kısaca var oğlu var.
Demem o ki; Uzun kişisel tarihimde hiç bu kadar umutsuz ve gergin olmamıştım. Nedeni ortada! Ancak sıralamaya kalkarsam; kaybettiğimiz zamana mı, geçip giden yıllara mı, elimizden alınanlara mı, yok edilen enerjimize mi, kaçıp gidenlere mi üzülüp, ya da hangisine yanmalı?
Durumu anlamaya çalışarak, anlatmaya çabalarsam! Biz genel olarak düşünmek, okumak, öğrenmek, merak etmek, araştırmak, sorup sorgulamak yerine kulaktan dolma bilgilerle yetinmeyi ve tembelliği seçer ve severiz.
Bu yargıya bazı kanallarda durmadan aynı konukların, aynı konuları anlatıp durmaları sırasında bi kez daha vardım. Yapımcının durmadan onları karşı karşıya getirip tartışma zemini hazırlaması işin raconu da olsa durum değişmiyor…
YSK kararı ile yatıp kalktığımız son aylarda bu ülkenin başka hiç mi sorunu yok arkadaş diye sorası geliyor insanın? Örneğin artık ülkemizi mesken tutan Suriyeliler açtıkları işyerlerine müracaat eden Türklere; “Biz yabancı çalıştırmıyoruz!” diyorsa, yine bedava sağlık hizmeti aldıkları hastanelerde doğan her 10 bebekten 8’i Suriyeli ise bu sorunu ekrana taşımak, masaya yatırmak gerekmez mi sorusu takılıyor akla!
Duymayanlar kalkıp gerçek mi derse? Evet deriz. Garip mi derse? Hayır deriz. İmkansız mı derse? Yooo deriz! Bu destekle daha çok yol alırlar diye de ilave eder, “Bu konuda bilmem başka bir şey söylemeye gerek var mı?” diye bu bölümü noktalarız…
Gelelim başka bir kapanmayan, kabuk tutmayan yaraya!
Kadınsız fotoğraf görmeye zorlandığımız günlerden geçtiğimiz, kanıksamamız istenen dayatmalarla yüzleştiğimiz, nüfusun yarısını yok sayan zihniyetle yönetildiğimiz doğru!
Peki! Dünden bugüne “Kadın Devriminin ve Eşitliğinin” eseri olan kararlı, güçlü, özgür, cesur, özgüveni yüksek kadınları nereye koyalım? Sabiha Gökçen’leri, Nermin Abadan Unat’ları, Türkan Saylan’ları, kadın tarihimizin asırlık çınarlarını, yüz aklarını nereye koyalım? “Her eğitimli Türk kadınını cumhuriyete borcu vardır” diyen Türkan Saylan hocanın bu sözünü nasıl unutalım?
İçimiz kararmışken, yanıtı verilemeyen sorularımıza cevap ararken, birden bire içimize sular serpen sesler, görüntülerle karşılaştığımız doğru!
Örneğin salon toplantılarında kalabalıklara konuşuyor, meydanlarda birbirimize koşuyor, Atatürk’ün 100 yıl sonra “sanki” aramızda olduğunu düşünüyor, coşkuyu ve canlılığı görünce “sanki değil” öyle diyoruz…
Mesela CKM’de kalabalık bir topluluğa konuşurken; gözümüzden, yüreğimizden, aklımızdan, anılarımızdan silinmeyecek muhteşem anlar ve anılarla salondan ayrılıyoruz…
Özetle; Bir kitap dolusu konu başlığı varken, bunca güncel ve kapsamlı konu yazılmayı beklerken ayrıntıya girecek değilim, satırbaşlarıyla ilerlediğim bu yazıma noktayı; “Tüm bilimlerin kralları ve kraliçeleri vardır” sözüyle koyuyor, bu gerçeğin, kişiden kişiye, toplumdan topluma değiştiğinin altını çiziyor, sizi merakta bırakmamak için(!) benim kraliçemin sanat, edebiyat ve tiyatro, kralımın iletişimi esas alan ve her kapıyı açan doğru ve yerinde kullanılan büyülü dil olduğunu itiraf ediyorum...
Kutlama Notu: Yönetimin deyimiyle; “Köşeden bucaktan(!) gelenlerin, azgın azınlığın(!)” desteğiyle ciddi bir oy farkıyla kazanmasında yine bu dil ve üslup farkı rol oynamadı mı? Yolu ve şansı açık olsun Sn. Ekrem İmamoğlu’nun…