Kalıcılık nasıl sağlanır?
Bugün bellek tazelemek için; aklımızı meşgul eden bazı sorulara yanıt bulmak adına daldan dala atlayacağım. Eğitimden girip yazarlıktan çıkarak, ağlayan...
Bugün bellek tazelemek için; aklımızı meşgul eden bazı sorulara yanıt bulmak adına daldan dala atlayacağım. Eğitimden girip yazarlıktan çıkarak, ağlayan anaların dramına değinip kadın sorunlarına girerek, yapmamız gerekenler ve ödevlerimiz üzerinde duracağım.
Bir güzel söze kanmak, bir süreliğine mutlu olmak için tebessümü hazır ve nazır bulunan insanları (kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç fark etmez) tanımak için adımlar atmak ve bunları paylaşmak varken, suskun kalmak niye? (Attığınız adımları yazarsanız köşemde yayınlama sözüm söz!)
Şimdi ipuçları verme zamanı!
Eğitimciler için; “Öğrenciler onlara ne öğrettiğinizi her zaman hatırlamaz, fakat onlara nasıl davrandığınızı asla unutmaz” derler. Bu gerçekten yola çıkarsak;
Neden olduğu ekonomik krize çare olarak milli parkları bile satışa çıkaranlara; Sizin yeşille, ormanla, ağaçla, ülkenin akciğerleriyle, yarınlarımızla, börtü böcekle alıp veremediğiniz nedir diye bininci kez sormayalım mı?
Cumhuriyetin maddi manevi değerlerini bitirenlere, yanlış adımlara doğru karşılık alamazsınız diye hatırlatmayalım mı?
Ülkemizde cezaevleri dolup taşmışsa, 7 kişilik koğuşlarda 25 kişi kalıyorsa, nefes almak zor hasta olmak çok kolaysa, kapasitenin üstünde mahkûm ve tutuklu olduğundan 150 kişilik bölümde 450 kişinin kaldığı cezaevleri varsa! Bitmedi.
Olumsuz koşullardan ötürü son 8 ayda 14 kişi yaşamını yitirmişse, mapus damlarında yer olmadığı için; kesen biçen, öldüren, çalan, çırpan, döven, tehdit eden iyi hal indirimi alıp, ya da adli kontrol adı altında serbest kalıyorsa geniş anlamda S.O.S veren ve yıkılan kolonların sesine duyarsız kalmak niye?
Siyaset; Keşkelerle, saflığımıza geldilerle, aldatıldıklarla değil, deneyimle, liyakatle, haydi ve hep birlikte çağrısıyla yapılırsa amacına ulaşır, gerçeğinden yola çıkarak, bazı zaferlerin kitaplara sığmadığını, asırlara yayıldığını bilen bir ulus olarak! İçi boş laflarla, en tehditkâr kim konuşur yarışıyla bir yere varılamayacağını gören ve yaşayan bir ülke olarak! Hele de en zor sorunlara bile kalender bakabilen yetkililerle yol alınamayacağını anladığımız bugünlerde yapılması gerekene kafa yormayalım mı?
Gelelim bizim mahalleye!
Kadınların eşit ve cinayetsiz bir dünya isteği varsa, kan akmayan, gözyaşı akıtılmayan, savaşsız silahsız bir ülkede yaşamak istiyorsak bu görmezden gelinecek, gözardı edilecek hal midir diye sormayalım mı?
Yine yok sayılan hak ve özgürlüklerimizin önemsenmesi gerektiğini istemek ve beklemek hakkımızı fonda tutarak, hele de savaşın ruhsal yaralarını sarıp sarmalama özelliğimiz varken ve dünya genelinde kanıtlanmışken bu gerçeği unutalım mı?
Sırada kimlere ne gibi görevler düşer konusu var!
Madem yazının başında eğitimci örneğiyle yola çıktık. Yazarla devam edelim. Yazar bir yol tasarlar, okur orda kendini bulur. Yazar bazen kaybolup giden kentlerin belleğinde dolaşır, bazen suyun, yeşilin, toprağın, ormanın, börtü böceğin isyanını dile getirir, bazen acının kanatlarına sığınır, bazen arafta kalır.
Diyeceğim! Yazar yazdıkça şekillenir, bazen çekip gidenleri anlatır, bazen bu kaçışların gerekçelerini sıralar, bazen acıya odaklanır, gülmeceden kaçtıkça acıdan beslenir. Bu nedenle anlatım ve yazım ikiz kardeştir. Sonuç olarak yazıp dile getirdikleri ürkütücü de olsa, uyarıcı da olsa her durumda gerçekçi olması ona ün ve kalıcılık sağlar.
Bu işe gönül verenler iyi bilir! Okurla derin ve sıkı bağlar kurmak, keşke dedirtmeyen bir ilişkiye zemin hazırlamak, dayanışma ruhunu geliştirmek, bir yol tuttururken ona buna tutunmadan bir yerlere gelmek ve o yeri korumak kolay değildir. Sanatsal yolculuk, bazen taşlı, bazen dimdik, bazen yokuş olsa da işin erbabı için o yolu bulmak ve o yolu açmak zor değildir. Ama kalıcı olmak bayağı zordur.
Dünyadan örneklere bakarsak!
Uluslararası alanda ün yapmış eğitim uzmanları diyor ki; “Ülkenizdeki dar bakış açısı ve ağır sınav baskısıyla bir yere varamazsınız!”
Dünyaca ünlü siyaset bilimciler diyor ki: “Demokrasi gemisi; namus, erdem, onur adalet gibi kavramların içi boşaltılırsa yürümez. İleri demokrasi, ultra gelişmişlik seviyesine gelen ve bütün dünyaya tepeden bakarak demokrasi dersi veren ülkelerde alın teri ve emek yok sayılırsa kaos ortamı doğar.”
Ülkemizden ve dünyadan örneklerin dikkatlere sunulmaya çalışıldığı bu yazıda, dilinden kültürel, siyasal, sosyal kavramları düşürmeyenlere şunun altını özellikle çizerek sormak gerekir!
Diplomasi; Bugün öyle yarın böyle konuşarak, komşu çatlatacak çıkışlar yaparak, dondurma diplomasisiyle sorunların çözüleceğine inanarak, yüksek perdeden açıklamalar yaparak, yokmuş gibi kafayı çevirip yaşamaya devam ederek, “sabrımızı sınamayın, girdik giriyoruz!” şeklinde konuşarak yürütülecek iş midir? Dünden bugüne gündemden inmeyen bu soru yanıta muhtaçtır! Dolayısıyla benim kişisel olarak arzum, yetkililere arzım budur!
DAVET: 21 Eylül Cumartesi Saat 16.00'da Türkan Saylan Kültür Merkezinde müzik ve şiir eşliğinde Dünya Barış Günü nedeniyle bir konuşma yapacağım. Yolu düşenler hoş gelir sefalar getirirler...