AKM yerine AVM…
Temeli 29 Ekim 1946 yılında atılan, 12 Nisan 1969 yılında açılan, 2008 yılında kapatılan ve 70 yıllık bir geçmişe sahip olan AKM, yıllarca sanata hizmet ettikten sonra CB’nın; “İstediğiniz kadar bağırın, çatlayın patlayın bak yıktık!” sözleri arasında yıkılıyor. Dünyaca ünlü sanatçıların konserler verdiği, bale, opera temsillerinin düzenlendiği tiyatro oyunlarının sahnelendiği, her çeşit sanat etkinliğine hizmet eden ve ev sahipliği yapan AKM inatla, ısrarla yıkılıyor. Cumhuriyet ideolojisinin ve kültür yaşamının önemli yapılarından biri olan AKM’yi yıkıyorlar…
Cep telefonsuz günlerin buluşma mekânı, İDSO konserlerinin uzun kuyruklarının önü, geçmişimizin anılarıyla dolu AKM yıkılıyor. Daha doğrusu kentsel ve ideolojik ranta kurban ediliyor. Yineliyorum. AKM usul usul yıkılıyor daha doğrusu yıkıyorlar. Boş, ağaçsız, çeşmesiz, geçmişsiz heykelsiz bir meydan yaratmak için, yeşili, ağacı sevmeyenler, kültürden, sanattan hoşlanmayanlar yapıyorlar bunu…
Şimdi bunları bi kenara bırakıp AKM civarında 30 yıldır esnaflık yapan seslere kulak verelim!
“Burası buluşma noktasıydı. Herkes burada randevu verir, burada buluşurdu. İnsan selinden geçilmezdi AKM’nin önünde. Elinde çiçekle bekleyenler olurdu, sık sık saatine bakanlar olurdu. Ben buralarda ünlüleri çok gördüm. Onlara simit sattım, onlarla ayaküstü sohbet ettim. Şimdi AKM bize, biz ona bakıyoruz, sanatın damarını kestiler. Taksim’in gözbebeğini bitirdiler. Burada sanat vardı, şimdi kör bir kuyu var.”
Cümle âlemi hizaya sokan, hat bildirmede rakip tanımayan, dünya üzerinde ağzının payını almayan ve haddi bildirilmeyen çok az yöneticinin kaldığı günümüzde bizimkiler ne der bilirim! Düşünüp taşınarak değil, ağzına geleni, aklına geleni söyleyen devletlûlar, şevketlular, haşmetlûlar konuştukça bizi kıskanan batı ne der, ne düşünür bilemem ama batıya açılan kapılarımızdan biri olan AKM yıkılırken batılı sanatseverler şunları söylüyor;
“Tiyatro her zaman demokrasiden yana bir sanattır. Sanatın kendine özgü bir sesi vardır ve bu yüzden cezalandırılmamalıdır. Tiyatronun önemi başka hiçbir sanat dalında yoktur. Tiyatro sanatçıyla izleyiciyi karşı karşıya getirir. Roman okurken yazar yoktur. Film izlerken sanatçılar çok uzaklardadır. Oysa tiyatroda sanatçı birebir izleyiciyle yüz yüzedir. Tiyatro kadar kişisel, direkt ve insandan insana ulaşan bir sanat yoktur.” Bizi durup durup kıskanan batıdan bir başka yazar ise şöyle konuşuyor; “Siz anlıyor musunuz? Ben anlamıyorum. Türkiye’de neler oluyor? Türkiye nereye gidiyor? Ben kestiremiyorum!”
Bu söylenenlere, işin uzmanları, stratejistler, uluslararası diplomasi dilinin en büyük ustaları, en güçlü, her şeyi bilen en büyük Türk büyükleri, en doğru bilgilerle donatılmış yönetim erbabı ne der bilemeyiz ama bizi kıskanan batı bizi artık “yüksek gerilim hattı” gibi görüyor!
Bizi durmadan kıskanan batıdan birileri bunları derken, bizler de nezaketimizi bozmadan, daha fazla susmadan, kaybedeceklerimizin daha fazla artmasına göz yummadan, tiyatroya, kadın sanatçıların emeğine, sanat merkezlerine kıymayın efendiler dersek!
Siz de kalkıp; “Abartıyorlar bizim ülkemizde ne kutuplaşma var, ne sanata karşı olmak!” diyebilir misiniz?
Not: “İçime çektiğim hava değil gökyüzüdür” diyen, şiirle yaşayan ve şiiriyle yaşayacak olan yenilikçi, duygusal, gösterişsiz bir sanat insanını Ülkü Tamer’i kaybettik. Belleğime kazınan her dizesi için, yüreğime dokunan her harfi için ona teşekkür ederim. Baharlar içinde, ışıklar içinde uyusun…