8 Mart 2020’nin düşündürdükleri…
Bunca yıla yayılan, onca kitaba, makaleye konuşmaya konu olan kadınlara yönelik çalışmalarım ve araştırmalarımda; Ülke ve dünya coğrafyalarının, düşünen...
Bunca yıla yayılan, onca kitaba, makaleye konuşmaya konu olan kadınlara yönelik çalışmalarım ve araştırmalarımda; Ülke ve dünya coğrafyalarının, düşünen, üreten, direnen, bedel ödeyen kadınlarının yaşam öykülerini dinlerken ilginç örneklerle karşılaştım. Sessiz sedasız çekip giden ve derdi hiç sorulmayan kadınlardı onlar…
Bu süreçte; Eşinden şiddet gören kadınlar tanıdım, katlanan ve susan. Yine isterse her işin üstesinden gelen kadınlar tanıdım, alıp başını çıkan! Kendi yalnızlığıyla başa çıkmaya çalışan, taşıdığı ağır yükle baş başa bırakılan, yaraları sarılmayan, vicdanın ve aklın kabul etmeyeceği, insanın yüreğine kurşun sıkar gibi davranışlara maruz kalan kadınlardı onlar…
Onlara en çok mutfaklarda rastladığımız, onlara en çok pazarlarda, marketlerde, ev temizliğinde, ütü masasının başında, hasta yatağının dibinde rastladığımız kadınlarla dertleştim. Kimliği yok sayılan ve örselenen o kadınlar konuştu ben dinledim! Sonrada teşekkür edip ayrıldım. Arkamdan uzun süre el sallayan, kırk yıllık dosttan ayrılıyormuş gibi gözlerimi dolduran, sesimi titreten hemcinslerimdi onlar…
Yüreğinde kimsesizlere hep yer olan, kalbinin bir yanı hep sızlayan, yaralı askere, gurbetteki evlada gece gündüz dua eden, camların arkasında perdelere gözyaşlarını silerek sabahlara kadar evlat yolu gözleyen, mahkeme merdivenlerinde içeriden gelecek haberi bekleyen kadınlarla konuştum. Hiç susmayan yürek çarpıntıları, hiç dinmeyen gözyaşlarıyla sabahı sabah eden kadınlardı onlar…
Her alanda ve her anlamda yaşam öykülerini ilgiyle dinlediğim dirençli ve özgüvenli kadınlar tanıdım. Onların istekleri, beklentileri, hedefleri tek ve aynı idi; Yaşanmış, yaşanmakta olan ve yaşanacak bütün acılara ve sıkıntılara karşı durabilmek, direnmek ve ardından gelenlere yol açmak! Hocalarım olmayan ama yıllardır derslerimin, verdiğim eğitimlerin, yazdığım kitapların- makalelerin konusu ve konuğu olan öncü kadınlardı onlar…
Nerede ve hangi toplantıda karşılaştıysam önce birbirlerinin yüzüne zırhsız, anlayan, anlamlı bakarak, daha sonra anlık bir sessiz iletişimle anlaşarak, daha doğrusu anlamaya çalışarak uzun uzun birbirlerini süzen kadınlar gördüm. Ne iş yapıyorsun diye sorulduğunda susan, nasılsın diye sorulduğunda susmayan kadınlardı onlar…
Adanalı Anne; “Bir ömür boyu kendime bunu alacağıma çocuklara şunu alırım diye düşündüm, her isteğimden vaz geçtim. Şimdi herkesin evi, düzeni, çoluğu çocuğu var, ben yapayalnızım!”
Iğdırlı Kadın; Üvey annem önlüğümü sobada yakarken yanan kumaş değil, tenimdi sanki! Derdimi annemin resimlerine anlattım yıllar boyu. Sesimi babam duyuramadan!”
Erzurumlu Genç Öğretmen; “Öğretmen okulu sınavlarını kazandım, babam okumama karşıydı, git ve dönme dedi. Annem zaman zaman yardım etti. İnanın okulun bahçesindeki kiraz ağacı benim gözyaşlarımla büyüdü dersem yeridir!”
Tunus’ta konuştuğum garson kadın; “Küçükken çekilen acıların ateşi kolay sönmüyor. Kabuk bağlamıyor. İzleri hayat boyu sürüyor. Babamdan çok çekinir, annemden çok korkardık! Bu derin izler peşimi hiç bırakmadı, hala da sürüyor!”
İngiltere’de tanıştığım kadınlar; “Mahallemizde doğum yapan bir arkadaşımızın uzun süre bizlerden uzaklaşarak, eve kapandığını görünce nedenini araştırdık. Arkadaşımızın bebeği duyma engelli olarak doğduğundan eve kapanmış. Hemen kadınlar olarak örgütlendik, belediyeye başvurup işaret dili eğitimini almak istediğimizi söyledik. Olumlu bulundu talebimiz. Kısa sürede eğitimimizi tamamladık, arkadaşımızın dünyalar güzeli kızıyla tüm mahalleli çok rahat iletişime geçtik. O artık hepimizin bebeği.”
Bursa- İnegöl’de buluştuğum kadınlar; “El emeği göz nuru 10 bin bere ve yün atkı örüp Hakkâri Hudut Tugayına yolladık! Çile çile yün alıp çilemizi, özlemimizi, dualarımızı dökerek ördük. Oğlu askerde olan anaların gözü televizyonda, kulağı kapıda, eli telefonda olduğunu bildiğimiz için bunları yollayınca hem gurur duyduk, hem de korku ve ayrılık acısı azaldı diye düşündük!”
Diyarbakır, Urfa, Tunceli, Mardin köylerinin en yoksulunda doğmuş bir sürü kardeşiyle yarı aç yarı tok yaşamış, eğitim hakkı, yaşam hakkı elinden alınmış, çıplak ayaklarıyla okuma yazma öğrenmeden tarlaya sürülmüş ve kaderi daha doğarken çizilmiş kadınlarla konuştum.
“14 yaşında evlendirildim aramızda 20 yaş vardı, kolumu kırdı, dişimi kırdı feci şekilde şiddet gördüm, her seferinde merdivenden düştüm dedim.”
“Yaz hocam yaz! Benim yaşadıklarımdan roman olur, adımı yazma bu işin eve gidişi de var! Ekonomik özgürlüğüm yok, diplomam yok. Aileme sığınıyorum sus ve namusunla evine geri dön diyorlar. Çevremdeki herkes benim gibi biz kadın olmadık, genç kız olmadık, sevmedik, sevilmedik, biz yaşamıyoruz biz ölüyoruz.”
“Gül ağacı değiliz ki her geçene eğilelim! Ama gül getirsinler sevinelim.” diyen kadınların dediklerini acı acı düşündüm. “Biz burada üç şeyle boğuşuyoruz. Şiddet, işsizlik, eğitimsizlik! Evde satılmadık eşya kalmadı, çocukların kumbarasını, dedelerin nenelerin kefen parasını, parmağımdaki halkayı elden çıkardık ama borç duruyor.” derken ağlamamak, için kendilerine hâkim olmak için çaba sarf eden, yere bakarak konuşan kadınlardı onlar…
Kocaman bir hikâyeyi bir cümleye sığdıran sözlerini dinlerken; tüm bu örnekleri ip gibi akan gözyaşlarımı denetlemeden not alırken; Kadın olmanın, anne olmanın saygı duyulası bir özveri olduğunu, sevgi, merhamet, sabır, direnme sanatı olduğunu bir kez daha anladım. Yine anne yazılıp evlat okunduğuna, kadın yazılıp barış, sevecenlik, fedakârlık, sevgi, merhamet, iyilik, acı, keder, kahır, yalnızlık, çile diye okunduğuna bir kez daha inandım. “Anne gönlüdür bu; bazen kar yağar, bazen güneş açar, bazen bulut geçer, ama hep yerinde durur.” Sözüne bir kez daha hak verdim.
Annelerin yaşı kaç olursa olsun çocuklarına; “Kahvaltı yaptın mı? Aç kalma sakın! Hava raporunu dinledim yanına kalın bir şeyler almayı unutma! İlacını gözünün önüne koy! Su iç, eve geç kalma vb.” önerilerini sıralamanın asli görevleri olduğunu hatırladım. Evlatları için, evlatları adına ancak bir anne tarafından düşünülen, akıl edilen, halledilen, çözüm aranan şeylerin listesinin tıpkı soruların çeşitliği gibi, bitmediği, saymakla - yazmakla bitmeyeceğini bir kez daha anladım.
Farklı mahallelerden, farklı evlerden, farklı dünyalardan çıkıp gelsek de; gelenek ve göreneklerin, tabular ve yasakların, yönetimin “evlere kapatılası” olarak gördüğü biz kadınları yakından ilgilendirdiğini, çilelin coğrafyasının olmadığını, gözyaşının renginin değişmediğini gördüm. Yüreği koş diyen, aklı kolundan tutup çeken, her şeyini yitiren ama gururu kale gibi ayakta duran kadınlar tanıdım.
Hayattan çok küçük taleplerde bulunan, hiç kimseye yük olmayan, üzüntülerini saklayan, hayal kırıklıklarını paylaşmayan, alaya alınan hayallerini hiç kimseye yansıtmayan, dayatılan koşullara hiç yakınmadan katlanan kadınların yaşam öyküleri; Roman olarak yazılmasa da, film olarak çekilmese de, dizi olarak izlenmese de, oyun olarak sahnelenmese de! Oscar’lık konuların kahramanlarıydı onlar! Selam olsun kadınlara…