Annelerin dilek gücü, babaların bilek gücü derde deva değil artık…
Evlere sipere girdiğimiz günden beri ağır çekim gibi yaşıyor olduk, geçmişle an arasında gidip geliyoruz sanki. Tabii ki süreç herkesin, hepimizin aklında anılarında derin izler bıraktı, bırakacak, bırakıyor. Eski hayaller, yeni kâbuslar, belirsiz gelecek arasında el yardımı değil, el yordamıyla giriş çıkış yapıyoruz, yapacağız.
Doğru sorulara yanlış cevaplar aldığımız için tepemizin tasının durmadan atıyor, hal ve gidişten fena halde çakılıyoruz. Sağduyuya, ferahlamaya, aklıselime, normalleşmeye, içimizde umut çiçekleri açtıracak sözler işitmeye fena halde ihtiyaç duyuyoruz. Önümüze yine ve yeniden çıkarılan ayrıştırmanın, kamplaştırmanın, ötekileştirmenin ne yararı var diye kara kara düşünüyoruz.
Dayanamayıp, farklı pencerelerden de olsa aynı doğruya bakmak bu kadar mı zor diye soruyor, günler, aylar, yıllar geçti, bir kuşağı kaybettik, bir kuşağı çökerttik, bir nesle dram yaşattık diye tedirgin oluyoruz.
Filistin’de virüsten iki kişi ölüyor, Filistin halkına ilk yardımı biz yolluyoruz. “Koronayla değil, açlıkla savaşıyoruz” diyerek yoksullukla hastalık arasındaki seçimde 103 işçimiz hayatını kaybediyor, biz daha maske satışını ve fiyat ayarlamasını yapmaya çalışıyoruz.
Ülkemizde son açıklamalara göre; 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2500 TL, yoksulluk sınırı 6900 TL’ye dayanmış. Dolar sınır sinir takmadan ilerliyor, cinnet cinayetleri, yaş tanımayan intiharlar tavan yapıyor. İlk kez annelerin dilek gücünün, babaların bilek gücünün derde deva olamadığını, kısaca virüs PİK yaparken, ekonominin ve psikolojinin DİP yaptığını görüyoruz.
Aslında tarihin merceğinden bakınca; Tüm dünyada ekonominin iyiden iyiye durduğu, ülkelerin sağlık hizmetlerini hallaç pamuğu gibi atan bu virüsün sosyolojik, psikolojik, siyasi ve ekonomik sonuçlarının olacağı, olmaya başladığı ortada!
İnsanlığın büyük derdi olan korona virüsün tüm dünyayı kasıp kavurduğu bugünlerde somut ve acımasız örnekleri hayatın her alanında görmek mümkün. Misal tüm dünya can derdinde, biz maske derdinde iken pek çok ülkeye maske ve sağlık malzemeleri yolluyoruz. Kuru bir teşekkür gelince de havalara uçuyor, manşetlere çekiyoruz.
Bu koşullarda birileri çıkıyor “minimum zayiatla kurtulacağız” diyor, bir başkası çıkıyor yurttaşları tebaa yerine koyuyor. Birileri Ağrı’dan Hollywood’a, Woody Allen’dan Brad Pitt’e kadar ünlülerin adreslerini bir bir buldurup 371 kişinin evlerine İngilizce(!) mektup eşliğinde maske yollamaya kalkıyor. Ve bu cömert jest(!) devlet içinde devlet sayılmıyor!
Bu tür açıklama ve jestlere ister bilim dışı deyin, ister akıl dışı deyin, ne derseniz deyin! Size kalmış. Ancak adının önünde yönetici yazan herkesin daha dikkatli olmasını beklemek hakkımız olsa gerek! Örnekler ve liste hayli uzun, girersem yazı biter, bazılarını sözümün özüne ve yazımın içeriğine uygun düştüğü için alıntıladım.
CB yine Eyyy diye seslendiği tüm dünyaya insanlık dersi vererek; “Milli teknoloji hamlesi ile gerçekleştirdiğimiz solunum cihazları, Somalili kardeşlerimize nefes olacak. Medeniyet imkân değil, vicdan meselesidir. Milletimizin imkânı da vicdanı da mazlum ve muhtaçların yanındadır. Aziz milletimizin kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır. Biz 57 ülkeye kritik sağlık malzemesi yolladık” diyor! (57 ülkeye kritik sağlık malzemesi yollarken, 57 günde ülkemize kıytırık bir maske dağıtamadık ama olsun şanımız yürüyor ya!)
İşte budur dedirten, gözleri dolduran, insanın gönül tellerini titreten bu konuşmadan umarız ve dileriz yardım yolladığımız ülkelerin yöneticileri de gereken dersi alarak, vicdan muhasebesi yapar, kendi halklarıyla merhamet sözleşmesi imzalayarak çınarlarını dikerler!
Başlığa gönderme notu: Annelerin dilek gücü, babaların bilek gücü bazen derde deva olmasa da; Karşılıksız ve hesapsız özveri heykeli olan anaların tüttürdüğü ocaklar her zaman güvenilir kucak, baba evi sığınılacak limandır. O limanlar ve ocaklar hep var olsun, o bacalar hep tütsün…