Milleti ile diz dize otururken, dünyayı dize getiren bir liderin büyük zaferi…

30 Ağustos Zaferi: Türk ulusunun Gazi’ye olan güvenini artıran, çağdaş cumhuriyet devrimlerinin kapısını açan, yazdığı bu destanla egemen güçlerden kurtulan...

30 Ağustos Zaferi: Türk ulusunun Gazi’ye olan güvenini artıran, çağdaş cumhuriyet devrimlerinin kapısını açan, yazdığı bu destanla egemen güçlerden kurtulan bir ülkenin, “kurtuluş, kuruluş, diriliş, varoluş” tarihini yazan şanlı bir zaferdir…

30 Ağustos Zaferi: Çilekeş Anadolu halkının, cephede kanıyla canıyla savaşan Mehmetçiğin, başkomutanı ve silah arkadaşlarıyla diz dize omuz omuza savaşarak kazandığı bir utku olduğu kadar, tarihimiz açısından emperyalizme meydan okuyan bir dönüm noktası ve tüm mazlum milletlere örnek olan bir meydan savaşıdır.

30 Ağustos Zaferi: Mehmetçik’in cephede süngü süngüye çarpışarak kazandığı, ulusal şahlanışın simgesi ve kurtuluşun müjdecisi olan bu zaferin her adımı; inanması zor bir mücadele olduğu kadar, Lozan’a giden yolun başlangıcı ve içimizdeki soruların cevabının tek adreste toplandığının da kanıtıdır…

Başkomutanlık Meydan Muharebesi de denilen bu zaferi: İnkâr edenlerin, yok sayanların, önemsizleştirmeye çalışarak alternatif arayanların(!) yoğun olduğu günümüzde şimdi düşünme vaktidir!

Mucize bir silkinişle savaşlardan sağ çıkmış bir ülke düşünün. O ülke insanları canı tez, ufku geniş, aklı berrak bir liderin cesaretine tutunup peşine düşmüş ve kazanmış.

Bu lider sonra ne yapmış? Milli Mücadeledeki her bir önemli tarihi ulusun bir dilimine, bir bölümüne bayram olarak hediye etmiş. 30 Ağustos Zafer Bayramını Türk Silahlı Kuvvetlerine. 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramını ülkemiz çocuklarına, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramını gençlere, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını tüm millete armağan etmiştir...

Yetinmemiş! Osmanlı tarihinin, Osmanlı imparatorluğunun özel günlerini atlamadan, 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferini, 26 Ağustos Büyük Taarruzu, İzmir İktisat Kongresini, Lozan’ı ve evrensel başarısını dünyaya mesaj olarak vermiştir…

Tam da burada aradan çıkıp sözü Falih Rıfkı Atay’a bırakma zamanıdır. Usta kalem “Çankaya” adlı kitabında der ki;

“Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı ve kafamızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyor, belki nefes alıyorsak! Hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.” Bu sözler üstüne ne denir bilmem ama!

Güvenliğe önem veren, askerlik mesleğinin çağdaş ilkelerini ezber eden, bununla yetinmeyerek bu ilkelere evrensel boyutta katkı sunan, bir asker ve komutan olarak bu zorlu yolu ancak onun aşabileceği bir yol olduğunu bilirim. Bunun içindir ki kesin zaferle sonuçlanan kanlı savaşlarda onu en önde gören esir Yunan subaylarından biri; “Bir başkomutanın cepheye bu kadar yakın yerde olması görülmüş şey değil” derken bu gerçeğin altını çizmek istemiştir.

O halde ve kısaca; Atatürk Cumhuriyeti’nin bu ülkenin geçmişi değil, geleceği olduğunu, bu gerçeği kör gözlere inat sık sık hatırlatmak zorunda olduğumuzu, bunu cumhuriyet kuşağı olarak boynumuza borç bildiğimizi, bu gerçekleri dün ve bugün adına kıyaslama yapmak için unutmamamız gerektiğini vurgulamak isterim.

Özetle; Cumhuriyet, 100 yıl düşünülerek bulunan bir merhemin adıysa, onu bulana, hayata geçirene, katkı sunana, merhem olana minnet, hasret duyulmazsa ne yapılır bir? Dersin konusu hiç bitmeyen Atatürk’tür iki…