Tunuslu yönetmen Selma Baccar’la söyleşi yaptım…
“Ben politikayı sinema yaparak öğrendim” diyen, “Tunus, kendini büyük sanan, küçük bir ülkedir!” diyebilen, ülkesinin haklar ve özgürlükler alanında attığı...
“Ben politikayı sinema yaparak öğrendim” diyen, “Tunus, kendini büyük sanan, küçük bir ülkedir!” diyebilen, ülkesinin haklar ve özgürlükler alanında attığı her adımda en ön saflarda yer alan ve ülkesinin ilk kadın yönetmeni - ilk kadın yapımcısı olan Selma Baccar’la görüştüm…
Her alanda kadın- erkek eşitliğini savunan, ülkesinde siyasal İslam’a karşı mücadele veren, aldığı eğitimleri yaşamının her anına ve alanına yüreklice yayan, anayasa komisyonunda aktif rol alan aktivist yönetmenin kadın temalı filmini onunla izledim…
“Türkiye’de Atatürk’ün zamanında atılan adımlar Tunus’ta 50 yıl önce elde edildi. Bu bile Tunus için çok önemli bir adım oldu” şeklinde açıklama yapan, 2011 Tunus Devrimi sonrasında anayasayı hazırlayan ekipte yer alan, anayasanın hazırlanmasına bir film senaryosu yazarmış gibi katıldım diyen, “hoşgörü, eşitlik, düşünce özgürlüğü, ötekine saygı önceliklerimdir” şeklinde konuşan feminist Selma Baccar’la dünden bugüne ülkesini konuştum…
“Biz Tunuslu kadınlar olarak haklarımızı korumaya kararlıyız, bu alanda bayağı yol kat ettik, miras hukuku konusunda hala gerilerdeyiz, çünkü bugün Tunus’ta kadınlar erkeklerin miras haklarının ancak yarısına sahipler, mücadelemiz bu eşitliği de sağlamak için sürüyor” diye açıklama yapan Selma Baccar’la birlikte yemek yedim…
“Bugün İstanbul’u gezdim. Aynen Tunus’ta olduğu gibi iki Türkiye var” diyen, “benim ülkemde kadınlar haklarına sahip çıktılar” diye övünen bir kadın hakları savunucusuyla sohbet ettim…
Tunus kadın hareketinde önemli bir yere sahip olan, ülkesindeki ilk uzun metrajlı filmi çeken kadın yönetmen unvanını elinde bulunduran ve festivalin onur konuğu olan Tunuslu yönetmene içinde Tunus bölümü de olan kitabımı imzaladım…
İsviçre Lozan’da psikoloji eğitimi, Paris’te sinema okuyan, tüm filmlerinde merkeze kadınları oturtan, siyaset yapan, kurucu meclis üyesi olan, parlamento grubuna başkanlık eden ilk ve tek kadın sıfatını taşıyan, yaptığı filmlerle uluslararası festivallere katılan Selma Baccar’la ülkelerimizden dünyaya kadına bakışı tartıştım…
Bu kısa ve özlü (!) tanıtımdan sonra şimdi Selma Baccar’ın çektiği ve yaşamından kesitlerinde yer aldığı “Kadınlar Koğuşu” filminden çarpıcı karelere dönme zamanıdır…
EL JAİDA / KADINLAR KOĞUŞU- …
Film başlamadan önce sahneye çıkarak açıklama yapan yönetmen Baccar; “Sinema toplumların ileriye gitmesinde önemli rol oynayan bir sanat dalıdır. Birazdan izleyeceğiniz filmde yaşananlar benim ülkemde 1956 yılına kadar geçerli idi. Film kadınlar hapishanesinde geçiyor. Buraya hapsedilen kadınlar sadece erkeklerinin sözünün dışına çıktıkları için hapsedildiler. Bugün filmde anlatılanlara Tunus halkı inanmakta güçlük çekiyor. Sizden ricam şu; alt yazıları okuyup sonra alkışlayın. İyi seyirler!” diyerek sahneden indi…
Gelelim filmin çarpıcı karelerine…
Film bakımsız, pedikürsüz, ojesiz çıplak ayaklarıyla, nereye gideceği belli olmayan, yüzü ve vücudu görünmeden kararsızlık içinde durmadan yürüyen bir kadın görüntüsüyle başlıyor. (bu girişi özellikle yaptım, filmin sonuna bağlayayım diye!)
Seyirci; bu kadın kim, niye bu kadar uzun yürüdü, nereye gidiyor, amacı nedir sorularına yanıt ararken, dar bir sokaktaki kadınlar hapishanesine ürkek adımlarla giren kadın, yeni hayatına uyum sağlamanın sancılarını çok başarıyla hissettiriyor.
Bu arada kadınlar hapishanesinde koşullar ilkel, fareler bol, yiyecekler yetersiz, ortam kirli ve dağınık, gardiyan acımasız, nüfuzlu aileden olmak, torpil ve rüşvet tam gaz geçerlidir…
Mapus damında yolları kesişen kadınlardan biri üst sınıftan orta yaşlı bir aydın, biri yaşlı biriyle evlendirilen genç bir kadın, biri soylu bir aileye mensup öğrenci, biri de kayınvalidesiyle geçinemeyen bir gelindir. Kadınların ortak noktaları erkek egemen baskıya boyun eğmedikleri için hapisle tehdit edilmeleri ve uslanacaklarına ve pişman olacaklarına olan yaygın toplumsal inançtır!
Bu kadınlar birbirlerine yaslanarak, dayanarak, paylaşarak, çatışarak günlerini doldurup çıkarken filmin en çarpıcı sahnesiyle perde kapanıyor. Son derece lüks bir araçtan inen şık, bakımlı, topuklu ayakkabılarıyla dimdik yürüyen bu kadın perde açılırken göze sokulan ezik kadın değildir artık! Bu arada filmin başında ve sonundaki çarpıcı ayak metaforları benim yönetmene soracağım sorular arasındadır!
Selma Baccar’a sorduklarım…
Gerek Tunus’ta inceleme ve araştırmalar yapan bir gezgin, gerek “Gitme Dönmezsin Dedi Annem!” adlı kitabımda Tunus’a geniş yer ayıran bir yazar ve gerekse filminden çok etkilenen bir izleyici olarak, kendisiyle söyleşi yapmak isteğimi yüksek sesle dillendirdim.
Sen misin söyleyen! Filmlerin çoğunu birlikte izlediğimiz eski öğrencim, Fenerbahçe Muhtarı Tuba Aldeniz durumdan vazife çıkararak bu isteğimi Sinematek Yetkililerine iletince, nazik bir iletiyle Selma Baccar onuruna verilecek davete çağrılmam mı?
Güzel bir İstanbul akşamında, sinema yazarları, gazeteciler, Kadıköy Belediyesi yetkilileriyle yenilecek yemekte bana ayrılan yer Selma Baccar’ın tam da yanı olmaz mı? Ortada ünlü yönetmen sağında bendeniz, solunda muhteşem Fransızcasıyla tercüman Deniz Kureta oturur oturmaz, kucağımda ona imzaladığım kitap elimde soru notlarımla Tunus’tan girip sinemadan çıkınca laf lafı açıp benim de çenem açılmaz mı?
Tercümeyi yapan Deniz Hanım’ın onaylayan bakışları, Selma Baccar’ın bazen gözlerini açarak, bazen şaşırarak, bazen durup bakarak verdiği yanıtlar ve hoşgörüsüyle çenem daha da düşmez mi?
İşte bu yazı onunla yaptığımız sohbetin, yaptığı işlerin ve birlikte izlediğimiz “El Jaida” filminin bende yarattığı izlerin özetidir. Yer yer yazının girişine aldığım bu söyleşi sırasında itiraf etmeliyim ki çok soru sordum, ancak cevapsız sorum olmadı, bazılarını uzun uzun düşünerek, bazılarına hemen yanıt verdi.
İşte söyleşiden satır başları!
“Sn. Baccar! Sizi ülkemizde görmekten dolayı mutluluk duydum, hoş geldiniz. Konuları cesurca işleyen bir çizginiz var. Kurucu meclis üyeliği, parlamentodaki demokratlar grubu başkanlığı, parlamento grubuna başkanlık eden ilk ve tek kadın olmak gibi sıfatlarınız var. Yine haklar ve özgürlükler komisyonunda yer alıp, anayasayı hazırlayan ekibin içinde bulunarak aktif yürüttüğünüz siyasal kimliğiniz, film yönetmeni olarak sanatsal kimliğiniz, kadın hakları savunucusu olarak sosyal kimliğiniz var. Bu farklı şapkalarınız sizi yoruyor, ya da zorluyor mu?” Diye sordum…
“Ülkemde 1960’lı yıllarda sosyal, politik, eleştirel konularda destek yok, sansür çoktu. O yıllarda sinemayla dünyayı değiştireceğimizi düşünüyorduk. 18- 19 yaşlarımda siyasi anlamda öğrendiklerim beni hiç bırakmadı. Birini yaparken diğerini askıya alıyorum. Bayağı yol ve mesafe aldık, ülkem eski Tunus değil, biz kadınlar ciddi mücadele verdik, henüz çözemediğimiz sorunlar da var.” Yanıtını verdi...
“Sn. Baccar! Kariyeriniz boyunca kısa- uzun metrajlı filmler, belgeseller yapıp, televizyon dizilerine imza attınız. Kadının özgürleşme mücadelesi odaklı filmler yaparak, toplumsal cinsiyet rollerini perdeye cesurca yansıtıyorsunuz. Kendi yapım şirketiniz de var. Tunus’u fonda tutarak dünya kadınlarına bir mesajınız olacak mı?” Diye sordum…
“Mesleki başarımda işe asılmanın, yaratıcı olmanın, öfkelenmeden sabırla yol almanın pek çok kapıyı zorladığını gördüm. Sinemanın toplumların ileriye gitmesinde önemli bir rol oynadığına inandım ve bu yolu seçtim. Kadınlara şunu derim; yılmayın, gayret edin, başarı er geç sizindir.”
“Sn. Baccar! Yerel konuları evrensel bir dil ve yaklaşımla işliyorsunuz, El Jaida filmini kadın ayaklarıyla başlayıp bitirmeniz son derce çarpıcı. Merakımı yenemediğim için soruyorum. Filmin başrol karakteri sizden izler taşıyor mu? Farelerin saldırı sahnesi çok etkileyici ve ürkütücü idi. Bunu nasıl başardınız?” Yüzüme haksızlığa uğrayanların kederli ve sitemkâr gülümsemesiyle bakarak şunları söyledi:
“Evet, çok iyi yakalamışsınız! Başrol oyuncusuyla özdeşleyen yanlarım var. Anneden kıza geçen bir gönderme de olabilir. O sahnelerde fare eğitmeniyle çalıştık. Ülkemde kadınlara karşı eskiden hatırı sayılır bir baskı vardı. Ben düşünmek mi inanmak mı, mücadele etmek mi yollarından üçüncüsünü seçtim. Varsa bir başarı öyküm seçtiğim yoldadır” yanıtını verdi…
Sıcak bakışlarıyla, içten gülüşüyle, iri gümüş takılarıyla, seçtiği sözcüklerle dikkatimi çeken yönetmene biraz da meslek dışı sorular sormak istedim.
“Sn. Baccar! Ben sizin ülkenizde çok yer gezdim. Berberi köylerine gittim, ikram edilen deve etini yemeğe çalıştım! Kartaca Harabelerinden, Sidi Bou Said Bölgesi’nden, Bardo Ulusal Müzesinden, ikramcı sıcak halkınızdan, hele de bana çocukluğumu hatırlatan “hayat” denilen geniş alanlardan ve mavi kapılarınızdan çok etkilendim. Siz bizim için ne dersiniz? Mesela ülkemizde en çok hangi yemeği sevdiniz?” diye sordum.
“Ülkenize bu ikinci gelişim. İlkinde iş gezisi idi pek bir şey anlamadım. Bu gelişimde kendimi evimde hissettim. Patlıcan kızartması ve kızarmış mantıyı çok sevdim. Bir gün sizleri ülkemde ağırlamak isterim. Sıcak ev sahipliği için yetkililere, bu söyleşi için size teşekkür ederim” dedi…
Sorularım bitince kendisine Tunus bölümüne Atatürk’lü ayraç koyduğum kitabımı uzattım, dikkatle baktı, sayfaları karıştırıp birkaç soru da o sordu. Bana kartvizitini verirken ben onu, o da elini göğsüne götürerek Atatürk fotoğrafını selamlıyordu…
Not: Tüm okurlarımın bayramını sağlık ve esenlik dileyerek kutluyorum...